28/08/2017

Zamanın Nefesi, Karaman’a Nefes

 


Biraz işgüzarlık edeyim, Osman Nuri Koçak abinin 15 yıllık çalışmasından ben de üç yıldır haberdarım. Tamamı 700 sayfa kadardır. Tek cilt mi iki cilt mi yayımlansın kararsızlığı; iki cilt olsun ile sona erdi. Haydi bismillah deyip Mayıs ayında kitabın ilk cildine benim de iştirakimle hazırlıklar başladı. Dizgi, font seçimi, takdim yazıları, kapak vs, vs… Bu kadar işgüzarlık yeter herhalde.

Karaman’ın geçmişinden geleceğine bir soluklanma kitabı!

Olaylar; hikâye tadında roman ayrıntısında anlatılmış. Kırıp dökme, sataşma, suçlama yok.  Ama iç analiz var, iç eleştiri var, sorgulama var. Her şey samimice anlatılmış. Bazen olayların içinde kendinizi hissediyor, bazen izleyici oluyorsunuz. Kâh dertleşip üzülecek kâh sinirlenip kabul etmeyeceğiniz okumalar yapacaksınız.

Kitabın jeneriği, sürpriz sepeti gibi. Osman Nuri abinin gönül bahçesindeki Mestan Karabacak, İbrahim Üçbaş, Mustafa Turani gibi isimlerin takdim yazıları; Eschenbach, Andre Gide, Montaigne, Metin Altıok, Goethe’den alıntı söz ve şiirler, kitabın girişinde okuyucuyu karşılamaktadır.

Osman Nuri Koçak, anı yazma gerekçesine Atatürk’ün Nutuk’unu, Kazım Karabekir’in Hatırat’ını örnekler. Bu örnekler üzerinden de anıların birbirleri ile çelişmesini, karşılaştırarak açıklar:

Çatışma var mı? Var… Tasfiye var mı? Var…

Ama hıyanet yok. Hepsi de bizim vatanımız ve insanımız için yaptıkları ile destanlara sığmayacak şahsiyetlerdir.

Kitap anı türünde hazırlanmış olsa da ilk bölümlerdeki özgeçmiş konularından dolayı otobiyografik özellikler de taşımaktadır.  Duygu yoğunluğu ve anlatım performansı; olayları kendisi yaşamışçasına okuyucuyu etkilemektedir. Hele köyden şehre göçün anlatıldığı bölüm, Suç ve Ceza kahramanının “çektiği vicdan azabı” anlatım performansını hatırlatmakta:

… Nitekim Karalgazi civarlarında atlarımızın ağızları köpürmeye başlamıştı. Dinleniyor, bir şeyler yiyor ve yola devam ediyorduk ama araba olmuştu sanki kurşun yığını…  Mesudiye’ yi geçtik ve bir süre sonra hiçbir zaman yenisini alamadığımız tekerleğimiz dağıldı. Tamir etmeye çalıştık ama ne mümkün. Devam etmeliydik. Jant üzerinde giden araba, gözümüzde dünyayı çekip götüreceğine inandığımız Gökkır’ larımızı göz baka baka öldürecekti. Atlarımız boyun damarları çatlayacak şekilde dışarıya fırlamış halde, bize karşı, onlara yemlerini ve sularını veren, yelelerini okşayan, onları zilli kaşağı ile kaşağılayan ve gözlerinin içine sevgiyle bakan bu insanlara karşı belki de son görevlerini yaptıklarını bile bile yola saldırıyorlardı ama nafile.

Yolların, şimdiki gibi asfalt olması bir yana, satıhları kum kaplama bile değildi. Jant yola oturup gidiyordu…

Osman Nuri Koçak’ın dindarlık anlayışını açıkladığı bölüm de dikkat çekicidir:

Ben, beş yaşımda su gibi Kuran okuyor, önemli sûre ve duaları ezbere biliyordum. Dinin o bölgelerde kabul görmüş taabbudi iman ve ibadete ilişkin- bölümlerini hayli iyi kavramıştım. Yaşamım boyunca da din konusunda duyarlı oldum. “Sosyalist adamdan dindar olur mu?” diyenlere güldüm geçtim. Çünkü benim dindarlığım bir çıkar ilişkisine dayalı değildi ki.  Yaradana inanmak ve onunla hemhal olmaya çalışmak, ona yönelerek kendi özümü aramak bana herhangi bir siyasi görüş ile çatışmayı da örtüşmeyi de gerektirir gibi görünmedi hiçbir zaman.

Çocukluğunun Karamanına dair anlattıkları; tüm Karamanlıları geçmişine götürecek doyumdadır. Boş arsalarda kurulan oyunlar, çelik çomaklar, akşam üstleri futbol maçları…

Akşehir Öğretmen Okulu hatıraları, dönemin öğrenci, öğretmen ve eğitim hayatını örnekleyecek ayrıntıda anlatılmış. Öğretmenlerin öğrenci hayatlarına, yeteneklerine dokunuşları ve etkilerine dair anlatımlar; şimdiki öğretmenlerin ne iş yaptıklarını ister istemez sorgulatıyor! Bir de şimdi olmayan ama eğitimin temel ilkeleri olan disiplin ve saygı; eğitimde, başarıda ne kadar önemli imiş… Hey gidi günler…

Osman abinin dizi yamalıklı pantolonla tahtaya kalkamama hatırası; maalesef değişik zamanlarda milyonlarca öğrencinin yaşadığı eziklik olayına bir örnek teşkil etmektedir. Çünkü halen de bu durumda olan öğrenciler ve bu öğrencilerin durumundan anlamayan/anlamak istemeyen öğretmenlerimiz var. Ne diyeyim, benim de böyle rezil edildiğim örnek olay var…

Osman Nuri abinin ilk öğretmenlik hatıraları da dönemin hayat şartlarının, öğretmenliğin zorluğuna ayna tutacak biçimde yazılmış. Bürokratik didişmeler, kültürel farklılıklar, çaresiz ve umutsuz insan örnekleri, hayalleri ve dünyaları yaşadıkları küçük bir köy ile sınırlı çocuklar… Tüm bunlara ait gözlemler, hatıralar kitapta göze çarpacak biçimde anlatılmış.

Öğretmenlik hayatı aynı zamanda sivil toplum örgütleri ve siyasetin kapısının açılması demek Osman Nuri Koçak için… Hayallerin gerçeğe dönüşmesinde ilk basamak TÖS üyeliğidir. Üyelik sevinci kendi dilinden şöyledir:

Öğretmen olduktan sonra ilk yaptığım, koşa koşa gidip TÖS’e (Türkiye Öğretmenler Sendikası) üye olmak oldu. Bir süre sonra elime tutuşturulan üyelik kartıma, sevinç ve gururla uzun uzun ikide bir çıkarıp baktığımı hiç unutamam.

TÖS üyeliği, TÖB-DER ve CHP gençlik kollarına girişi ile devam eder. Zaman o kadar hızlıdır ki, 1977 yılında ve 20’li yaşlarının ortasında herkese nasip olmayacak biçimde CHP Karaman belediye başkan adayıdır.

O zamanlar CHP’lilik ile solculuk eş değer olmuştur. Ama Osman Nuri Koçak; salt  Leninci, Stalinci, Maocu gibi aidiyetleri ne hisseder ne de taşır.

Çünkü CHP’nin solculuğu; Ali Cemi Duru’nun örneklemesinde olduğu gibidir. Osman Nuri Koçak sorar:

“Abi, ortanın solu Karaman’ da, dolayısı ile taşrada nasıl anlaşıldı. Bir anda solcu olmak Taşra aristokrasisini nasıl etkiledi?”

Her zamanki muzip tavrı ile “Geç hele orayı, kimse solcu falan olmadı. İnö öyle dedi, öyle olundu. Yoksa solculuk kim, biz kim?”

Kitabın önemli bir kısmı Karaman TÖB-DER’e ve öncesi ve sonrası ile 12 Eylül olaylarına ayrılmış. Karamanlı birçok isim de bu olaylarla tarihteki yerini almıştır.

Sol ile özdeşleşmiş adını sanın unuttuğumuz ya da hiç duymadığımız işçi sendikaları ve Karaman faaliyetleri de unutulmamış.

Karaman’ın sol basın kuruluşları da tabi ki kitapta varlar. Halen yayın hayatına devam eden ve edemeyen birçok gazete ve tvden; eleştiri ve değerlendirmelerle bahsedilmektedir.

Son konularda SODEP’in kurucularının kısa hayat hikâyeleri var.

Kitap ikinci cildin yayımlanması dilekleri ve Niçe’nin “Gidene kal demeyeceksin” şiiri bitirilmiştir.

Osman Nuri Koçak abi, önemli olaylarla dolu hatıralarını, derin birikimi ile kuvvetli kalemi ile yazdı. Yazmalı idi; çünkü anılar biraz da bir hayatın savunması gibidir. Yazmalı idi; söz uçardı, yazı kalırdı.

Şimdi, köşe bucakta, camide, dükkanda, parkta bahçede oturan “vay efendim ben şunu yaptıydım, bunu yaptıydım” diye hamasi duygularla ama kuru kuru geçmişini anlatan insanlara bakalım! Anlattınız anlattınız da ne oldu? Havaya konuştunuz.

Konuştuğunuz söz bir yere varsın. Attığınız taş bir kurbağa ürkütsün..

Bu kitap; dersler kitabı. Eli kalem tutan her kim var ise ve kalemi, Karaman’ın kültürüne bir katkı sağlasın sağlamasın hemen bir şeyler karalamalıdır.

Süheyl Ünver’in dediği gibi insanlar ölüp gitmekte. Ama esersiz insan iki kez ölmektedir.

Ne acı, geriye bir şey bırakamamak…

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder