14/09/2022

YUNUS EMRE’NİN “OL GEÇİDÜN KORKUSI” ADLI ŞATHİYELİ ŞİİRİ VE MİTOLOJİK UNSURLARI

 


YUNUS EMRE’NİN “OL GEÇİDÜN KORKUSI” ADLI ŞATHİYELİ ŞİİRİ VE MİTOLOJİK UNSURLARI

 

Yusuf YILDIRIM

Giriş

Türk şiirinin ilginç türlerinden şathiye; ciddî bir düşünce ve duyguyu ince bir alay veya şaka yoluyla dudaklarda bir tebessüm uyandıracak şekilde, bâzan da sembolik bir dille anlatma (Ayverdi) temel anlamında iken sûfînin sekr, vecd, cezbe, galebe, inbisat, istiğrak, cem‘, fenâ ve tevhîd-i zâtî gibi kendini kontrol edemediği tasavvufî haller içinde söylediği sözleri biçiminde kavramlaşmıştır. Bâyezîd-i Bistâmî, Sehl et-Tüsterî ve Hallâc-ı Mansûr ilk dönem tasavvufunda şathiyeleriyle en çok tanınan sûfîlerdir (Uludağ, 2010: 370-373).

Yunus Emre ve şathiye deyince tabi ilk akla gelen şiir “çıktım erik dalına”dır. “çıktım erik dalına”nın ilk şerhi, Yunus Emre’ye yakın sayılabilecek bir tarihte Şeyhzâde (ö. 1497) tarafından yapılmıştır (Şeyhzade Muslihiddin: 66b-98b). Sonrasında İsmail Hakkı Bursevî (İsmail Hakkı Bursevî, s. 26b-41a), Şeyh Ali Nakşbendî el-Nevrekanî (Ali Nakşbendî, s. 156b-158b) ve Niyazî Mısrî de (Niyazi Mısrî) bu şiire şerh yapmıştır.

Burada durup “Yunus Emre’nin şathiyeli başka şiiri ya da şiirleri var mıdır?” diye sorulduğunda “ol geçidüni korkusı beni yoldan kodı” dizesiyle başlayan Yunus Emre’nin bir şiirinin de şathiye özelliği taşıdığı tespit edilmiştir. Ne ilginçtir ki, şathiye özelliği barındıran bu şiir, şimdiye kadar -belki de tespit edilemediğinden- incelemeye alınmamıştır. Özellikle öküz, balık, deniz, taş, sinek ve iğne bağlamında oluşturan dizeler; görünüşte bir şaka, alay izlenimi verirken gerçekte uhrevî gizlere değinen bir anlam evrenidir. Daha gerçekçi bakıldığında bu şiirde Yunus Emre’nin Türk mitolojisini, halkın eğitiminde nasıl kullandığı çok açık görülmektedir.

Yunus Emre’nin düşünce derinliğini göstermesi bakımından “ol geçidüni korkusı beni yoldan kodı” şiirini kaynaklar eşliğinde açıklamak, onun özellikle Türk mitolojisine hakimiyetini ortaya çıkarmak bu çalışmanın başlıca amacıdır.

Bu amaç doğrultusunda şiirin anlamına odaklanılacak olup nazım biçimi, ahenk, dil, anlatım ve sanat özellikleri gibi konulara girilmeyecektir.

Çalışma, literatür taraması, sözlük taraması, açıklama, kanıt gösterme, örnekleme, anlatım gibi yöntemlerle yazılmıştır. Alıntılama ve kaynak gösteriminde APA yöntemi tercih edilmiştir.

Beyit ve imla farklılıklarıyla bu şiir; Divân-ı Yûnus Emre Karaman (190a, 190b), Fatih (194a), Yahya Efendi (92b) ve Nuruosmaniye (186a) nüshalarında da mevcuttur. İlk kez şerhi/yorumu yapılan şiir için Karaman Nüshası esas alınmıştır.

“ol geçidüni korkusı” adlı şiirin beyit ve söz öbeği biriminde açıklanması ve yorumlanması

ol geçidüni korkusı beni yoldan kodı

degme kişi geçemez köprüsin kıldan kodı

geçid: Geçit, geçiş yeri. Geçecek yol. Boğaz. Kanal. İki dağ arasında dar, sarp ve uzun yol.

degme: Her. Herhangi. Herkes. Rastgele.

Coğrafik terim olarak geçit; iki dağ arasında oluşan “V” şeklindeki derin boşluğun taban kısmıdır. Geçit her iki taraftan dik yamaçlarla yükselerek dağın zirvesinde son bulur.  Bir kalenin, bir sarayın ana kapısı gibi bir taraftan bir tarafa kısa geçiş imkânı verenlerin yanında derin vadilerle kilometrelerce uzunluğa sahip geçitler de vardır. Hayber Geçidi, Saint Bernard Geçidi, Serno La dünyaca ünlü geçitlerdir.

Yunus Emre birinci dizede yeniden yaratılış sonrası mahşerden ahirete geçişi betimlemektedir. “o geçit” ile cennet cehennemi ayıran derin uçurumu simgelemektedir. “geçit korkusu” ifadesiyle de bu dünyadaki sınavı başaramamanın sonucunda cehenneme düşme endişesi dolaylıca anlatılmıştır.

İkinci dizede, herkesin kolayca geçemeyeceği “kıldan bir köprü”nün geçit üzerinde kurulu olduğu açıklanmaktadır. Eski Türk dini Şamanizm’de böyle bir köprüden söz edilir. Buna göre gökteki Tengri’ye ulaşma yolunda yedi engel kuruludur. Bir şamanın ruhu sadece beşinci engele kadar yani Temir Kazık’a (kutup yıldızı) gidip geri gelir. Birçok engeli aşan şaman, Temir Kazık’tan önce bir delikli taştan geçip dipsiz göle gelir. O dipsiz göl üzerinde “at kılından bir köprü” vardır (Sagalayev, 1992: 52-56).

İslâm inanışına göre, âhirette cehennem üzerinde kurulacak olan, müminlerin üstünden kolayca geçerek cennete gireceklerine, kâfirlerin ise üzerinden cehenneme düşeceklerine inanılan köprünün adı “sırat”tır. Burada sırat yerine köprü kullanılması; halka, kendi dillerinde İslâm inancını öğretmek ile açıklanabilir.

yirde gökde ol dostun hikmetleri bî-payân

hikmetine talaldan beni kâldan kodı

bî-payân: Sonsuz, nihâyetsiz, ucu bucağı olmayan, nâmütenâhî. Tükenmez.

kâl: Söz.

talmak: Dalmak. Bir şeyin dibine doğru gitmek, içine doğru sokulmak, gömülmek. Başka bir şeyle ilgilenmeyecek şekilde kendini bir şeye vermek, yalnız o şeyle ilgilenmek, kendini ona kaptırmak.

Yunus Emre, birinci dizede varlığa semiyotik bir bakış sergilemektedir. Risâletü’n-Nushiyye ve Divân’daki şiirlerinde kullandığı “gönül gözü”, “gözgü”, “nazar” gibi kelimelerle varlığın görünen yüzünün arkasındaki asıl gerçekliğe vurgu yapar. Burada da kusursuz tasarım ve üstün bilgelik ile yarattığı kâinat ve canlı cansız nesneler üzerinden Allah’ın engin ve sonsuz bilgisine “hikmetleri bî-payân” ifadesi ile dikkat çekilmektedir.

Yunus Emre, varlıktaki olağanüstü güzelliğin o denli farkında, inceliklerini o denli görmektedir ki yaşadığı hayranlık ve şaşkınlığı “hikmetine talaldan” sözüyle ikinci dizede açıklar. Bu hayranlık ve şaşkınlık insanın nutkunu bağlayacak derecededir. Yunus da bu durumu “beni kâldan kodı” yani “işte beni sözden, dünya işlerinden alıkoydu” sözleriyle belirtti.

indi öküzi ol la’în al ile azdurmaga

sinek ile Hak Çalap öküzi elden kodı

indi: İmdi, şimdi.

la’în: Lanetlenmiş, rahmetten sürülüp atılmış.

al: Turuncu renkte ipekli kumaş; turuncu rengi. Açık doru (at için). Oyun, hile.

Şimdi sıra şathiyeli beyitlerde! İlk dizede bir öküzün bir lanetli tarafından “al” ile kızdırıldığı anlatılmaktadır. Buradaki “la’în”in sinek; “al”ın da oyun, hile olduğu ikinci dizeden anlaşılmaktadır. Allah’ın izin vermesiyle sinek tarafından oyun oynanan öküzün dikkati dağılarak elden yani işinden alı konulduğu belirtilmektedir.

Peki, öküz, sinek ve al ile Yunus Emre’nin bu beyitte kurduğu imgenin gerçekliği nasıldır?

Kadîm anlatıların birçoğunda öküz, dünyayı boynuzları üzerinde taşıyan bir varlıktır. Şamanizm’de dünyayı iki boynuzu üzerinde tutan Kiyûsa adlı bir öküz ve gözü önünde uçup duran cılız bir sivrisinek vardır. Bu sinek, öküzün burnuna girmek için fırsat kollarken dünya yükünün altına girmiş ve sabırla bekleyen bu öküz de sivrisinekten sakınıp burnuna yanaşmasıyla sarsılırmış. Bu durum da zelzeleyi meydana getirirmiş (Onay, 1996: 236, 237).

öküz taşun üstinde taşı balık götürür

balık götüren deniz bünyâdın yilden kodı

Gerçek anlamları üzerinden gidildiğinde; üzerinde öküz olan bir taşı balık, balığı da denizin götürmesi, yelin (hava) denize temel olması; akılla mantıkla açıklanabilir bir durum değildir. Ama bu kurgulanan sahne; birçok tefsir ve edebiyat kaynağında, Yunan mitolojisinde ve Tevrat’ta genişçe yer alır. Bu noktada Yunus Emre’nin beyitte sözünü ettiği taş, öküz, balık, deniz, yel/havanın neye karşılık geldiğine bir odaklanmak gerek.

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri ile Şair Vehbî bin Münebbih, yer ve yer altı alemlerin yaratılışını benzer öykülerle anlatır. Buna göre Hak Teâlâ, yedi denizin her birisini, balıklar gibi binlerce çeşit mahlûkla dopdolu etmiştir. Yedinci kat göğün duvarı olan Kaf Dağı’nın ötesinde bir büyük yılan yaratmıştır. Bu yılan, o büyük dağı başı kuyruğuna gelecek şekilde çevrelemiştir. Kıyâmete dek Hak Teâlâ'ya yüksek sesle tesbîh eder. Yedi denizin ortasında yedi kat yer vardır (Erzurumlu, 1999: 36).   Şair Vehbî’ye göre ancak arz (yer) bir gemi gibi sallanıyordu (Onay, 1996: 236, 237). Bunun üzerine büyük cüsseli bir melek yaratıp ona arzın altına girerek omuzları üzerinde tutmasını emretti. Melek arzın altına girdi; bir elini maşrıktan, bir elini mağripten çıkararak omzunda tuttu (Onay, 1996: 236, 237; Erzurumlu, 1999: 36). Bu olay Yunan mitolojisindeki evreni omuzlarında tutan Atlas’ı da hatırlatır.

Taş

Bundan sonra taş ya da kayanın yaratılması olayı başlar. O meleğin ayaklarını basacak bir yer olmadığından Allah kırmızı yakuttan bir kaya (Onay, 1996: 236, 237) yarattı. O taşın yeşil yakuttan kare şeklinde bir büyük kaya (Erzurumlu, 1999: 36) olduğu da söylenir. Böylece Allah o meleğin ayağı altına o kayayı koydu. Bu kayanın üst yüzünde bin vadi yarattı. Her birini su ile doldurdu. Denizler gibi olan burasının içini binlerce çeşit mahlûkla doldurmuştur (Onay, 1996: 236, 237).

Öküz

Öküzün yaratılma olayı Nuhbe-i Vehbî ve Marifetnâme’de birbirine yakın anlatılır: Halbuki bu yakut kayanın da dayanacağı, duracağı bir yer yoktu. Hemen Hakk Teâlâ o yakut kayayı sâbit tutmak için bir büyük gövdeli bir öküz (büyük kırmızı boğa) yarattı. Bu öküz kayayı arkasına aldı ki adı bir rivayette Kiyûsa, bir başka rivâyette Liyunan’dır. Bu boğanın kırk bin başı, kırk bin boynuzu ve kırk bin ayağı vardır. Her iki ayağı arası bir yıllık yoldur. Büyük yakut kayayı boynuzları ve sırtı üzerinde taşır. Bunun da ayakları tutunacak bir yer lazımdı. (Erzurumlu, 1999: 36, 38; Onay, 1996: 236, 237).

Balık

Balığın yaratılma ve konumlandırılması olayı ise ayrıntılarıyla şöyledir: Sonra Hak Teâlâ öküzün ayaklarının karar etmesi için bir büyük balık yaratmıştır. Allah, balığa öküzün ayakları altında durmasını emretti (Onay, 1996: 236, 237; Erzurumlu, 1999: 36, 38).

Deniz

Denizin yaratılması, konumlandırılması şöyledir: Hakk Teâlâ Behmût adlı balığa “karargâh olmak için” de balığın altında büyük bir deniz yaratmıştır. Balık bu denizde hareketsiz durmaktadır. (Erzurumlu, 1999: 36; Onay, 1996: 236, 237).

Yel/Hava

Denize yelin (havanın) bünyâd (temel) olması ise şöyle anlatılır: Denizin altında hava, havanın da altında “zulûmât (karanlıklar)” halk etti (Onay, 1996: 237). Marifetnâme’ye göre yedi cehennemin altında, Saîr ve Sekar adlı tabakaların üzerinde durduğu keskin rüzgârı yaratmıştır (Erzurumlu, 1999: 36, 38; Onay, 1996: 236, 237).  

Birçok tarihi tefsir kaynağını kullanarak yazdığı Tefsirlerde İsrâiliyât kitabının “Dünya Neyin Üzerinde Duruyor?” konusunda Abdullah Aydemir, dünyanın oluşumuna ve dünya altı yerlere de değinir (Aydemir, 1979: 79-81). Buna göre Allah, yeri balık üzerinde yarattı. Bu balık Cenabı Hakk’ın; “Nun ile kaleme ve (erbâb-ı kalemin) yazmakta oldukları şeylere and olsun ki…” âyetinde belirttiği “Nuh”tur. Balık, suyun içinde (üzerinde)dir. Su da düz ve yalçın bir kaya üzerinde yaratılmıştır. Bu yalçın kaya, bir meleğin sırtındadır. Melek, kaya üzerindedir. Kaya, rüzgârın üstündedir. Bu kaya, Lokman (a. s.)’ın anlattığı kayadır ki, gökte ve yerde değildir.

Birbirinin üzerine bindirilerek yek diğerine irtibatlı bir şekilde yaratılan bu varlıklardan- balık hareket etti ve oynadı. Balığın bu hareketinin tesiriyle yer sallandı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak yerin üzerinde dağları sabit kıldı. Bundan dolayı dağlar yere karşı iftihar etmektedirler (Aydemir, 1979: 80).

Buraya kadar olan anlatılara göre dünya ve üzerinde durduğu yer altı alemleri (varlıklar) sırasıyla, arz (dünya), büyük melek, taş (kaya), öküz, balık, deniz, hava ve cehennem olarak alt altadır.

Görüldüğü üzere Yunus Emre şiirin üç, dört ve beşinci beyitlerinde dile getirdiği sinek, öküz, balık, taş, deniz, yel ile dünyanın üzerinde durduğu yer altı alemleri anlatmaktadır. Yer altı katların beyitlerdeki ve kaynaklardaki sıralaması eştir. Yine sıralamaya uygun olarak bundan sonra Yunus Emre, cehenneme değinecektir.

Yunus Emre, bu beyitte yer altı alemleri sayarak; sırat köprüsünden geçemeyenlerin cehenneme giderken uğrayacağı yerleri ve hangi zorlu ortamlarla karşılaşacağını daha da ilerisinde buralara düşenlerin Allah’a da bir o kadar uzak kalacağını ima etti.

cehennem key karanu cehennem tahte’l-serâ

kula ayruk suâl yok kulı su’âldan kodı

key: Çok, pek, gayet, pek çok, iyi, iyice, hakkıyla.

tahta’l-serâ: Toprak altı.

İki önemli özelliği; “key karanu (kapkaranlık)” ve “tahte’l-serâ (toprak altında)” oluşuyla burada cehenneme vurgu yapıldı.

Şair Vehbî ile Erzurum İbrahim Hakkı Hazretleri’ne göre cehennemin yaratılışı şöyledir: Hakk Teâlâ denizin altında yedi tabak cehennemi yaratmıştır ki, büyük deniz cehennem üzerinde sâkin olmuştur.  (Erzurumlu, 1999: 36; Onay, 1996: 236, 237). Yedi cehennemin altında, Saîr ve Sekar adlı tabakaların üzerinde durduğu keskin rüzgârı yaratmıştır. Havanın da altında “zulûmât (karanlıklar)” halk etmiştir. Bundan ötesini mahlûklar bilmezler, Allah bilir (Onay, 1996: 237). Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, cehennem ve cehennem yaratıkları hakkında ayrıntılı bilgiler verir (Erzurumlu, 1999: 36, 37, 38).

Yunus Emre’nin “key karanu (kapkaranlık)” tanımlaması ile Şair Vehbî’nin “havanın da altında ‘zulûmât-(karanlıklar)’ halk etti (Onay, 1996: 237) anlatısı birbiriyle örtüşmektedir.

İkinci dizedeki “ayruk”; Yunus Emre’nin Risâletü’n-Nushiyye ve Divân’da nefsânî ve şeytanî özellikler için sık kullandığı bir kavramdır. Dizede “ayruk”un temel anlamda mı kavram olarak kullanıldığı belirsizdir. Bundan dolayı “kula ayruk suâl yok” ifadesi, iki anlama açıktır. Ayruk temel anlamıyla ele alınırsa ilgili ifade; cehennemde kişiye başkaca bir sual yani sınav yok anlamındadır. Nefis ya da şeytani olan anlamıyla “ayruk” ele alınırsa bu kez ilgili ifade; “kula nefsinden burada sınav yok” anlamına gelmektedir. Her iki anlamda dizenin bütünüyle uyumludur. Çünkü dizenin ikinci bölümünde “kulı su’âldan kodı” ifadesiyle zaten insanlar, mahşerde sorulana cevap veremedikleri için buraya koyuldukları belirtilmektedir.

Tahte’l-serâ!

Yunus Emre Hazret’in cehennemle vurguladığı “tahte’l-serâ”, yer altı, toprak altı anlamındadır. Burada diğer katların tersine; toprağın altında diye doğrudan ve açıkça cehenneme bir konumlandırma yapıldı. Bu noktada bir başka tartışma konusu ortaya çıkmaktadır. Şu durumda Marifetnâme vb. kaynaklar ve Yunus Emre’nin anlatısına göre cehennemin konumuna dair iki önemli seçenek ortaya çıktı. İlk çağrışıma göre cehennem, yer altında dünyanın merkezi olan çekirdektir. Yunus Emre’nin ve geleneksel kaynakların anlatısındaki öküz, taş, balık, deniz, hava beşlisi; dünyanın katmanları olan hava küre, su küre, taş küre, ateş küre ve çekirdek beşlisi midir?

Diğer duruma göre, dünya dışında yine maddeden yaratılmış/yaratılacak bir alem ya da alemler vardır.

Yunus Emre, buraya kadar olan beyitlerle; “günahkâr kulların uzun bir yolculuk ile inecekleri cehennemde çetin ve zorlu bir ortamda bulunacaklarını ayrıca tamamlanan ceza sonrası buradan çıkışın da aynı şekilde zorlu, sıkıntılı olacağını” dolaylıca vurguladı. Yunus’un asıl söylemek istediği ise “daha vakit var iken kulun o sınavdan geçip yani ruhlar aleminde verilen sözü bu dünyada iken yerine getirip cehenneme uğramadan göklere yani Allah’a ulaşmak”tır.

dosta ‘âşık olanun güci sözine yiter

güci sözine yiten sözini dilden kodı

dil: Ağız içinde ses çıkarmayı ve tat almayı sağlayan organ.

gücü sözüne yetmek”ten ilk bakışta “insanın tek yapabildiği söylemektir” anlamı çıkmaktadır. Ancak “dosta âşık olmak” ile “gücü sözüne yetmek” beraber düşünüldüğünde; beyitte dilini tutan, içindeki enerjiyi, gizleri ve keşifleri hemen söylemeyen anlamı söz konusudur. Bu noktadan hareketle de gücü sözüne yetmek ile kendini yönetmek anlamının vurgulandığı görülebilir. Bir başka deyişle “dosta aşık kişi” yerinde ve zamanında konuşandır, sözleri özünden, inancından söyleyendir. O zaman da o kişi; yaşadığını söyleyen ve söylediğini yaşayandır.

İkinci dizenin ikinci bölümündeki “sözünü dilden kodı” ifadesinde; “sözünü dilden yani gönülden söyledi” ve “sözünü söylerken gönlünü de bıraktı” biçiminde birbirine zıt iki anlam tartışılabilir. İlk anlama göre “kişinin sözlerinin kaynağı dil yani gönül” olmaktadır. İkinci anlama göre kişi, öyle bir derinliğe ulaşmış ki sözleri gönülden de öte bir kaynaktan söylemektedir. Ancak etimolojik açıdan Yunus Emre’nin “dil”i konuşma organı ya da gönül anlamında mı kullandığını tartışmak yersizdir. Çünkü burada olduğu gibi Yunus Emre’nin şiirlerinde dil; tamamen konuşma organı anlamında kullanılır.

Bu durumda “sözini dilden kodı” ifadesi; sözünü dile getirmedi, sözünü açıkça söylemedi, sırrını aşikâr etmedi anlamlarındadır. Dizenin tamamında ise aşkla gelen coşkunluğa kapılmadan, bağırma, çağırma ya da içindekini boşaltma gibi bir eğilime girmeden insanın kendini yönettiği anlatılmak istenmektedir. Şiirin bütününe ve beytin şiirde durduğu yere bakıldığında sırasıyla; dünyadan, varlıktan, nefisten ve gönülden bir terk söz konusudur. Bekâbillâh’a ulaşmada bir yol alma bir mesafe kat etme yöntemi olduğundan terk kavramı, beytin anlamına da uygun düşmektedir. O zaman “sözünü dilden kodu” anlatımında “Âşık duygularını çok iyi yönetip içindekini dile vermeden, gizini açık etmeden hal ile söyledi.” anlamı baskındır. Çünkü âşık, kalbinde, cânında Allah’tan başka bir varlık taşımaz. Dolayısıyla yaşamında dile getirdiği sözleri artık gönülden de içeride cândan gelmektedir. Cân ise Allah’ın nurunu yüklenmiştir. Diğer bir deyişle içteki coşkunun, kaynamanın kaynağı Allah’tır. bir ben vardır benden içeri” şiiri de burada hatırlanabilir. Ondan dolayıdır ki gücü sözüne yeten, söz söylerken gönlü de bırakıp Hakk’ı esas almaktadır.

Yunus Emre bu beyitle cehennem korkusuyla kötülüklerden uzak durmak bir yana asıl olanın Allah’a aşk ile bağlılık olduğunu ve aşk üzere olanların bu sınavdan başarılıca çıkacağını belirtti.

dostun etegin dutan dostıla bâzâr ider

bâzâr iden dostıla bâzârın elden kodı

dostun eteğini tutmak”, Hak yol üzere olmak, Hakk’ın kuralları doğrultusunda olmak; “dostula bazar” aşkta sevgi alışverişi üzere olmak anlamında mecazlardır. İlk dizeye göre Hak yola düşen, sürekli ilâhî muhabbet üzeredir. Aşk ateşi kalbe düştükçe, ar ile edep ile hayret ile Allah’a sürekli sevgi, nâz ve niyaz gönderilir. Bir başka deyişle aşk halinde cân ile varlığın öz kaynağı Allah arasında sürekli bir ilişki sürekli bir iletişim ve etkileşim vardır. Tüm cânlar, sevgi, değer, duygu bakımından ana kaynağa yani Allah’a sürekli mesaj gönderir. Allah bunun karşılığında arınmış ruhlara kendisinden nur ile varır, nur ile câna dolar. Öyle bir noktaya gelinir ki, artık gönülde, cânda sadece ilâhî nur vardır ve cân Allah’tan başka bir nesne hissetmez. İlâhî nur ile dolan cân, aşkta pazara da ihtiyaç hissetmez.

işitdün Meryem oglı dostına varuriken

gör âhir yarım igne ‘Îsâ’yı yoldan kodı

Hazreti İsa ve yarım iğnesi, divan şiirinin de önemli sembollerindendir. Bir rivayete göre Hazreti İsa tas, tarak ve iğneyi yanından hiç ayırmazmış. Bir gün adamın birini pınara eğilerek eliyle su içerken görür ve “Demek ki, su içmek için tasa gerek yokmuş, insana insanın kendisi yetiyormuş. der ve tası elinden atar. Bir başka gün adamının birinin eliyle sakalını taradığını görür. Yine “Saçı, sakalı düzeltmek için tarağa gerek yokmuş.” diyerek tarağı da bırakır. Zaman su gibi geçip Hazreti İsa da göğe yükseltilip de dördüncü kata geldiğinde melekler onu yoklar, üzerinde dünya eşyası olarak bir iğne bulur. (Akar, 1987: 73).  Melekler “Allah huzuruna giderken dünyadan bir nesne mi götürüyorsun?” diye sorguya çekip onu dördüncü kat semada alıkoyar (Pala, 2002, s. 248, 249).

“İsa, bir peygamber olmasına rağmen Allah yolunda yargılandı ve bir yarım iğne yüzünden bir noktada kaldı.” anlamında “gör âhir yarım igne ‘Îsâ’yı yoldan kodı” dizesini söylerken Yunus Emre, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmada ne kadar ince ve zorlu bir yol olduğunu vurguladı.

Yûnus eydür dimegil dostı gircek severem

dostı gircek sevenler benligin elden kodı

Son beyitte Yunus Emre, Allah’ı gerçek sevmenin büyük ve zorlu bir fedakarlıktan geçtiğini “dimegil, dostu gerçek severim” sözüyle vurguladı. Çünkü dostu yani Allah’ı gerçek sevmek sadece bir söz ile gerçekleştirilebilecek bir eylem bir süreç değildir.

İkinci dizede Allah’ı gerçek sevmenin ölçüsünü belirtti. Dostu, yani Allah’ı gerçek sevmek, sorumluluğu çok zor üstlenilebilecek bir sözdür. Çünkü Allah’ı gerçek sevebilmek; sözün kat kat ötesinde dünyayı, maddeyi kalbinden atarak ilâhî nûr, bir cân, ile olabilecek bir his, bir doyum dolayısıyla yaşamdır. Bu da herkese ulaşabileceği bir nasip değildir. Buna en güzel örnek; Hak uğruna aşk uğruna İbrahim Edhem’in koca bir sultanlığı bırakıp kendini çöllere vermesidir.

Değerlendirme

ol geçidüni korkusı beni yoldan kodı” dizesiyle başlayan Yunus Emre’nin şathiye özellikli bir şiiri ayrıntılı açıklama ve yorumlarla anlama dayalı işlendi. Biçim özellikleri, ölçü, ahenk unsurları, edebi sanatlar özelliklerine girilmedi. Şiirin ana hatlarıyla anlam özellikleri şunlardır.

Tema

Allah’a ulaşmanın çok zorlu ve ince bir yoldan geçtiği, kötülüklerin de çok ağır koşul ve ortamlarda karşılık bulacağının anlatılması

Konu

Ahiret hayatının iyi ve kötü olmak üzere iki yönü ile Allah’ı gerçek sevmenin zorlu, çetin yolu.

İçerik

Şiirde dokuz beyitte dünyadan bakışla ahiret hayatının tablosu çizilmiştir. Bu tabloya göre ilk beyitte dünya sonrasında ahirete giriş noktası olan sırat köprüsüne değinilmiştir.

İkinci beyitte son derece hayranlık uyandıran Allah’ın üstün bilgisiyle yaratılmış kainatına bakış vurgulandı.

Üçüncü beyitte yeraltı ilk alemleri için sinek ve öküz sembolleriyle bir imge oluşturuldu.

Dördüncü beyitte yer altı dünyaları, öküz, taş, balık, deniz ve yel (hava) aşamalı sıralandı.

Yunus Emre’nin burada kullandığı sinek, öküz, taş, balık, deniz, yer hem eski Türk inancında hem de kadim medeniyetlerde anlatılan yer altı dünyalarının adlarıdır. Bu adlar, kâinatın ve dünyanın yaratılışının anlatıldığı kaynaklarda ve literatürde hemen hemen aynı ad ve anlamlarda geçer.

Beşinci beyitte Yunus Emre kısaca cehennem konusuna girdi. Buradaki amaç cehennemin ne derinlikte ve buraya gelecekler için nasıl bir azap ortamı olduğunu anlatmaktır.

Altıncı beyitte ise cehenneme uğramadan Allah’ın yanına gitmenin mümkün olduğu bunun da aşk ile olabileceği söylenmiştir. Ancak aşk da tek başına yeterli olmadığı bu yolda insanın diline sahip olup kendini tutması, denetlemesi ve heveslerine uymaması gerektiği ima edilmiştir.

Yedinci beyitte Hak yolcusunun Allah ile aşk etkileşimine girmesi, “pazar” mecazı ile dile getirildi.

Sekizinci beyitte Allah katına çıkmanın da büyük fedakarlıktan ve zorlu aşamalardan geçtiği, İsa ve yarım iğnesi hikayesi ile anlatıldı.

Dokuzuncu beyitte Allah’ı gerçek sevmenin ölçüsünün her şeyden vazgeçme, benliği bile bırakmak ile olduğu açıklanmıştır.

Şiirdeki mitolojik ögeler, kıldan köprü, sinek, öküz, balık, taş, deniz, havadır.

İnanç kavramları Allah, Allah aşkı, cehennemdir.

İsa ve yarım iğnesi hikayesi de Divan edebiyatının ve İslam dünyasının ortak hikayelerindendir.

Sonuç

Şiirin tamamında ölüm sonrası hayatta insanı iki yolun beklediği, bu yollardan birinin yer altı dünyası diğerinin gök, Hak yolu olduğu uyarı biçiminde anlatılmıştır.

Bu uyarıyı etkin kılmak için yer altı ve gök, sembollerle imgelenmiştir.

Şiirin en dikkat çekici yönlerinden biri de eski Türk mitolojisinin bazı unsurlarının, Yunus Emre tarafından ustaca dile getirilmesidir.

Ayrıca Yunus Emre’nin Türk mitolojisine ne kadar hâkim olduğu da şiirdeki kullandığı kavram ve simgelerden anlaşılmaktadır.

Her ne kadar cehennem ile insanlar caydırılmak istense de asıl olanın Allah’a ulaşmak olduğu ve bunun da benlikten vazgeçmekle; güçlü, bilinçli bir aşk ile gerçekleşebileceği açıklanmıştır.

Mitoloji, kâinata tecelli cephesinden bakış, yarım iğne hikayesi gibi anlatılar üzerinden bu şiire bakıldığında, bir şair olmanın ötesinde Yunus Emre’nin derin ve çok yönlü bir düşünür olduğu tartışılabilir bir konudur.

Bu ve diğer şiirlerinden hareketle bakıldığında Yunus Emre, varlığa, Allah’a ve insana dair geniş ve üstten bir bakışı var.

O zaman Yunus Emre tartışmalarında yeni bir kapı aralanmalı, genel tasavvuf kalıplarından bağımsız hareketle Yunus Emre’nin şiirleri üzerinde duran özgün düşünce sisteminin ortaya çıkarılması için yeni bir yol haritası belirlenmelidir.

Kaynakça

Akar, M. (1987). Türk Edebiyatında Manzum Mi’rac-nameler. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.

Ali Nakşbendî . Çıkdum Erik Dalına. Mecmua (s. 156b-158b). içinde İstanbul: Milli Kütüphane.

Aydemir, A. (1979). Tefsirde İsrâiliyât. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı.

Ayverdi, İ. (2020, 08 27). şathiye. Kubbealtı Lugati: http://lugatim.com/s/ŞATHİYE adresinden alındı

Ayverdi, İ. (tarih yok). Kubbealtı Lügati (http://lugatim.com). İstanbul: Kubbealtı Neşriyat.

Divân-ı Yûnus Emre Fatih Nüshası. (16. yy). İstanbul.

Divân-ı Yûnus Emre Karaman Nüshası. (14. yy). Karaman.

Divân-ı Yûnus Emre Nusuosmaniye Nüshası. (tarih yok). İstanbul.

Divân-ı Yûnus Emre Yahya Efendi Nüshası. (Hicri 1111 Miladi 1733). İstanbul.

Erzurumlu, İ. H. (1999). Marifetname. İstanbul: Bedir Yayınevi.

İsmail Hakkı Bursevî. (tarih yok). Çıkdum Erik Dalına. Mecmu’a (s. 26b-41a.). içinde Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi Esat Efendi Bölümü.

Niyazi Mısrî. Şerh-i Gazel-i Yûnus Emre. İstanbul: Topkapı TY Kat.

Onay, A. T. (1996). Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı. Ankara: MEB.

Pala, İ. (2002). Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü. İstanbul: L&M Yayınları.

Sagalayev, A. M. (1992). Altay v Zerkale Mira. Novosibirsk.

Sünbülzâde, V. (1246 (1830)). Nuhbe-i Vehbî. İstanbul.

Şeyhzade Muslihiddin. Çıkdum Erik Dalına. İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi.

ULUDAĞ, S. (2010). Şathiye. TDV İslam Ansiklopedisi, 38, s. 370-371. https://islamansiklopedisi.org.tr/sathiye adresinden alındı

Bu makale Akademik Sayfalar'da yayınlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder