Biraz işgüzarlık edeyim, Osman Nuri Koçak abinin 15 yıllık çalışmasından ben de üç yıldır haberdarım. Tamamı 700 sayfa kadardır. Tek cilt mi iki cilt mi yayımlansın kararsızlığı; iki cilt olsun ile sona erdi. Haydi bismillah deyip Mayıs ayında kitabın ilk cildine benim de iştirakimle hazırlıklar başladı. Dizgi, font seçimi, takdim yazıları, kapak vs, vs… Bu kadar işgüzarlık yeter herhalde.
Karaman’ın geçmişinden
geleceğine bir soluklanma kitabı!
Olaylar; hikâye
tadında roman ayrıntısında anlatılmış. Kırıp dökme, sataşma, suçlama yok. Ama iç analiz var, iç eleştiri var, sorgulama
var. Her şey samimice anlatılmış. Bazen olayların içinde kendinizi hissediyor,
bazen izleyici oluyorsunuz. Kâh dertleşip üzülecek kâh sinirlenip kabul
etmeyeceğiniz okumalar yapacaksınız.
Kitabın jeneriği,
sürpriz sepeti gibi. Osman Nuri abinin gönül bahçesindeki Mestan Karabacak,
İbrahim Üçbaş, Mustafa Turani gibi isimlerin takdim yazıları; Eschenbach, Andre
Gide, Montaigne, Metin Altıok, Goethe’den alıntı söz ve şiirler, kitabın
girişinde okuyucuyu karşılamaktadır.
Osman Nuri Koçak,
anı yazma gerekçesine Atatürk’ün Nutuk’unu, Kazım Karabekir’in Hatırat’ını
örnekler. Bu örnekler üzerinden de anıların birbirleri ile çelişmesini, karşılaştırarak
açıklar:
Çatışma var mı?
Var… Tasfiye var mı? Var…
Ama hıyanet yok.
Hepsi de bizim vatanımız ve insanımız için yaptıkları ile destanlara sığmayacak
şahsiyetlerdir.
Kitap anı türünde
hazırlanmış olsa da ilk bölümlerdeki özgeçmiş konularından dolayı otobiyografik
özellikler de taşımaktadır. Duygu
yoğunluğu ve anlatım performansı; olayları kendisi yaşamışçasına okuyucuyu etkilemektedir.
Hele köyden şehre göçün anlatıldığı bölüm, Suç ve Ceza kahramanının “çektiği
vicdan azabı” anlatım performansını hatırlatmakta:
… Nitekim Karalgazi civarlarında atlarımızın ağızları köpürmeye başlamıştı. Dinleniyor, bir şeyler yiyor ve yola devam ediyorduk ama araba olmuştu sanki kurşun yığını… Mesudiye’ yi geçtik ve bir süre sonra hiçbir zaman yenisini alamadığımız tekerleğimiz dağıldı. Tamir etmeye çalıştık ama ne mümkün. Devam etmeliydik. Jant üzerinde giden araba, gözümüzde dünyayı çekip götüreceğine inandığımız Gökkır’ larımızı göz baka baka öldürecekti. Atlarımız boyun damarları çatlayacak şekilde dışarıya fırlamış halde, bize karşı, onlara yemlerini ve sularını veren, yelelerini okşayan, onları zilli kaşağı ile kaşağılayan ve gözlerinin içine sevgiyle bakan bu insanlara karşı belki de son görevlerini yaptıklarını bile bile yola saldırıyorlardı ama nafile.
Yolların, şimdiki gibi asfalt olması bir yana, satıhları kum kaplama bile değildi. Jant yola oturup gidiyordu…
Osman Nuri
Koçak’ın dindarlık anlayışını açıkladığı bölüm de dikkat çekicidir:
Ben, beş yaşımda su gibi Kuran okuyor, önemli sûre ve duaları ezbere biliyordum. Dinin o bölgelerde kabul görmüş taabbudi – iman ve ibadete ilişkin- bölümlerini hayli iyi kavramıştım. Yaşamım boyunca da din konusunda duyarlı oldum. “Sosyalist adamdan dindar olur mu?” diyenlere güldüm geçtim. Çünkü benim dindarlığım bir çıkar ilişkisine dayalı değildi ki. Yaradana inanmak ve onunla hemhal olmaya çalışmak, ona yönelerek kendi özümü aramak bana herhangi bir siyasi görüş ile çatışmayı da örtüşmeyi de gerektirir gibi görünmedi hiçbir zaman.
Çocukluğunun Karamanına
dair anlattıkları; tüm Karamanlıları geçmişine götürecek doyumdadır. Boş
arsalarda kurulan oyunlar, çelik çomaklar, akşam üstleri futbol maçları…
Akşehir Öğretmen
Okulu hatıraları, dönemin öğrenci, öğretmen ve eğitim hayatını örnekleyecek
ayrıntıda anlatılmış. Öğretmenlerin öğrenci hayatlarına, yeteneklerine dokunuşları
ve etkilerine dair anlatımlar; şimdiki öğretmenlerin ne iş yaptıklarını ister
istemez sorgulatıyor! Bir de şimdi olmayan ama eğitimin temel ilkeleri olan disiplin
ve saygı; eğitimde, başarıda ne kadar önemli imiş… Hey gidi günler…
Osman abinin dizi
yamalıklı pantolonla tahtaya kalkamama hatırası; maalesef değişik zamanlarda
milyonlarca öğrencinin yaşadığı eziklik olayına bir örnek teşkil etmektedir.
Çünkü halen de bu durumda olan öğrenciler ve bu öğrencilerin durumundan
anlamayan/anlamak istemeyen öğretmenlerimiz var. Ne diyeyim, benim de böyle
rezil edildiğim örnek olay var…
Osman Nuri abinin
ilk öğretmenlik hatıraları da dönemin hayat şartlarının, öğretmenliğin
zorluğuna ayna tutacak biçimde yazılmış. Bürokratik didişmeler, kültürel
farklılıklar, çaresiz ve umutsuz insan örnekleri, hayalleri ve dünyaları
yaşadıkları küçük bir köy ile sınırlı çocuklar… Tüm bunlara ait gözlemler,
hatıralar kitapta göze çarpacak biçimde anlatılmış.
Öğretmenlik hayatı
aynı zamanda sivil toplum örgütleri ve siyasetin kapısının açılması demek Osman
Nuri Koçak için… Hayallerin
gerçeğe dönüşmesinde ilk basamak TÖS üyeliğidir. Üyelik sevinci kendi dilinden
şöyledir:
Öğretmen olduktan sonra ilk yaptığım,
iş koşa koşa gidip TÖS’e (Türkiye Öğretmenler Sendikası) üye olmak
oldu. Bir süre sonra elime tutuşturulan üyelik kartıma,
sevinç ve gururla uzun uzun ikide bir çıkarıp baktığımı hiç unutamam.
TÖS üyeliği,
TÖB-DER ve CHP gençlik kollarına girişi ile devam eder. Zaman o kadar hızlıdır
ki, 1977 yılında ve 20’li yaşlarının ortasında herkese nasip olmayacak biçimde
CHP Karaman belediye başkan adayıdır.
O zamanlar
CHP’lilik ile solculuk eş değer olmuştur. Ama Osman Nuri Koçak; salt Leninci,
Stalinci, Maocu gibi aidiyetleri
ne hisseder ne de taşır.
Çünkü CHP’nin solculuğu; Ali Cemi Duru’nun
örneklemesinde olduğu gibidir. Osman Nuri Koçak sorar:
“Abi, ortanın solu Karaman’
da, dolayısı ile taşrada
nasıl anlaşıldı. Bir anda solcu olmak Taşra aristokrasisini nasıl etkiledi?”
Her zamanki
muzip tavrı ile “Geç hele orayı, kimse solcu falan olmadı. İnönü öyle dedi, öyle olundu. Yoksa solculuk kim,
biz kim?”
Kitabın önemli bir
kısmı Karaman TÖB-DER’e ve öncesi ve sonrası ile 12 Eylül olaylarına ayrılmış.
Karamanlı birçok isim de bu olaylarla tarihteki yerini almıştır.
Sol ile
özdeşleşmiş adını sanın unuttuğumuz ya da hiç duymadığımız işçi sendikaları ve
Karaman faaliyetleri de unutulmamış.
Karaman’ın sol
basın kuruluşları da tabi ki kitapta varlar. Halen yayın hayatına devam eden ve
edemeyen birçok gazete ve tvden; eleştiri ve değerlendirmelerle
bahsedilmektedir.
Son konularda
SODEP’in kurucularının kısa hayat hikâyeleri var.
Kitap ikinci cildin
yayımlanması dilekleri ve Niçe’nin “Gidene kal demeyeceksin” şiiri bitirilmiştir.
Osman Nuri Koçak
abi, önemli olaylarla dolu hatıralarını, derin birikimi ile kuvvetli kalemi ile
yazdı. Yazmalı idi; çünkü anılar biraz da bir hayatın savunması gibidir. Yazmalı
idi; söz uçardı, yazı kalırdı.
Şimdi, köşe bucakta, camide, dükkanda, parkta bahçede
oturan “vay efendim ben şunu yaptıydım, bunu yaptıydım” diye hamasi duygularla
ama kuru kuru geçmişini anlatan insanlara bakalım! Anlattınız anlattınız
da ne oldu? Havaya konuştunuz.
Konuştuğunuz söz
bir yere varsın. Attığınız taş bir kurbağa ürkütsün..
Bu kitap; dersler kitabı. Eli kalem tutan her kim
var ise ve kalemi, Karaman’ın kültürüne bir katkı sağlasın sağlamasın hemen bir
şeyler karalamalıdır.
Süheyl Ünver’in dediği gibi insanlar ölüp
gitmekte. Ama esersiz insan iki kez ölmektedir.
Ne acı, geriye bir şey bırakamamak…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder