11/09/2022

KARAMAN’IN REŞAT EKREM’İ: AHMET TALAT DURU

 

               


Foto: Celal Yıldırım

   KARAMAN’IN REŞAT EKREM’İ: AHMET TALAT DURU

(Celal YILDIRIM)

(I)

 Gitmek mi, kalmak mı?

Ülkemiz taşrasının kadim sorusudur bu. Denilebilir ki Anadolu’nun tarihi aynı zamanda bu soruya verilen cevabında tarihidir.

 Ve Anadolu’da “bir soru” “dört ruh hali” ortaya çıkarır:

1-Cesaret edip, yola revan olanlar. 2-Cesareti olmayıp köyüne, kasabasına mahkûm olanlar. 3-Gitmek ile kalmak arasındaki sarkaçta savrulup duranlar, yani “araftakiler”.4-Küçük dünyasından memnun olup “Taş yerinde ağırdır” sözüne uyarak memleketinde kalanlar.

   Bahsedeceğimiz kişiyi bunların içerisinde “memleketinde kalanlar” sınıfına sokabiliriz. Kendisi taşranın tunçtan kanunlarına karşı gelmemiş, bunun yerine yaşadığı yerde derviş misali hayata tutunarak saygın bir insan, meslek erbabı bir sarraf, usta bir yazar ve en önemlisi de iyi bir tarihçi olmayı başarmıştır. Evet! Anlatacağımız kişi Anadolu’nun mahalli tarihine Karaman’dan kayıt tutarak katkı yapan A. Talat Duru’dan başkası değildir.

  Şeyh’ül sarrafin** ve kalem erbabı

    Karaman’da eski Ahilik geleneğinin son temsilcilerinden olan A.Talat Duru aynı zamanda Karaman’ın Şeyh’ül sarrafin’idir. Kendisi her sabah Karaman çarşısının sarraflar sokağında bulunan dükkanını açar. Artık bir ofis gibi kullandığı bu eski sarraf dükkânına her gün erkenden gelip oturur. Derdi para kazanmak değildir. Zaten eskisi gibi tezgâhında satacak ne çeyrek, ne gerdanlık, ne de altın bilezik bulundurmaktadır. Gidenler görecektir ki masasının üstü eski Türkçe belgelerle, tarih kitaplarıyla ve el yazısı notlarla doludur. Öyleyse bu yaşlı adam her gün böyle bir zahmete neden katlanmaktadır? Talat Duru bunun nedenini alışkanlıkla açıklar. İlle de “Bu kulak, o kepenk gıcırtısını duyacak”tır.



  
Sarraf amcamızın Anadolu taşrasının tekdüzeliğine ve bunaltıcı sıradanlığına inat oldukça zengin ve dopdolu bir hayat hikâyesi vardır. Yaşamı, yazdıkları ve birikimi suyun damlaya damlaya mermeri delmesi cinsindendir. Talat Duru’nun bilgi ve kültürüne baktığımızda otodidakt özellikler taşıdığını görürüz. Yani aldığı yarım eğitime rağmen, kendi kendisinin öğretmeni olmuş; çalışarak, araştırarak, okuyarak ve dahi dinleyerek hem mesleğinde, hem de yerel tarihçilikte kendini fazlasıyla yetiştirmiştir.

   A. Talat Duru, öğrenimini Karaman’da tamamlamıştır. Karaman Ortaokulunda okurken 1940’ların dünyasında iyi hocalardan ders almış ender öğrencilerdendir. “O dönem okulların, okul olduğu devirdi” der bir sohbetinde. Öğretmenleri Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk dönem kuşağından olduğu için gerçekten de oldukça şanslıdır.

    1940’lı yılların öğretmenleri arasında eşinin 95.Alay’daki askerlik görevi nedeniyle Karaman’da bulunan ünlü edebiyatçı Halide Nusret Zorlutuna’da vardır. Böyle öğretmenlerden yetişen A. Talat Duru edebiyat-özellikle divan şiiri- ve tarih bilgisini buradan almış; Osmanlıcaya da o yıllarda merak salmıştır.

  Bir tekke ve aile hikâyesi

  Talat Duru tarihçilikte mektepli değil alaylıdır. Bir ömür sürecek olan tarih merakı okul sıralarında başlamış, bunda Türk Tarihinde önemli bir yeri olan Karamanoğullarının başkentinde bulunması da katkı sağlamıştır. Fakat gerçekte bu merak ailesinden gelmektedir. Çünkü kendisi Karaman’ın en köklü ailelerinden birisine mensuptur. Kaldı ki böyle bir aileye mensup olmak, adeta tarihçiliğe adım atmaya mecbur kalmak gibidir. Aile soyu Duru’nun kaderini de tayin etmiştir.




   1931 yılında Karaman’da doğan A. Talat Duru, Kirişçi Baba Zaviyesinin son Halveti şeyhlerinden Şeyh Sunullah Efendi’nin torunlarındandır. “Kirişçi Baba” deyince biraz duralım. Kim bu Kirişçi Baba? Onu önemli kılan nedir?

    Şöyle bir ipucu verelim o zaman: “İlim ilmi bilmektir/İlim kendini bilmektir/Sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır” dizelerinin şairi. Türk edebiyatının evrensel ismi… Yani: Yunus Emre… Evet! A. Talat Duru, arşiv kayıtlarında “eş meşhur Kirişçi Baba… ”(1) veya “ Yonis Emre…”(2) adıyla geçen Yunus Emre’nin soyundandır.*** Mensup olduğu aile Karaman’da yıllarca Yunus Emre Zaviyesinin şeyhliğini yapmış, tekke zaviyelerin kapanmasına kadar da zaviyeden ayrılmamıştır.

    Talat Duru’nun böyle bir soya mensup olduğunu öğrenmesi küçük yaşlarda olmuştur. Babası Ziya Bey her bayramda oğlunun elinden tutup Yunus Emre Camii’nin(eski adıyla Kirişçi Baba Zaviyesi) yanındaki mezarlığa götürür ve “Bak evlat! Bunlar senin ceddin! Tanı bunları!” der. İşte böyle bir ortamda büyüyen Talat Duru’nun tarihçilik hikâyesi de başlamış olur. Ve adeta bir ömür verir Yunus Emre’ye, Karaman’a, Karaman tarihine…



Yunus Emre Divanı Karaman Nüshası ilk sayfa

     Yıllarca Kirişçi Baba’nın Yunus Emre olduğunu ispata çalışır Talat Duru. Belge toplar, arşive girer, alan araştırması yapar, eski devrin yaşlılarını dinleyip söylediklerini kayıt altına alır.1940’lardan günümüze kadar yaşadığı şehirle ilgili yüzlerce fotoğraf toplar. Yunus Emre Zaviyesinin kaybolan kitaplarının yıllar sonra bir dedektif gibi izini bile sürer.

 Kelâmın kaleme dönüşmesi

    Sonra tüm bu araştırdıklarını ve biriktirdiklerini halkın anlayabileceği kadar kolay ve etkili bir dille yıllarca gazetelerde, dergilerde makale veya yazı dizisi olarak yazmaya başlar. Yetmez! Yazdıklarının Yunus Emre ile ilgili olanlarını “Yunus Şeyhliği” ve “Belgelerle Yunus Emre” adıyla kitaplaştırır. Yine “Karaman Tarihi” adıyla yaşadığı şehrin tarihini kaleme alır. Bunun dışında 1.Dünya Savaşı’nda esir düşen Karamanlı bir Türk askerinin anılarını bulur ve onları da yayımlar.

      Fakat maalesef yılların emeği ve çabası olan bu kitaplar ve makaleler taşranın “kadir bilmezliği” nin birer ispatı olur. Zira kitapları ne dün, ne de bugün hiçbir kurum veya kuruluş tarafından basılmamış, yayımlanmamıştır. Bu nedenle iş başa düşmüş, Talat Duru kendi olanaklarıyla kitaplarını yayımlatıp; insanların yararlanmaları amacıyla kütüphanelere göndermiş bu sayede araştırmacıların hizmetine sunmuştur. Son olarak Karaman folkloru ve yakın dönem kültürü hakkında yazdığı “Karaman’ın Yakın Tarihteki Kültür ve Gelenekleri” isimli kitabı bugün hala Karaman Kültürü hakkında temel eserlerin başında gelmesine rağmen yine kendi çabasıyla basılmıştır. Anlaşılacağı üzere hayatta değer sahibi olan insanlar yine yüz üstü bırakılmıştır.




Tek kişilik akademi ve küçük mabet

      Özetle mektepli olmayan tarihçimiz bir “akademi” gibi çalışarak yüzlerce makale, yazı dizisi yazmış, onlarca kitap kaleme almış ve eskilerin “velûd bir kalem” iltifatını fazlasıyla hak etmiştir.

    Bugün ilerlemiş yaşına rağmen, “küçük mabedi” ne gelen herkesi radyosundan çıkan hoş namelerle karşılar tarihçimiz. Ardından Ahilik geleneğinin bir özelliği olarak “Size ne ikram edeyim?” diye sorar. Sonra o nüktedanlık dolu hoşsohbetiyle bulunmaz bir muhabbete koyulur.

    Ve bugün Karaman çarşısındaki bu küçük sarraf dükkânından hala sesler gelmektedir. Fakat alışık olduğumuz gibi ne teraziye düşen altın sesidir bu, ne de bir altın külçesi… Daktilo sesidir o, sadece daktilo sesi! Ak saçlı bir adamın -tekleyen kalbine inat- tuşlarına vurduğu daktilosunun sesi…

    Cevher, hâlâ tarihe “mahalli kaydını” düşmektedir. Asla sakıt olmadan…

*Reşad Ekrem KOÇU: 1905'te İstanbul'da doğan Koçu, Bursa Erkek Lisesi'ni ve ardından  İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü'nü 1931’de bitirdi. Aynı fakültede asistan oldu, ancak, 1933 Üniversite Reformunda hocası Ahmet Refik Altınay'la beraber üniversiteden ayrıldı. Alman, Kuleli, Pertevniyal ve Vefa liselerinde tarih öğretmenliği yaptı. Reşad Ekrem Koçu 6 Temmuz 1975'te İstanbul'da öldü.(3) İstanbul’a gönül veren Reşad Ekrem Koçu tek başına bir akademi gibi çalışarak İstanbul ansiklopedisini hazırlamış ve pek çok tarihçi ile edebiyatçının da ansiklopediye yazmasını sağlamıştır. Bugün klasik bir eser olan İstanbul Ansiklopedisi hala alanındaki en önemli yayındır.

** Sarraflar Şeyhi.

*** NOT: Bu bilgileri verirken amacımız kesinlikle bir Yunus Emre tartışmasına girmek değildir. Tarihin tartışmalı bir konusu olan Yunus Emre’nin nereli olduğu meselesi bizi aşar.

1-Karaman Şeri Sicil Defterleri/Konya Mevlana Kütüphanesi/; A. Talat Duru; Belgelerle Yunus Emre; Nisan 2004;sayfa:41;Karaman)

2- Age. Sayfa: 35 vd.

3- Wikipedia.org; “Reşad Ekrem Koçu” maddesi.

                                  

                                 EKLER/EK SÜTUNLAR

1-YUNUS EMRE ZAVİYESİ VE SON GÜNLERİ…(ZAVİYE NASIL İTİNAYLA TALAN EDİLİR?)

    Yunus Emre zaviyesini son dönem şeyhliği aslında Osmanlı devletinin son devrine uygundur. Zaviye şeyhi Sunullah Efendi ölünce geride kalan iki oğlunun yaşları küçük olduğundan şeyhin kim olacağı sorunu ortaya çıkar.Dışardan (ahardan) şeyh bulunması tartışılırken Ahmet Usta (Eyüp Hoca) isimli bir adam Sunullah soyundan olduğu iddia ederek  mahkemeye başvurur. Mahkeme devam ederken bu başıboşluktan faydalanan devrin Kadiri şeyhi Bekir Efendi şeyhlik makamına oturur. Fakat eski şeyhin ailesi Zaviyede oturmaya devam eder. Bu mesele böylece kapanır. Tekke ve Zaviye Kanunu çıkınca ailenin zaviyeyi terk etmesi ile Kirişçi Baba zaviyesinin tarihide sona erer.1959 yılında yol yapım çalışmaları sırasında şeyh evi, vakıf, bahçe, su sarnıcı, imamevi, Kirişçi çeşmesi aynı anda yıkılır. Böylece tekkeye dair cami, türbe ve küçük bir mezarlık dışında geriye hiçbir şey kalmaz.

2-ZAVİYENİN KAYBOLAN KİTAPLARININ İZİNİ SÜRERKEN:

Talat Duru Yazıyor: “Bekir Efendi’nin şeyhlik makamına oturmasının ardından Eyüp Hoca şeyhlik benim hakkım başkalarına vermem diyerek, tekkede ne kadar kitap, belge, levha, berat-ı şahane varsa çuvallara doldurup evine götürür. Şeyhte olamaz. Eyüp Hoca öldükten sonra, Harf İnkılabı sırasında karısı paniğe kapılarak alelacele kitapları elden çıkarmaya çalışır. Bunu haber alan istasyon müdürü İzzet Koyunoğlu,-Koyunoğlu Müzesinin kurucusu-kitapları satın alarak Konya’ya götürür. Böylece tekke yılların birikimini kaybetmiştir.”( A.Talat Duru; “Yunus Şeyhliği”;sayfa:46-47;Mayıs 1993 Ankara.)

    Yazarımızın abisi Ali Duru ve daha sonrada Talat Duru Konya’da kitapların izini sürse de netice elde edemez.

3-YUNUS EMRE’NİN KARAMAN DİVANI:

A.Talat Duru Yazıyor: “Karaman’da el yazması eski bir Yunus Emre divanı bulunmaktadır. İ.Hakkı Konyalı’nın  okurken sanki bir Karamanlı’yı bir Konyalı’yı dinliyormuşum gibi geliyor diye tarif ettiği bu divan sayın Baha Kayserilioğlu muhafazasındadır.” (A.Talat Duru; “Yunus Şeyhliği”;sayfa:46;Mayıs 1993 Ankara.)

4-“HASBİHİ VE TESBİHİ CELİLULLAH” NASIL “HASBİ TESBİ CELLALLAH”OLDU? (RECEP AYINDA DEDE ŞENLİĞİ):

   Karaman’ın eski adet ve geleneklerini popüler bir üslupla yazar Talat Duru. Bunlardan bir tanesi de Recep ayına özgü olan Dede şenliği ve höykürmeleridir.

    A. Talat Duru yazıyor: “Karaman’da recep ayına bayram havası içinde girilir, çocuklarda bu ayı ip gibi çekerlerdi. Daha bir gün önceden “dede” yapmak için malzemelerini hazırlarlar. Akşamları ufak erkek çocukları ile kızların ve hanımların ellerine kına yakılırdı. Recebin ilk günü “pişi günü” olmakla beraber ayın sonuna kadar da yapılabilirdi.

    Recep ayının ilk üç gününde yapılan dede şenliği çocuk mizah anlayışının ifadenin besteye ve şiire dönüştüğü harika bir gösteridir. Çocuklar Karaman’ın muhtelif yerlerinde tekkeleri dolaşıp, orada da dervişlerin ne yaptığını dikkatle izledikten sonra, evlerine dönerek gördüklerini mizahi bir şekilde taklit eder ve anlatırlardı. Yapılan ayinler ve okudukları dualar arasında geçen “Hasbihi ve Tesbihi Celilullah” duasını dilleri dönmediği için “Hasbi, Tesbi Cellallah” deyip işin içinden çıkıverirlerdi. Dedenin yanında söyledikleri koşmaları tempo halinde söylerlerdi. Buna “höykürme” denir.

 İşte bir örnek:

Eşeğimim kuyruğunu/Kamçı mı sandın?/Kamçımı  dağlar/Bir gelin ağlar/Zülfünü yağlar/La ilahe illallah/Hasbi,tesbi,cellallah/Şıhınoğlu Feyzullah…

Yengem yengem yelikli hay hay /Yengem tavşan kulaklı hay hay/Yengemin bir kızı var hay hay/Elleri yaprak sarması hay hay/Kolları mumbar dolması hay hay/Ağzında Avşar elması hay hay/Burnu da bulgur nohutu hay hay…(A.Talat Duru; Karaman’ın Yakın Tarihteki Kültürü ve Gelenekleri; sayfa:50-52/Konya 1994).

“Bu kitabın ilk cildine hazırlık yapıyordum. Baha Kayserilioğlu’nun korumasında olan, Yunus Emre divanının bir bölümünü çıkaracağımız kitapta yayınlamamız için ricada bulundum. Baha bey birkaç gün sonra bir tomar kağıtla geldi. Bunların bir kısmı yeni harflere çevrilmişti, bir kısmı da doğrudan doğruya divandan fotokopi Arap harfleriyle olanıydı. Baha Bey kağıtları masaya koydu.” (A. Talat Duru; Belgelerle Yunus Emre; sayfa:87;Nisan 2004-Konya.)

                                                                -BİTTİ-

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder