Leyleğin Ardındaki Kültür
Yusuf Yıldırım
Legleg yani leylek! Farsçadan girmiş Türkçeye! Değişik telaffuzlarla da Türk topluluklarının lehçelerine, Arnavutçaya, Kafkas dillerine hatta Ukraynacaya geçmiş. Boş boş konuşmak anlamındaki “laklak” da aynı söyleyişle Arapçadan alınmış.
Uzun
mesafe yolcusu leylekler, Sahra Altı da denilen Orta-Güney Afrika’da ve Hindistan’ın
güneyinde kışı geçirirler. Baharda 500.000’i aşkın leylek, sürü halinde kuzeye,
Finlandiya kadar olan bölgelere göç eder. Yollarını şaşıran, gruplarından ayrı
kalan leyleklerin, bir şekilde yuvalarına ulaştıkları da tespit edilmiştir.
İnsan
dostu leyleklerin aile yapısı çok şaşırtıcıdır. Tek eşlidirler. Erkeği tam bir
centilmendir. Dişisinden yaklaşık bir ay önce gelerek yuvayı hazırlar.
Türkiye’de
leylekler ile anılan birçok mekân var. Bunlardan en dikkat çekicisi Bursa’nın
Karacabey ilçesinin Eskikaraağaç köyüdür. Uluabat Gölü’ne dikkat çekmek amacı
ile 2005 yılından beri bu köyde, leylek festivali düzenlenmektedir.
Kullanılmayan köy okulu da leylek evine çevrilmiş. Bu gelişmeler Avrupa Tabiat
Mirası Vakfının dikkatinden kaçmayarak Eski Karaağaç köyüne 2011 yılında
“Avrupa Leylek Köyü” statüsü verilmiş.
Avrupa'nın dokuzuncu leylek köyü olan Eski Karaağaç’ta, her evin
duvarını leylek fotoğrafları süslemektedir. 18. Ulusal Kuş Konferansı da 21-24
Nisan’da burada yapıldı.
Beyşehir
Gölü yakınındaki Leylekler Vadisi, leyleklerin Türkiye’deki önemli
mekânlarındandır. Ardıç ağaçlarının üzerine
yuva yapmak en dikkat çekici özellikleri olan leylek kolonilerinin gelişi de
gidişi de görsel şölene dönüşmektedir.
Leylek
ile özdeşleşmiş mekânlardan biri de Karaman’da İmarettir. İmarete bitişik
İbrahim Bey kümbetinin külahı, bir leylek yuvası ile taçlanmıştır. Havaların
ısınması ile çevre sakinlerinin gözü kulağı da bu yuvada olup bir “tak tak”
sesinin baharı müjdelemesi beklenir.
Gelişi
sevinç, gidişi hüzün olan leyleklerin mekânlarından biri de İstanbul’un
Sazlıbosna köyüdür. Köylüler ile leyleklerin hayatı iç içe, samimice ve muhabbetli
denilse abartı olmaz. Evlerin çatılarına, elektrik direklerinin tepesine; mümkün
olan her yere yuva yapan leylekler, köyün de “Leylekli Köy” olarak ünlenmesini
sağlamış. Köy; çok sayıda yerli, yabancı turist ve fotoğrafçının uğrak
yerlerindendir, artık.
Kutsal
ekoloji ya da leylek koruyan inançlar!
Bu
kavrama göre hurafe de olsa halk içinde yaşayan ve doğayla bağlantılı birçok
gelenek, görenek, inanç, doğanın korunmasına hizmet etmektedir. “Leyleğe taş
atanın kolu kırılır.”, “Leyleği havada görürsen bütün yıl gezersin!” gibi leylek
çevresinde gelişen inançlar leyleklere bir kutsama getirirken doğayı da korumaktadır.
Eskiden
kız çocukları leyleği görünce “Leylek saçımı uzaaat! Leylek saçımı uzaat!” der,
bir de ensesinden aşağı saçını çekermiş.
Anadolu
insanına göre leylekler mübarek hayvanlardır. Göç yollarında Mekke'den geçip
Kâbe'yi ziyaret ettiğine inanıldığından “hacı leylek” olarak ünlenmiştir.
“Ben
nereden geldim?” diye soran çocuğa “Seni leylek getirdi.” kaçamak cevabının
kökeni İskandinavya'ya kadar uzanmaktadır.
Leylek
Hastanesi ya da Vakf-ı Gurebâhâne-i Laklakan!
Her
alanda hizmet veren medeniyetimiz, leylekleri unutur mu? Bir eserine isim kaynağı
olan ve ilk Ahmet Haşim’in tanıttığı Gurebâhâne-i Laklakan; leylekler başta
olmak üzere göçmen kuşların bakım ve tedavisi için 19. yyda Bursa’da kurulmuş
ilk hayvan hastanesidir.
Ahmet
Haşim’in hastaneye ait hatırası şöyledir:
O sırada yan yana birkaç odadan ibaret harap bir ufak binanın önüne gelmiştik. Mösyö Greguvar Bay:
- İşte Gurebâhâne-i Lâklakan, dedi. Biliniz ki bahçemin bu köşesi, hakikat şeklini almış kendi hayalimdir. Bu harap üç odayla onları çeviren bu bahçe içinde, ömrümün bu son günleri sükûn ve tahayyül içinde geçiyor. Fırsat buldukça buraya iltica ederim (sığınırım). Zevcem bile bana burada refakat etmez. Bu inzivâgâhta (sığınılacak yer) arkadaşlarım, yalnız sakat ve ihtiyar bir iki leylektir. Bilmem Bursa'yı gezerken gördünüz mü? Haffaflar (kavaflar, ayakkabı, terlik vb. yapıp satanlar) çarşısının ortasında bir meydan var. Bu meydan malûl bazı hakanların darülacezesidir (düşkünler evi). Kanadı veya bacağı kırık leylekler, bunamış kargalar, kör ve sağır baykuşlar burada halkın sadakası ile iaşe edilir (yedirilir, içirilir). Haffaf' esnafının aylıkla tuttuğu, belki yüz yaşında, baktığı leylekler kadar amelimanda (yaşlı, işe yaramaz) bir ihtiyar, toplanan sadaka parası ile her gün işkembe alır, temizler, parçalar ve insan merhametine iltica eden bu zavallı kuşlara dağıtır. Haffaflar çarşısındaki sakat leyleklerin bir iki tanesini buraya aldım. Ben de artık, bir sakat, ihtiyar leylekten başka neyim? Bu köşe onlar ve benim için bir “gurebâhâne”dir. Son günlerimizi burada, birlikte yaşayıp bitireceğiz. Onuncun buraya “Gurebâhâne-i Lâklâkan” dedim.
Filhakika (nitekim) kanatları kırık bir leylek, beyaz elbiseler giyinmiş bir hasta gibi, uzakta, ağaçların arasında melûl melûl dolaşıyor ve ikide bir dallar ve yapraklar arasında görünen, mavi ve serbest sema (gökyüzü) parçalarına, kırmızı yuvarlak gözleriyle durup bakıyordu.
Osman
Gazi Belediyesi Gurebâhâne-i Lâklâkanı 2010 yılında tekrar restore ederek
sahipsiz sokak hayvanlarını tedavi etmek üzere hizmete açmıştır.
Leylek,
edebiyatta ve müzikte de kendine yer bulmuş.
İlkokul
yıllarından hatırlanacağı üzere kahramanı leylek olan fabl ve fıkralar hayat
dersi niteliğindedir. Aldatma, hile, kabalık, haksızlık, acımasızlık gibi
birçok kötü özellikler, dürüstlük, adillik, cömertlik yardımseverlik gibi iyi
özelliklerle bu öykülerde çarpışır.
“Tilki
ile Leylek” fablında olduğu gibi.
Evine
misafir ettiği leyleğe düz tabakta çorba ikram eden tilki güya leyleği küçümser.
Bunun altında kalmak istemeyen bilge leylek de çömlek içine koyduğu nefis
yemeklerle tilkiye bir ziyafet düzenler. Çömleğe ağzı girmeyen tilki,
yutkunmakla yetinir. Böylece leylek, tilkiye kurnazlığın ve aldatmanın ne kadar
kötü bir davranış olduğunu göstermiş olur. Hikâyede tilki, kurnazlığın ve
cimriliğin; leylek ise dürüstlük ve bilgeliğin sembolüdür.
“Obur
Kurt ile Leylek” fablında, boğazına kemik saplanan açgözlü kurda yardım eden
leylek, bu iyiliğe bir karşılık bekler. Kurt teşekkür etmek şöyle dursun hakaretlerle
leyleği kovalar. Bu hikâyede kurt kabalığı, nankörlüğü; leylek de saflığı ve yardımseverliği
temsil etmektedir.
Nasreddin
Hoca’nın kuşa benzettiği leylek!
Malumdur; Hoca ilk defa gördüğü leyleğin
gaga, kanat ve ayakuçlarından makasla alıverir ve “Şimdi bir kuşa benzedi.”
der. Fıkrada farklılıkların yok edilmesine, tek tipliğe dolayısıyla zorbalığa
ve yobazlığa vurgu yapılmaktadır.
Leylek leylek havada!
Tekerlemeler, ses oyunları ve tekrarlara dayalı ritmik
sözlerdir. “Leylek leylek havada” ise ritmik yapısının üstünde şarkı formunda
bir tekerlemedir. Çünkü tekerlemenin kendisi müziksel bir armoniye sahiptir.
Dizelerdeki kelimeler ses uyumlu dizilmiştir. Ve çocuklar, notaya gerek
kalmadan içgüdüsel dürtü ile bu tekerlemeyi şarkıya dönüştürüverir.
Leyleklerin Uçuşu… Grangé’in ilk romanı!
Avrupa’nın
Stephen King’i kabul edilen Jean-Christophe Grangé, gazete ve dergiler için
makaleler yazarken bir leylek araştırmasından ilhamla 1994 yılında ilk romanı
olan “Leyleklerin Uçuşu”nu yazar. Sadece Fransa’da 450.000 baskı yapan roman,
2002 yılında Türkçeye de çevrilmiştir. Romanın, Grangé senaryosu ve aynı isimle
2012 yılında sinema filmi çekilmiştir.
Bir
gerilim-polisiye romanı olan Leyleklerin Uçuşu; bilinmezlikler ve
sürükleyicilik üzerinden mükemmel bir kurguda yazılmıştır.
Roman
kahramanı Louise Antioche, tarih ve felsefe alanında eğitim almış biridir.
Leyleklerin göç yollarını araştırmak için kuş bilimci Max Böhm ile temasa
geçer. Max Böhm de çalışmayı kabul eder. Son ayrıntıları görüşmek üzere evine
giden Louise Antioche, Max Böhm’ü çatıdaki leylek yuvasında ölmüş olarak bulur.
Bu
ölüm olayı, Louise Antioche’i leyleklerin göç yollarını araştırma fikrinden
vazgeçirse de Müfettiş Dumaz, olayın aydınlatılması için Antioche’i
araştırmalarında teşvik eder ve yönlendirir.
Louise,
Max Böhm’ün evinden bulduğu leyleklere ait ilginç dosyalardan da hareketle
Lozan, Viyana, Bratislava, Sofya şehirlerinde araştırma yapar. Araştırmalar;
İstanbul, İzmir, Rodos ve nihayet İsrail’e uzanır. Her gittiği yerde beklenilmeyen
olaylar gelişir, cinayetler işlenir. Louise, elde ettiği bilgilerle elmas
madeni kaçakçılığını araştırmak üzere Orta Afrika’ya geçer. Sürecin sonunda
Paris’e döner. Burada birçok sürpriz ile karşılaşır. Gerçek anne babasının
Hindistan’da yaşadığını öğrenir. Roman da Hindistan’da yaşanılanlarla sona
erer.
Leylek Baba!
Leyleğin
filmi, romanı, tekerlemesi olur da türküsü/şarkısı olmaz mı?
Tabi.
1993
yılında ölen Sivas Şarkışlalı Aşık Devranî, leyleğe bir türkü yakmış.
İçli
mi içli; hasretlik mi hasretlik.
Sevdiğine
kavuşamayanların sesi, bir leyleğin dilinden söze gelmiş.
Aşık
Devranî’nin bu türküsü Müslüm Baba’nın dilinde bir şarkıya dönüşüvermiş. Zaten
bu türkünün ünü de Müslüm Baba’nın 1986 yılında çıkardığı “Yıkıla Yıkıla”
albümü ile duyulmuş. Halen de aşk acısı çekip de hasretle kavrulanlar; bu şarkı
ile teselli bulmaktadır. O türkü/şarkının sözleri:
Leylek baba, leylek babaSelam götür benden yâraBülbül gibi düştüm dala,
Benim yâre avazımıBildirsene leylek baba
Git güle güleGel güle güle
Benim yâre avazımı
Bildirsene leylek baba
Devran Baba çal sazını
Bildirsene leylek baba
Git güle güle
Gel güle güle
Bülbül gibi düştüm zâra
Bildirsene leylek baba
Âşık Devrânî
Bu yazı, dünyabizim'de yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder