Foto: Celal Yıldırım |
KARAMAN’IN REŞAT EKREM’İ:
AHMET TALAT DURU
(Celal YILDIRIM)
(I)
Gitmek
mi, kalmak mı?
Ülkemiz
taşrasının kadim sorusudur bu. Denilebilir ki Anadolu’nun tarihi aynı zamanda
bu soruya verilen cevabında tarihidir.
Ve Anadolu’da “bir soru” “dört ruh hali”
ortaya çıkarır:
1-Cesaret edip, yola revan olanlar. 2-Cesareti olmayıp köyüne, kasabasına mahkûm olanlar. 3-Gitmek ile kalmak arasındaki sarkaçta savrulup duranlar, yani “araftakiler”.4-Küçük dünyasından memnun olup “Taş yerinde ağırdır” sözüne uyarak memleketinde kalanlar.
Bahsedeceğimiz kişiyi bunların içerisinde “memleketinde kalanlar” sınıfına sokabiliriz. Kendisi taşranın tunçtan kanunlarına karşı gelmemiş, bunun yerine yaşadığı yerde derviş misali hayata tutunarak saygın bir insan, meslek erbabı bir sarraf, usta bir yazar ve en önemlisi de iyi bir tarihçi olmayı başarmıştır. Evet! Anlatacağımız kişi Anadolu’nun mahalli tarihine Karaman’dan kayıt tutarak katkı yapan A. Talat Duru’dan başkası değildir.
Şeyh’ül
sarrafin** ve kalem erbabı
Karaman’da eski Ahilik geleneğinin son
temsilcilerinden olan A.Talat Duru aynı zamanda Karaman’ın Şeyh’ül sarrafin’idir.
Kendisi her sabah Karaman çarşısının sarraflar sokağında bulunan dükkanını
açar. Artık bir ofis gibi kullandığı bu eski sarraf dükkânına her gün erkenden
gelip oturur. Derdi para kazanmak değildir. Zaten eskisi gibi tezgâhında
satacak ne çeyrek, ne gerdanlık, ne de altın bilezik bulundurmaktadır. Gidenler
görecektir ki masasının üstü eski Türkçe belgelerle, tarih kitaplarıyla ve el
yazısı notlarla doludur. Öyleyse bu yaşlı adam her gün böyle bir zahmete neden
katlanmaktadır? Talat Duru bunun nedenini alışkanlıkla açıklar. İlle de “Bu
kulak, o kepenk gıcırtısını duyacak”tır.
A. Talat Duru, öğrenimini Karaman’da
tamamlamıştır. Karaman Ortaokulunda okurken 1940’ların dünyasında iyi
hocalardan ders almış ender öğrencilerdendir. “O dönem okulların, okul olduğu
devirdi” der bir sohbetinde. Öğretmenleri Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk
dönem kuşağından olduğu için gerçekten de oldukça şanslıdır.
1940’lı yılların öğretmenleri arasında
eşinin 95.Alay’daki askerlik görevi nedeniyle Karaman’da bulunan ünlü edebiyatçı
Halide Nusret Zorlutuna’da vardır. Böyle öğretmenlerden yetişen A. Talat Duru
edebiyat-özellikle divan şiiri- ve tarih bilgisini buradan almış; Osmanlıcaya
da o yıllarda merak salmıştır.
Bir tekke ve aile hikâyesi
Talat Duru tarihçilikte mektepli değil
alaylıdır. Bir ömür sürecek olan tarih merakı okul sıralarında başlamış, bunda
Türk Tarihinde önemli bir yeri olan Karamanoğullarının başkentinde bulunması da
katkı sağlamıştır. Fakat gerçekte bu merak ailesinden gelmektedir. Çünkü
kendisi Karaman’ın en köklü ailelerinden birisine mensuptur. Kaldı ki böyle bir
aileye mensup olmak, adeta tarihçiliğe adım atmaya mecbur kalmak gibidir. Aile
soyu Duru’nun kaderini de tayin etmiştir.
1931 yılında Karaman’da doğan A. Talat Duru,
Kirişçi Baba Zaviyesinin son Halveti şeyhlerinden Şeyh Sunullah Efendi’nin
torunlarındandır. “Kirişçi Baba” deyince biraz duralım. Kim bu Kirişçi Baba?
Onu önemli kılan nedir?
Şöyle bir ipucu verelim o zaman: “İlim ilmi
bilmektir/İlim kendini bilmektir/Sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır”
dizelerinin şairi. Türk edebiyatının evrensel ismi… Yani: Yunus Emre… Evet! A.
Talat Duru, arşiv kayıtlarında “eş meşhur Kirişçi Baba… ”(1) veya “ Yonis
Emre…”(2) adıyla geçen Yunus Emre’nin soyundandır.*** Mensup olduğu aile
Karaman’da yıllarca Yunus Emre Zaviyesinin şeyhliğini yapmış, tekke zaviyelerin
kapanmasına kadar da zaviyeden ayrılmamıştır.
Talat Duru’nun böyle bir soya mensup
olduğunu öğrenmesi küçük yaşlarda olmuştur. Babası Ziya Bey her bayramda
oğlunun elinden tutup Yunus Emre Camii’nin(eski adıyla Kirişçi Baba Zaviyesi)
yanındaki mezarlığa götürür ve “Bak evlat! Bunlar senin ceddin! Tanı bunları!”
der. İşte böyle bir ortamda büyüyen Talat Duru’nun tarihçilik hikâyesi de
başlamış olur. Ve adeta bir ömür verir Yunus Emre’ye, Karaman’a, Karaman
tarihine…
Yunus Emre Divanı Karaman Nüshası ilk sayfa |
Yıllarca Kirişçi Baba’nın Yunus Emre
olduğunu ispata çalışır Talat Duru. Belge toplar, arşive girer, alan
araştırması yapar, eski devrin yaşlılarını dinleyip söylediklerini kayıt altına
alır.1940’lardan günümüze kadar yaşadığı şehirle ilgili yüzlerce fotoğraf
toplar. Yunus Emre Zaviyesinin kaybolan kitaplarının yıllar sonra bir dedektif
gibi izini bile sürer.
Kelâmın
kaleme dönüşmesi
Sonra tüm bu araştırdıklarını ve
biriktirdiklerini halkın anlayabileceği kadar kolay ve etkili bir dille
yıllarca gazetelerde, dergilerde makale veya yazı dizisi olarak yazmaya başlar.
Yetmez! Yazdıklarının Yunus Emre ile ilgili olanlarını “Yunus Şeyhliği” ve
“Belgelerle Yunus Emre” adıyla kitaplaştırır. Yine “Karaman Tarihi” adıyla
yaşadığı şehrin tarihini kaleme alır. Bunun dışında 1.Dünya Savaşı’nda esir
düşen Karamanlı bir Türk askerinin anılarını bulur ve onları da yayımlar.
Fakat maalesef yılların emeği ve çabası
olan bu kitaplar ve makaleler taşranın “kadir bilmezliği” nin birer ispatı
olur. Zira kitapları ne dün, ne de bugün hiçbir kurum veya kuruluş tarafından
basılmamış, yayımlanmamıştır. Bu nedenle iş başa düşmüş, Talat Duru kendi
olanaklarıyla kitaplarını yayımlatıp; insanların yararlanmaları amacıyla
kütüphanelere göndermiş bu sayede araştırmacıların hizmetine sunmuştur. Son
olarak Karaman folkloru ve yakın dönem kültürü hakkında yazdığı “Karaman’ın
Yakın Tarihteki Kültür ve Gelenekleri” isimli kitabı bugün hala Karaman Kültürü
hakkında temel eserlerin başında gelmesine rağmen yine kendi çabasıyla
basılmıştır. Anlaşılacağı üzere hayatta değer sahibi olan insanlar yine yüz
üstü bırakılmıştır.
Tek kişilik akademi ve küçük mabet
Özetle mektepli olmayan tarihçimiz bir
“akademi” gibi çalışarak yüzlerce makale, yazı dizisi yazmış, onlarca kitap
kaleme almış ve eskilerin “velûd bir kalem” iltifatını fazlasıyla hak etmiştir.
Bugün ilerlemiş yaşına rağmen, “küçük mabedi”
ne gelen herkesi radyosundan çıkan hoş namelerle karşılar tarihçimiz. Ardından
Ahilik geleneğinin bir özelliği olarak “Size ne ikram edeyim?” diye sorar.
Sonra o nüktedanlık dolu hoşsohbetiyle bulunmaz bir muhabbete koyulur.
Ve bugün Karaman çarşısındaki bu küçük
sarraf dükkânından hala sesler gelmektedir. Fakat alışık olduğumuz gibi ne
teraziye düşen altın sesidir bu, ne de bir altın külçesi… Daktilo sesidir o,
sadece daktilo sesi! Ak saçlı bir adamın -tekleyen kalbine inat- tuşlarına
vurduğu daktilosunun sesi…
Cevher, hâlâ tarihe “mahalli kaydını”
düşmektedir. Asla sakıt olmadan…
*Reşad
Ekrem KOÇU:
1905'te İstanbul'da doğan Koçu, Bursa Erkek Lisesi'ni ve ardından İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü'nü 1931’de bitirdi. Aynı
fakültede asistan oldu, ancak, 1933 Üniversite Reformunda hocası Ahmet Refik Altınay'la beraber üniversiteden ayrıldı. Alman, Kuleli, Pertevniyal ve Vefa
liselerinde tarih öğretmenliği yaptı. Reşad Ekrem Koçu 6 Temmuz 1975'te İstanbul'da öldü.(3) İstanbul’a gönül veren
Reşad Ekrem Koçu tek başına bir akademi gibi çalışarak İstanbul ansiklopedisini
hazırlamış ve pek çok tarihçi ile edebiyatçının da ansiklopediye yazmasını
sağlamıştır. Bugün klasik bir eser olan İstanbul Ansiklopedisi hala alanındaki
en önemli yayındır.
**
Sarraflar Şeyhi.
***
NOT: Bu bilgileri verirken amacımız kesinlikle bir Yunus Emre tartışmasına
girmek değildir. Tarihin tartışmalı bir konusu olan Yunus Emre’nin nereli
olduğu meselesi bizi aşar.
1-Karaman
Şeri Sicil Defterleri/Konya Mevlana Kütüphanesi/; A. Talat Duru; Belgelerle
Yunus Emre; Nisan 2004;sayfa:41;Karaman)
2-
Age. Sayfa: 35 vd.
3-
Wikipedia.org; “Reşad Ekrem Koçu” maddesi.
EKLER/EK SÜTUNLAR
1-YUNUS EMRE ZAVİYESİ VE SON
GÜNLERİ…(ZAVİYE NASIL İTİNAYLA TALAN EDİLİR?)
Yunus Emre zaviyesini son dönem şeyhliği
aslında Osmanlı devletinin son devrine uygundur. Zaviye şeyhi Sunullah Efendi
ölünce geride kalan iki oğlunun yaşları küçük olduğundan şeyhin kim olacağı
sorunu ortaya çıkar.Dışardan (ahardan) şeyh bulunması tartışılırken Ahmet Usta
(Eyüp Hoca) isimli bir adam Sunullah soyundan olduğu iddia ederek mahkemeye başvurur. Mahkeme devam ederken bu
başıboşluktan faydalanan devrin Kadiri şeyhi Bekir Efendi şeyhlik makamına
oturur. Fakat eski şeyhin ailesi Zaviyede oturmaya devam eder. Bu mesele
böylece kapanır. Tekke ve Zaviye Kanunu çıkınca ailenin zaviyeyi terk etmesi
ile Kirişçi Baba zaviyesinin tarihide sona erer.1959 yılında yol yapım
çalışmaları sırasında şeyh evi, vakıf, bahçe, su sarnıcı, imamevi, Kirişçi
çeşmesi aynı anda yıkılır. Böylece tekkeye dair cami, türbe ve küçük bir
mezarlık dışında geriye hiçbir şey kalmaz.
2-ZAVİYENİN KAYBOLAN KİTAPLARININ İZİNİ
SÜRERKEN:
Talat
Duru Yazıyor: “Bekir Efendi’nin şeyhlik makamına oturmasının ardından Eyüp Hoca
şeyhlik benim hakkım başkalarına vermem diyerek, tekkede ne kadar kitap, belge,
levha, berat-ı şahane varsa çuvallara doldurup evine götürür. Şeyhte olamaz.
Eyüp Hoca öldükten sonra, Harf İnkılabı sırasında karısı paniğe kapılarak
alelacele kitapları elden çıkarmaya çalışır. Bunu haber alan istasyon müdürü
İzzet Koyunoğlu,-Koyunoğlu Müzesinin kurucusu-kitapları satın alarak Konya’ya
götürür. Böylece tekke yılların birikimini kaybetmiştir.”( A.Talat Duru; “Yunus
Şeyhliği”;sayfa:46-47;Mayıs 1993 Ankara.)
Yazarımızın abisi Ali Duru ve daha sonrada
Talat Duru Konya’da kitapların izini sürse de netice elde edemez.
3-YUNUS EMRE’NİN KARAMAN DİVANI:
A.Talat
Duru Yazıyor: “Karaman’da el yazması eski bir Yunus Emre divanı bulunmaktadır.
İ.Hakkı Konyalı’nın okurken sanki bir
Karamanlı’yı bir Konyalı’yı dinliyormuşum gibi geliyor diye tarif ettiği bu
divan sayın Baha Kayserilioğlu muhafazasındadır.” (A.Talat Duru; “Yunus
Şeyhliği”;sayfa:46;Mayıs 1993 Ankara.)
4-“HASBİHİ VE TESBİHİ CELİLULLAH” NASIL
“HASBİ TESBİ CELLALLAH”OLDU? (RECEP AYINDA DEDE ŞENLİĞİ):
Karaman’ın eski adet ve geleneklerini
popüler bir üslupla yazar Talat Duru. Bunlardan bir tanesi de Recep ayına özgü
olan Dede şenliği ve höykürmeleridir.
A. Talat Duru yazıyor: “Karaman’da recep
ayına bayram havası içinde girilir, çocuklarda bu ayı ip gibi çekerlerdi. Daha
bir gün önceden “dede” yapmak için malzemelerini hazırlarlar. Akşamları ufak
erkek çocukları ile kızların ve hanımların ellerine kına yakılırdı. Recebin ilk
günü “pişi günü” olmakla beraber ayın sonuna kadar da yapılabilirdi.
Recep ayının ilk üç gününde yapılan dede
şenliği çocuk mizah anlayışının ifadenin besteye ve şiire dönüştüğü harika bir
gösteridir. Çocuklar Karaman’ın muhtelif yerlerinde tekkeleri dolaşıp, orada da
dervişlerin ne yaptığını dikkatle izledikten sonra, evlerine dönerek
gördüklerini mizahi bir şekilde taklit eder ve anlatırlardı. Yapılan ayinler ve
okudukları dualar arasında geçen “Hasbihi ve Tesbihi Celilullah” duasını
dilleri dönmediği için “Hasbi, Tesbi Cellallah” deyip işin içinden
çıkıverirlerdi. Dedenin yanında söyledikleri koşmaları tempo halinde
söylerlerdi. Buna “höykürme” denir.
İşte bir örnek:
Eşeğimim
kuyruğunu/Kamçı mı sandın?/Kamçımı
dağlar/Bir gelin ağlar/Zülfünü yağlar/La ilahe
illallah/Hasbi,tesbi,cellallah/Şıhınoğlu Feyzullah…
Yengem
yengem yelikli hay hay /Yengem tavşan kulaklı hay hay/Yengemin bir kızı var hay
hay/Elleri yaprak sarması hay hay/Kolları mumbar dolması hay hay/Ağzında Avşar
elması hay hay/Burnu da bulgur nohutu hay hay…(A.Talat Duru; Karaman’ın Yakın
Tarihteki Kültürü ve Gelenekleri; sayfa:50-52/Konya 1994).
“Bu
kitabın ilk cildine hazırlık yapıyordum. Baha Kayserilioğlu’nun korumasında
olan, Yunus Emre divanının bir bölümünü çıkaracağımız kitapta yayınlamamız için
ricada bulundum. Baha bey birkaç gün sonra bir tomar kağıtla geldi. Bunların
bir kısmı yeni harflere çevrilmişti, bir kısmı da doğrudan doğruya divandan
fotokopi Arap harfleriyle olanıydı. Baha Bey kağıtları masaya koydu.” (A. Talat
Duru; Belgelerle Yunus Emre; sayfa:87;Nisan 2004-Konya.)
-BİTTİ-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder