YUNUS EMRE’NİN “OL GEÇİDÜN KORKUSI” ADLI ŞATHİYELİ ŞİİRİ VE MİTOLOJİK
UNSURLARI
Yusuf YILDIRIM
Giriş
Türk şiirinin ilginç türlerinden
şathiye; ciddî bir düşünce ve duyguyu ince bir alay veya şaka yoluyla
dudaklarda bir tebessüm uyandıracak şekilde, bâzan da sembolik bir dille anlatma
(Ayverdi) temel anlamında iken sûfînin sekr, vecd, cezbe,
galebe, inbisat, istiğrak, cem‘, fenâ ve tevhîd-i zâtî gibi kendini kontrol
edemediği tasavvufî haller içinde söylediği sözleri biçiminde kavramlaşmıştır.
Bâyezîd-i Bistâmî, Sehl et-Tüsterî ve Hallâc-ı Mansûr ilk dönem tasavvufunda
şathiyeleriyle en çok tanınan sûfîlerdir (Uludağ,
2010: 370-373).
Yunus Emre ve
şathiye deyince tabi ilk akla gelen şiir “çıktım erik dalına”dır. “çıktım
erik dalına”nın ilk şerhi, Yunus Emre’ye yakın sayılabilecek bir tarihte
Şeyhzâde (ö. 1497) tarafından yapılmıştır (Şeyhzade
Muslihiddin: 66b-98b). Sonrasında İsmail
Hakkı Bursevî (İsmail Hakkı Bursevî, s. 26b-41a),
Şeyh Ali Nakşbendî el-Nevrekanî (Ali Nakşbendî,
s. 156b-158b) ve Niyazî Mısrî de
Burada durup “Yunus
Emre’nin şathiyeli başka şiiri ya da şiirleri var mıdır?” diye sorulduğunda
“ol geçidüni korkusı uş beni yoldan kodı” dizesiyle başlayan Yunus
Emre’nin bir şiirinin de şathiye özelliği taşıdığı tespit edilmiştir. Ne
ilginçtir ki, şathiye özelliği barındıran bu şiir, şimdiye kadar -belki de
tespit edilemediğinden- incelemeye alınmamıştır. Özellikle öküz, balık, deniz,
taş, sinek ve iğne bağlamında oluşturan dizeler; görünüşte bir şaka, alay
izlenimi verirken gerçekte uhrevî gizlere değinen bir anlam evrenidir. Daha
gerçekçi bakıldığında bu şiirde Yunus Emre’nin Türk mitolojisini, halkın
eğitiminde nasıl kullandığı çok açık görülmektedir.
Yunus Emre’nin
düşünce derinliğini göstermesi bakımından “ol geçidüni korkusı uş beni yoldan kodı” şiirini kaynaklar eşliğinde açıklamak,
onun özellikle Türk mitolojisine hakimiyetini ortaya çıkarmak bu çalışmanın
başlıca amacıdır.
Bu amaç doğrultusunda
şiirin anlamına odaklanılacak olup nazım biçimi, ahenk, dil, anlatım ve sanat
özellikleri gibi konulara girilmeyecektir.
Çalışma, literatür
taraması, sözlük taraması, açıklama, kanıt gösterme, örnekleme, anlatım gibi
yöntemlerle yazılmıştır. Alıntılama ve kaynak gösteriminde APA yöntemi tercih
edilmiştir.
Beyit ve imla farklılıklarıyla bu şiir; Divân-ı Yûnus
Emre Karaman (190a, 190b), Fatih (194a), Yahya Efendi (92b)
ve Nuruosmaniye (186a) nüshalarında da mevcuttur. İlk kez şerhi/yorumu
yapılan şiir için Karaman Nüshası esas alınmıştır.
“ol geçidüni
korkusı”
adlı şiirin beyit ve söz
öbeği biriminde açıklanması ve yorumlanması
ol geçidüni korkusı uş beni yoldan kodı
degme kişi geçemez köprüsin kıldan kodı
geçid:
Geçit, geçiş yeri. Geçecek yol. Boğaz. Kanal. İki dağ arasında dar, sarp ve
uzun yol.
degme:
Her. Herhangi. Herkes. Rastgele.
Coğrafik terim olarak geçit; iki dağ arasında oluşan “V” şeklindeki
derin boşluğun taban kısmıdır. Geçit her iki taraftan dik yamaçlarla yükselerek
dağın zirvesinde son bulur. Bir kalenin,
bir sarayın ana kapısı gibi bir taraftan bir tarafa kısa geçiş imkânı verenlerin
yanında derin vadilerle kilometrelerce uzunluğa sahip geçitler de vardır.
Hayber Geçidi, Saint Bernard Geçidi, Serno La dünyaca ünlü geçitlerdir.
Yunus Emre birinci dizede yeniden yaratılış sonrası mahşerden
ahirete geçişi betimlemektedir. “o geçit” ile cennet cehennemi
ayıran derin uçurumu simgelemektedir. “geçit korkusu” ifadesiyle
de bu dünyadaki sınavı başaramamanın sonucunda cehenneme düşme endişesi dolaylıca
anlatılmıştır.
İkinci
dizede, herkesin kolayca geçemeyeceği “kıldan bir köprü”nün geçit
üzerinde kurulu olduğu açıklanmaktadır. Eski Türk dini Şamanizm’de böyle bir
köprüden söz edilir. Buna göre gökteki Tengri’ye ulaşma yolunda yedi engel kuruludur.
Bir şamanın ruhu sadece beşinci engele kadar yani Temir Kazık’a (kutup yıldızı)
gidip geri gelir. Birçok engeli aşan şaman, Temir Kazık’tan önce bir
delikli taştan geçip dipsiz göle gelir. O dipsiz göl üzerinde “at kılından
bir köprü” vardır (Sagalayev, 1992: 52-56).
İslâm
inanışına göre, âhirette cehennem üzerinde kurulacak olan, müminlerin üstünden
kolayca geçerek cennete gireceklerine, kâfirlerin ise üzerinden cehenneme
düşeceklerine inanılan köprünün adı “sırat”tır. Burada sırat yerine
köprü kullanılması; halka, kendi dillerinde İslâm inancını öğretmek ile
açıklanabilir.
yirde gökde ol dostun hikmetleri bî-payân
hikmetine talaldan uş beni kâldan kodı
bî-payân: Sonsuz, nihâyetsiz,
ucu bucağı olmayan, nâmütenâhî. Tükenmez.
kâl: Söz.
talmak: Dalmak. Bir şeyin dibine doğru
gitmek, içine doğru sokulmak, gömülmek. Başka bir şeyle ilgilenmeyecek şekilde
kendini bir şeye vermek, yalnız o şeyle ilgilenmek, kendini ona kaptırmak.
Yunus Emre, birinci dizede varlığa semiyotik bir bakış
sergilemektedir. Risâletü’n-Nushiyye ve Divân’daki şiirlerinde kullandığı
“gönül gözü”, “gözgü”, “nazar” gibi kelimelerle varlığın görünen yüzünün arkasındaki
asıl gerçekliğe vurgu yapar. Burada da kusursuz tasarım ve üstün bilgelik ile
yarattığı kâinat ve canlı cansız nesneler üzerinden Allah’ın engin ve sonsuz
bilgisine “hikmetleri bî-payân” ifadesi ile dikkat çekilmektedir.
Yunus Emre, varlıktaki olağanüstü güzelliğin o denli
farkında, inceliklerini o denli görmektedir ki yaşadığı hayranlık ve şaşkınlığı
“hikmetine talaldan” sözüyle ikinci dizede açıklar.
Bu hayranlık ve şaşkınlık insanın nutkunu bağlayacak derecededir. Yunus da bu
durumu “uş beni kâldan kodı” yani “işte beni sözden, dünya
işlerinden alıkoydu” sözleriyle belirtti.
indi öküzi ol la’în al ile azdurmaga
sinek ile Hak Çalap öküzi elden kodı
indi:
İmdi, şimdi.
la’în:
Lanetlenmiş, rahmetten sürülüp atılmış.
al:
Turuncu renkte ipekli kumaş; turuncu rengi. Açık doru (at için). Oyun, hile.
Şimdi sıra şathiyeli
beyitlerde! İlk dizede bir öküzün bir lanetli tarafından “al” ile
kızdırıldığı anlatılmaktadır. Buradaki “la’în”in sinek; “al”ın
da oyun, hile olduğu ikinci dizeden anlaşılmaktadır. Allah’ın izin vermesiyle sinek
tarafından oyun oynanan öküzün dikkati dağılarak elden yani işinden alı
konulduğu belirtilmektedir.
Peki, öküz, sinek ve
al ile Yunus Emre’nin bu beyitte kurduğu imgenin gerçekliği nasıldır?
Kadîm anlatıların
birçoğunda öküz, dünyayı boynuzları üzerinde taşıyan bir varlıktır. Şamanizm’de
dünyayı iki boynuzu üzerinde tutan Kiyûsa adlı bir öküz ve gözü önünde uçup
duran cılız bir sivrisinek vardır. Bu sinek, öküzün burnuna girmek için
fırsat kollarken dünya yükünün altına girmiş ve sabırla bekleyen bu öküz de
sivrisinekten sakınıp burnuna yanaşmasıyla sarsılırmış. Bu durum da zelzeleyi meydana
getirirmiş (Onay, 1996: 236, 237).
öküz taşun üstinde taşı balık götürür
balık götüren deniz bünyâdın yilden kodı
Gerçek anlamları
üzerinden gidildiğinde; üzerinde öküz olan bir taşı balık, balığı da denizin
götürmesi, yelin (hava) denize temel olması; akılla mantıkla açıklanabilir bir
durum değildir. Ama bu kurgulanan sahne; birçok tefsir ve edebiyat kaynağında, Yunan
mitolojisinde ve Tevrat’ta genişçe yer alır. Bu noktada Yunus Emre’nin beyitte
sözünü ettiği taş, öküz, balık, deniz, yel/havanın neye karşılık geldiğine bir
odaklanmak gerek.
Erzurumlu İbrahim
Hakkı Hazretleri ile Şair Vehbî bin Münebbih, yer ve yer altı alemlerin
yaratılışını benzer öykülerle anlatır. Buna göre Hak Teâlâ, yedi denizin her
birisini, balıklar gibi binlerce çeşit mahlûkla dopdolu etmiştir. Yedinci
kat göğün duvarı olan Kaf Dağı’nın ötesinde bir büyük yılan yaratmıştır.
Bu yılan, o büyük dağı başı kuyruğuna gelecek şekilde
çevrelemiştir. Kıyâmete dek Hak Teâlâ'ya yüksek sesle tesbîh
eder. Yedi denizin ortasında yedi kat yer vardır (Erzurumlu, 1999: 36). Şair
Vehbî’ye göre ancak arz (yer) bir gemi gibi sallanıyordu (Onay, 1996: 236, 237). Bunun üzerine büyük
cüsseli bir melek yaratıp ona arzın altına girerek omuzları üzerinde tutmasını
emretti. Melek arzın altına girdi; bir elini maşrıktan, bir elini mağripten
çıkararak omzunda tuttu (Onay, 1996: 236, 237;
Erzurumlu, 1999: 36). Bu olay Yunan mitolojisindeki evreni omuzlarında
tutan Atlas’ı da hatırlatır.
Taş
Bundan sonra taş
ya da kayanın yaratılması olayı başlar. O meleğin ayaklarını basacak bir
yer olmadığından Allah kırmızı yakuttan bir kaya (Onay, 1996: 236, 237) yarattı. O taşın yeşil yakuttan kare
şeklinde bir büyük kaya (Erzurumlu, 1999:
36) olduğu da söylenir. Böylece Allah o meleğin ayağı altına o kayayı
koydu. Bu kayanın üst yüzünde bin vadi yarattı. Her birini su ile doldurdu.
Denizler gibi olan burasının içini binlerce çeşit mahlûkla doldurmuştur (Onay, 1996: 236, 237).
Öküz
Öküzün
yaratılma olayı Nuhbe-i Vehbî ve Marifetnâme’de birbirine yakın
anlatılır: Halbuki bu yakut kayanın da dayanacağı, duracağı bir yer yoktu.
Hemen Hakk Teâlâ o yakut kayayı sâbit tutmak için bir büyük gövdeli bir öküz
(büyük kırmızı boğa) yarattı. Bu öküz kayayı arkasına aldı ki adı
bir rivayette Kiyûsa, bir başka rivâyette Liyunan’dır. Bu boğanın
kırk bin başı, kırk bin boynuzu ve kırk bin ayağı vardır. Her iki ayağı arası
bir yıllık yoldur. Büyük yakut kayayı boynuzları ve sırtı üzerinde taşır. Bunun
da ayakları tutunacak bir yer lazımdı. (Erzurumlu,
1999: 36, 38; Onay, 1996: 236, 237).
Balık
Balığın
yaratılma ve konumlandırılması olayı ise ayrıntılarıyla şöyledir: Sonra Hak
Teâlâ öküzün ayaklarının karar etmesi için bir büyük balık yaratmıştır. Allah,
balığa öküzün ayakları altında durmasını emretti (Onay, 1996: 236, 237; Erzurumlu, 1999: 36, 38).
Deniz
Denizin
yaratılması, konumlandırılması şöyledir: Hakk Teâlâ Behmût adlı balığa
“karargâh olmak için” de balığın altında büyük bir deniz yaratmıştır.
Balık bu denizde hareketsiz durmaktadır. (Erzurumlu, 1999: 36; Onay, 1996: 236, 237).
Yel/Hava
Denize yelin (havanın) bünyâd (temel) olması ise
şöyle anlatılır: Denizin altında hava, havanın da altında “zulûmât
(karanlıklar)” halk etti (Onay, 1996: 237).
Marifetnâme’ye göre yedi cehennemin altında, Saîr ve Sekar adlı
tabakaların üzerinde durduğu keskin rüzgârı yaratmıştır (Erzurumlu, 1999: 36, 38; Onay, 1996: 236, 237).
Birçok
tarihi tefsir kaynağını kullanarak yazdığı Tefsirlerde İsrâiliyât kitabının
“Dünya Neyin Üzerinde Duruyor?” konusunda Abdullah Aydemir, dünyanın oluşumuna
ve dünya altı yerlere de değinir (Aydemir, 1979:
79-81). Buna göre Allah, yeri balık üzerinde yarattı. Bu balık
Cenabı Hakk’ın; “Nun ile kaleme ve (erbâb-ı kalemin) yazmakta oldukları
şeylere and olsun ki…” âyetinde belirttiği “Nuh”tur. Balık, suyun
içinde (üzerinde)dir. Su da düz ve yalçın bir kaya üzerinde
yaratılmıştır. Bu yalçın kaya, bir meleğin sırtındadır. Melek,
kaya üzerindedir. Kaya, rüzgârın üstündedir. Bu kaya,
Lokman (a. s.)’ın anlattığı kayadır ki, gökte ve yerde değildir.
Birbirinin
üzerine bindirilerek yek diğerine irtibatlı bir şekilde yaratılan bu
varlıklardan- balık hareket etti ve oynadı. Balığın bu
hareketinin tesiriyle yer sallandı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak yerin
üzerinde dağları sabit kıldı. Bundan dolayı dağlar yere karşı
iftihar etmektedirler (Aydemir, 1979: 80).
Buraya kadar olan anlatılara göre dünya ve üzerinde durduğu yer
altı alemleri (varlıklar) sırasıyla, arz (dünya), büyük melek, taş
(kaya), öküz, balık, deniz, hava ve cehennem
olarak alt altadır.
Görüldüğü üzere Yunus
Emre şiirin üç, dört ve beşinci beyitlerinde dile getirdiği sinek, öküz,
balık, taş, deniz, yel ile dünyanın üzerinde
durduğu yer altı alemleri anlatmaktadır. Yer altı katların beyitlerdeki ve kaynaklardaki
sıralaması eştir. Yine sıralamaya uygun olarak bundan sonra Yunus Emre, cehenneme
değinecektir.
Yunus Emre, bu
beyitte yer altı alemleri sayarak; sırat köprüsünden geçemeyenlerin cehenneme
giderken uğrayacağı yerleri ve hangi zorlu ortamlarla karşılaşacağını daha da
ilerisinde buralara düşenlerin Allah’a da bir o kadar uzak kalacağını ima etti.
cehennem key karanu cehennem tahte’l-serâ
kula ayruk suâl yok kulı su’âldan kodı
key: Çok, pek,
gayet, pek çok, iyi, iyice, hakkıyla.
tahta’l-serâ:
Toprak altı.
İki önemli özelliği;
“key karanu (kapkaranlık)” ve “tahte’l-serâ (toprak altında)” oluşuyla burada cehenneme
vurgu yapıldı.
Şair Vehbî ile
Erzurum İbrahim Hakkı Hazretleri’ne göre cehennemin yaratılışı şöyledir: Hakk
Teâlâ denizin altında yedi tabak cehennemi yaratmıştır ki,
büyük deniz cehennem üzerinde sâkin olmuştur. (Erzurumlu,
1999: 36; Onay, 1996: 236, 237). Yedi cehennemin altında, Saîr
ve Sekar adlı tabakaların üzerinde durduğu keskin rüzgârı
yaratmıştır. Havanın da altında “zulûmât (karanlıklar)” halk etmiştir.
Bundan ötesini mahlûklar bilmezler, Allah bilir
(Onay, 1996: 237). Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, cehennem ve
cehennem yaratıkları hakkında ayrıntılı bilgiler verir (Erzurumlu, 1999: 36, 37, 38).
Yunus Emre’nin “key
karanu (kapkaranlık)” tanımlaması ile Şair Vehbî’nin “havanın da altında
‘zulûmât-(karanlıklar)’ halk etti (Onay,
1996: 237)” anlatısı birbiriyle örtüşmektedir.
İkinci dizedeki “ayruk”;
Yunus Emre’nin Risâletü’n-Nushiyye ve Divân’da nefsânî ve şeytanî
özellikler için sık kullandığı bir kavramdır. Dizede “ayruk”un
temel anlamda mı kavram olarak kullanıldığı belirsizdir. Bundan dolayı “kula
ayruk suâl yok” ifadesi, iki anlama açıktır. Ayruk
temel anlamıyla ele alınırsa ilgili ifade; cehennemde kişiye başkaca bir sual
yani sınav yok anlamındadır. Nefis ya da şeytani olan anlamıyla “ayruk” ele
alınırsa bu kez ilgili ifade; “kula nefsinden burada sınav yok” anlamına
gelmektedir. Her iki anlamda dizenin bütünüyle uyumludur. Çünkü dizenin ikinci
bölümünde “kulı su’âldan kodı” ifadesiyle zaten insanlar,
mahşerde sorulana cevap veremedikleri için buraya koyuldukları
belirtilmektedir.
Tahte’l-serâ!
Yunus Emre Hazret’in
cehennemle vurguladığı “tahte’l-serâ”, yer altı, toprak altı
anlamındadır. Burada diğer katların tersine; toprağın altında diye doğrudan ve
açıkça cehenneme bir konumlandırma yapıldı. Bu noktada bir başka tartışma
konusu ortaya çıkmaktadır. Şu durumda Marifetnâme vb. kaynaklar ve Yunus
Emre’nin anlatısına göre cehennemin konumuna dair iki önemli seçenek ortaya
çıktı. İlk çağrışıma göre cehennem, yer altında dünyanın merkezi olan
çekirdektir. Yunus Emre’nin ve geleneksel kaynakların anlatısındaki öküz, taş,
balık, deniz, hava beşlisi; dünyanın katmanları olan hava küre, su küre, taş
küre, ateş küre ve çekirdek beşlisi midir?
Diğer duruma göre,
dünya dışında yine maddeden yaratılmış/yaratılacak bir alem ya da alemler
vardır.
Yunus Emre, buraya kadar olan beyitlerle; “günahkâr
kulların uzun bir yolculuk ile inecekleri cehennemde çetin ve zorlu bir ortamda
bulunacaklarını ayrıca tamamlanan ceza sonrası buradan çıkışın da aynı şekilde
zorlu, sıkıntılı olacağını” dolaylıca vurguladı. Yunus’un asıl söylemek
istediği ise “daha vakit var iken kulun o sınavdan geçip yani ruhlar
aleminde verilen sözü bu dünyada iken yerine getirip cehenneme uğramadan
göklere yani Allah’a ulaşmak”tır.
dosta ‘âşık olanun güci sözine yiter
güci sözine yiten sözini dilden kodı
dil:
Ağız içinde ses çıkarmayı ve tat almayı sağlayan organ.
“gücü sözüne
yetmek”ten ilk bakışta “insanın tek yapabildiği söylemektir” anlamı
çıkmaktadır. Ancak “dosta âşık olmak” ile “gücü sözüne yetmek” beraber
düşünüldüğünde; beyitte dilini tutan, içindeki enerjiyi, gizleri ve keşifleri
hemen söylemeyen anlamı söz konusudur. Bu noktadan hareketle de gücü sözüne
yetmek ile kendini yönetmek anlamının vurgulandığı görülebilir. Bir başka deyişle
“dosta aşık kişi” yerinde ve zamanında konuşandır, sözleri özünden,
inancından söyleyendir. O zaman da o kişi; yaşadığını söyleyen ve söylediğini
yaşayandır.
İkinci dizenin
ikinci bölümündeki “sözünü dilden kodı” ifadesinde; “sözünü dilden yani
gönülden söyledi” ve “sözünü söylerken gönlünü de bıraktı” biçiminde birbirine
zıt iki anlam tartışılabilir. İlk anlama göre “kişinin sözlerinin kaynağı dil
yani gönül” olmaktadır. İkinci anlama göre
kişi, öyle bir derinliğe ulaşmış ki sözleri gönülden de öte bir kaynaktan söylemektedir.
Ancak etimolojik açıdan Yunus Emre’nin “dil”i konuşma organı ya da gönül
anlamında mı kullandığını tartışmak yersizdir. Çünkü burada olduğu gibi Yunus
Emre’nin şiirlerinde dil; tamamen konuşma organı anlamında kullanılır.
Bu durumda “sözini
dilden kodı” ifadesi; sözünü dile getirmedi, sözünü açıkça söylemedi,
sırrını aşikâr etmedi anlamlarındadır. Dizenin tamamında ise aşkla gelen
coşkunluğa kapılmadan, bağırma, çağırma ya da içindekini boşaltma gibi bir
eğilime girmeden insanın kendini yönettiği anlatılmak istenmektedir. Şiirin
bütününe ve beytin şiirde durduğu yere bakıldığında sırasıyla; dünyadan, varlıktan,
nefisten ve gönülden bir terk söz konusudur.
Bekâbillâh’a ulaşmada bir yol alma bir mesafe kat etme yöntemi olduğundan
terk kavramı, beytin anlamına da uygun düşmektedir. O zaman “sözünü
dilden kodu” anlatımında “Âşık duygularını çok iyi yönetip içindekini dile
vermeden, gizini açık etmeden hal ile söyledi.” anlamı baskındır. Çünkü âşık, kalbinde,
cânında Allah’tan başka bir varlık taşımaz. Dolayısıyla yaşamında dile
getirdiği sözleri artık gönülden de içeride cândan gelmektedir. Cân ise
Allah’ın nurunu yüklenmiştir. Diğer bir deyişle içteki coşkunun, kaynamanın
kaynağı Allah’tır. “bir ben vardır benden
içeri” şiiri de burada hatırlanabilir. Ondan dolayıdır ki gücü sözüne
yeten, söz söylerken gönlü de bırakıp Hakk’ı esas almaktadır.
Yunus Emre bu
beyitle cehennem korkusuyla kötülüklerden uzak durmak bir yana asıl olanın Allah’a
aşk ile bağlılık olduğunu ve aşk üzere olanların bu sınavdan başarılıca
çıkacağını belirtti.
dostun
etegin dutan dostıla bâzâr ider
bâzâr
iden dostıla bâzârın elden kodı
“dostun eteğini
tutmak”, Hak yol üzere olmak, Hakk’ın kuralları doğrultusunda olmak; “dostula
bazar” aşkta sevgi alışverişi üzere olmak anlamında mecazlardır. İlk dizeye
göre Hak yola düşen, sürekli ilâhî muhabbet üzeredir. Aşk ateşi kalbe düştükçe,
ar ile edep ile hayret ile Allah’a sürekli sevgi, nâz ve niyaz gönderilir. Bir
başka deyişle aşk halinde cân ile varlığın öz kaynağı Allah arasında sürekli
bir ilişki sürekli bir iletişim ve etkileşim vardır. Tüm cânlar, sevgi, değer,
duygu bakımından ana kaynağa yani Allah’a sürekli mesaj gönderir. Allah bunun
karşılığında arınmış ruhlara kendisinden nur ile varır, nur ile câna dolar. Öyle
bir noktaya gelinir ki, artık gönülde, cânda sadece ilâhî nur vardır ve cân
Allah’tan başka bir nesne hissetmez. İlâhî nur ile dolan cân, aşkta pazara da ihtiyaç
hissetmez.
işitdün Meryem oglı dostına varuriken
gör âhir yarım igne ‘Îsâ’yı yoldan kodı
Hazreti İsa ve yarım iğnesi, divan
şiirinin de önemli sembollerindendir. Bir rivayete göre Hazreti İsa tas, tarak
ve iğneyi yanından hiç ayırmazmış. Bir gün adamın birini pınara eğilerek eliyle
su içerken görür ve “Demek ki, su içmek için tasa gerek yokmuş, insana insanın
kendisi yetiyormuş.” der ve tası elinden atar. Bir başka gün adamının
birinin eliyle sakalını taradığını görür. Yine “Saçı, sakalı düzeltmek için
tarağa gerek yokmuş.” diyerek tarağı da bırakır. Zaman su gibi geçip
Hazreti İsa da göğe yükseltilip de dördüncü kata geldiğinde melekler onu yoklar,
üzerinde dünya eşyası olarak bir iğne bulur. (Akar, 1987: 73). Melekler “Allah huzuruna giderken dünyadan
bir nesne mi götürüyorsun?” diye sorguya çekip onu dördüncü kat semada
alıkoyar
“İsa, bir peygamber
olmasına rağmen Allah yolunda yargılandı ve bir yarım iğne yüzünden bir noktada
kaldı.” anlamında “gör âhir yarım igne ‘Îsâ’yı yoldan kodı” dizesini söylerken Yunus Emre,
Allah’ın hoşnutluğunu kazanmada ne kadar ince ve zorlu bir yol olduğunu
vurguladı.
Yûnus eydür dimegil dostı gircek severem
dostı gircek sevenler benligin elden kodı
Son beyitte Yunus
Emre, Allah’ı gerçek sevmenin büyük ve zorlu bir fedakarlıktan geçtiğini “dimegil,
dostu gerçek severim” sözüyle vurguladı. Çünkü dostu yani Allah’ı gerçek
sevmek sadece bir söz ile gerçekleştirilebilecek bir eylem bir süreç değildir.
İkinci dizede Allah’ı
gerçek sevmenin ölçüsünü belirtti. Dostu, yani Allah’ı gerçek sevmek, sorumluluğu
çok zor üstlenilebilecek bir sözdür. Çünkü Allah’ı gerçek sevebilmek; sözün kat
kat ötesinde dünyayı, maddeyi kalbinden atarak ilâhî nûr, bir cân, ile olabilecek
bir his, bir doyum dolayısıyla yaşamdır. Bu da herkese ulaşabileceği bir nasip değildir.
Buna en güzel örnek; Hak uğruna aşk uğruna İbrahim Edhem’in koca bir sultanlığı
bırakıp kendini çöllere vermesidir.
Değerlendirme
“ol geçidüni korkusı uş beni yoldan kodı” dizesiyle başlayan Yunus
Emre’nin şathiye özellikli bir şiiri ayrıntılı açıklama ve yorumlarla anlama
dayalı işlendi. Biçim özellikleri, ölçü, ahenk unsurları, edebi sanatlar
özelliklerine girilmedi. Şiirin ana hatlarıyla anlam özellikleri şunlardır.
Tema
Allah’a
ulaşmanın çok zorlu ve ince bir yoldan geçtiği, kötülüklerin de çok ağır koşul
ve ortamlarda karşılık bulacağının anlatılması
Konu
Ahiret
hayatının iyi ve kötü olmak üzere iki yönü ile Allah’ı gerçek sevmenin zorlu,
çetin yolu.
İçerik
Şiirde
dokuz beyitte dünyadan bakışla ahiret hayatının tablosu çizilmiştir. Bu tabloya
göre ilk beyitte dünya sonrasında ahirete giriş noktası olan sırat köprüsüne
değinilmiştir.
İkinci
beyitte son derece hayranlık uyandıran Allah’ın üstün bilgisiyle yaratılmış
kainatına bakış vurgulandı.
Üçüncü
beyitte yeraltı ilk alemleri için sinek ve öküz sembolleriyle bir imge
oluşturuldu.
Dördüncü
beyitte yer altı dünyaları, öküz, taş, balık, deniz ve yel (hava) aşamalı
sıralandı.
Yunus Emre’nin burada kullandığı sinek, öküz, taş, balık,
deniz, yer hem eski Türk inancında hem de kadim medeniyetlerde anlatılan yer
altı dünyalarının adlarıdır. Bu adlar, kâinatın ve dünyanın yaratılışının
anlatıldığı kaynaklarda ve literatürde hemen hemen aynı ad ve anlamlarda geçer.
Beşinci beyitte Yunus Emre kısaca cehennem konusuna girdi. Buradaki
amaç cehennemin ne derinlikte ve buraya gelecekler için nasıl bir azap ortamı
olduğunu anlatmaktır.
Altıncı beyitte ise cehenneme uğramadan Allah’ın yanına
gitmenin mümkün olduğu bunun da aşk ile olabileceği söylenmiştir. Ancak aşk da
tek başına yeterli olmadığı bu yolda insanın diline sahip olup kendini tutması,
denetlemesi ve heveslerine uymaması gerektiği ima edilmiştir.
Yedinci beyitte Hak yolcusunun Allah ile aşk etkileşimine
girmesi, “pazar” mecazı ile dile getirildi.
Sekizinci beyitte Allah katına çıkmanın da büyük
fedakarlıktan ve zorlu aşamalardan geçtiği, İsa ve yarım iğnesi hikayesi ile
anlatıldı.
Dokuzuncu beyitte Allah’ı gerçek sevmenin ölçüsünün her
şeyden vazgeçme, benliği bile bırakmak ile olduğu açıklanmıştır.
Şiirdeki mitolojik ögeler, kıldan köprü, sinek, öküz, balık,
taş, deniz, havadır.
İnanç kavramları Allah, Allah aşkı, cehennemdir.
İsa ve yarım iğnesi hikayesi de Divan edebiyatının ve İslam
dünyasının ortak hikayelerindendir.
Sonuç
Şiirin tamamında
ölüm sonrası hayatta insanı iki yolun beklediği, bu yollardan birinin yer altı
dünyası diğerinin gök, Hak yolu olduğu uyarı biçiminde anlatılmıştır.
Bu uyarıyı etkin
kılmak için yer altı ve gök, sembollerle imgelenmiştir.
Şiirin en dikkat
çekici yönlerinden biri de eski Türk mitolojisinin bazı unsurlarının, Yunus
Emre tarafından ustaca dile getirilmesidir.
Ayrıca Yunus
Emre’nin Türk mitolojisine ne kadar hâkim olduğu da şiirdeki kullandığı kavram
ve simgelerden anlaşılmaktadır.
Her ne kadar
cehennem ile insanlar caydırılmak istense de asıl olanın Allah’a ulaşmak olduğu
ve bunun da benlikten vazgeçmekle; güçlü, bilinçli bir aşk ile
gerçekleşebileceği açıklanmıştır.
Mitoloji, kâinata
tecelli cephesinden bakış, yarım iğne hikayesi gibi anlatılar üzerinden bu
şiire bakıldığında, bir şair olmanın ötesinde Yunus Emre’nin derin ve çok yönlü
bir düşünür olduğu tartışılabilir bir konudur.
Bu ve diğer
şiirlerinden hareketle bakıldığında Yunus Emre, varlığa, Allah’a ve insana dair
geniş ve üstten bir bakışı var.
O zaman Yunus Emre tartışmalarında
yeni bir kapı aralanmalı, genel tasavvuf kalıplarından bağımsız hareketle Yunus
Emre’nin şiirleri üzerinde duran özgün düşünce sisteminin ortaya çıkarılması
için yeni bir yol haritası belirlenmelidir.
Kaynakça
Akar, M. (1987). Türk Edebiyatında
Manzum Mi’rac-nameler. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.
Ali Nakşbendî . Çıkdum Erik Dalına.
Mecmua (s. 156b-158b). içinde İstanbul: Milli Kütüphane.
Aydemir, A. (1979). Tefsirde
İsrâiliyât. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı.
Ayverdi, İ. (2020, 08 27). şathiye.
Kubbealtı Lugati: http://lugatim.com/s/ŞATHİYE adresinden alındı
Ayverdi, İ. (tarih yok). Kubbealtı
Lügati (http://lugatim.com). İstanbul: Kubbealtı Neşriyat.
Divân-ı Yûnus Emre Fatih Nüshası. (16. yy). İstanbul.
Divân-ı Yûnus Emre Karaman Nüshası. (14. yy).
Karaman.
Divân-ı Yûnus Emre Nusuosmaniye
Nüshası. (tarih yok). İstanbul.
Divân-ı Yûnus Emre Yahya Efendi
Nüshası. (Hicri 1111 Miladi 1733). İstanbul.
Erzurumlu, İ. H. (1999). Marifetname.
İstanbul: Bedir Yayınevi.
İsmail Hakkı Bursevî. (tarih yok).
Çıkdum Erik Dalına. Mecmu’a (s. 26b-41a.). içinde Süleymaniye Yazma
Eserler Kütüphanesi Esat Efendi Bölümü.
Niyazi Mısrî. Şerh-i Gazel-i
Yûnus Emre. İstanbul: Topkapı TY Kat.
Onay, A. T. (1996). Eski Türk
Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı. Ankara: MEB.
Pala, İ. (2002). Ansiklopedik
Divan Şiiri Sözlüğü. İstanbul: L&M Yayınları.
Sagalayev, A. M. (1992). Altay v
Zerkale Mira. Novosibirsk.
Sünbülzâde, V. (1246 (1830)). Nuhbe-i
Vehbî. İstanbul.
Şeyhzade Muslihiddin. Çıkdum Erik
Dalına. İstanbul: Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi.
ULUDAĞ, S. (2010). Şathiye. TDV
İslam Ansiklopedisi, 38, s. 370-371.
https://islamansiklopedisi.org.tr/sathiye adresinden alındı
Bu makale Akademik Sayfalar'da yayınlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder