Huzur Mekânı Mâder-i Mevlana ya da Aktekke Camii
Eyüp Sultan’ın verdiği huzur ve güveni, Kocatepe Camisi örneğinde olduğu gibi günümüzde yapılmış soğuk ve çıplak mekânlarda bulabilmek mümkün değildir. Anadolu’nun birçok şehrinde her daim güvende hissedilebilecek güzel mekânlar vardır. Konya Mevlana, Bursa Ulucami, Diyarbakır Ulucami, Şanlıurfa Balıklı Göl, Karaman Mader-i Mevlana gibi.
Bu mekânların geçmişine inildiğinde tarihi hatıraların da
ötesinde ruhani katıklar olduğu görülür. Sanki manevi alemden bir esintiye kapılmışçasına
bir dinginlik yaşatır, bu mekânlar. Çünkü buralar; herkesin rahatça girip
çıkabildiği, serbestçe vaktini geçirebildiği, kimsenin hesap sormadığı,
eğretiliğin olmadığı yerlerdir.
Mader-i Mevlana da Anadolu’da Türk İslam kültürü hamurunun
yoğurulduğu önemli merkezlerden olmuştur. Sürre alayları dahil hac
kervanlarının da önemli ziyaret yerlerindendir. Günümüzde de ziyaret yoğunluğu
gittikçe artan; halkın sürekli uğrak verdiği dört mevsim, yirmi dört saat canlı
bir inanç mekânıdır.
“Mader-i Mevlana nerededir?” sorusuna halktan cevap
verebilen pek çıkmaz. Mekan, Aktekke diye ünlenmiştir. Zaten şehrin
göbeğindedir. Sormadan da bulabilirsiniz. Konyalı’nın Karaman Tarihi’nde
aktardığı kadarı ile beyaz renkli Kurtderesi taşından yapıldığı için halk buraya
Aktekke demiş. Ama resmi tam adı Mâder-i Mevlânâ Camii. Mevlana’nın annesinin
camisi.
Ziyaretçiler, Mader-i Mevlana’da bir meydan, bir hamam, çilehane,
tek minareli cami ve bir de ulu bir çınar ile karşılanır. Güney ve batısı hâmûşândır.
Mevlana’yı düşkünlük derecesinde seven Karamanoğlu Seyfeddin
Süleyman Bey, camiye gelir getirsin diye yaptırmış, hamamı. Günümüzde de yedi
gün 24 saat açık. Ancak durumu içler acısı. Duvar taşları, öyle ufalanmış ki,
artık toz halinde. Doğu köşesi altan alttan sökülmeye başlamış bile.
Müştemilatta günümüze gelememiş bir şeyh evi bir de menzil
var imiş. Osmanlı’da menziller stratejik öneme sahip noktalara ve sınır
şehirlerine kurulurmuş. Bir de hac yollarında önemli inanç merkezlerine. Zaten Mader-i Mevlana Camii, tarih boyu yoğun
uğrak yeri olmuş.
Cami, tarihi arka planıyla derin bir mekân. Hatıraları çok
güçlü.
I. İzzeddin Keykavus’un baskısı sonucu Hospitalier Tarikatı’nın
Larende’yi (Karaman) terk etmesinden altı yıl sonra; şehir ulu ve kutlu
misafirlerini ağırlamaya hazırlanır. Bahaüddin Veled ve topluluğunun Belh’ten
başlayan uzun ve yorucu yolculuğu kadim toprak Larende’de son bulur. Yıl 1222,
tabi Mevlana da 15’lerinde.
Bahaüddin Veled’i Selçuklu Subaşı Emir Musa karşılar, evine davet
eder. Ama Bahaüddin Veled her yerde olduğu gibi “Asası nerede dik durursa orada
kalacağını” söyleyerek mağrur ama kibarca bu daveti reddeder. Bir yıl sonra
aynı yere Selçuklu Subaşı Emir Musa, Bahaüddin Veled’in kendisinden istediği
medreseyi yapar.
İşte Selçuklu Subaşı Emir Musa’nın Bahaüddin Veled’i,
Mevlana’yı ve de bağlı topluluğu karşıladığı nokta da bu caminin önü.
Caminin karşısı çilehane. Diğer adıyla derviş hücreleri. Osmanlı dönemi yapımı. Yedi hücre sıralı burada. Günümüzde bu hücreler bomboş duruyor. Depo gibi kullanılanlar var. Keşke geleneksel el sanatları sanatçılarına verseler; onlar canlandırsalar buraları ve eserleri ile tıka basa dolu olsa, hücreler. Ve öyle yoğun olup giren çıkan belli olmasa. Bugün değilse de inşallah yarınlarda.
Cami, tek minareli kare planlı yapısıyla Osmanlı mimarisinin
sade örneklerinden biri. Taç kapısındaki kitabede ise Hicri 772 Miladi 1371
yılında yaptırıldığı yazıyor. 1371’da Karamanoğulları var ama.
Bir yanlışlık mı var?
Yok tabi!
Anlatalım!
İlk Mevlevihane, Mevlana Dergahı bilindiği üzere. Mevlana’nın torunu Ulu Arif Çelebi, Larende’de yatan büyüklerinin hatırasına ikinci Mevlevihaneyi Karaman’da ve 1310 yılında açtırmış. Daha iyi anlaşılsın ve karşılaştırma yapılsın diye örnekleyelim. Gaziantep, Bağdat, Şam gibi önemli Mevlevihaneler 16. yydan sonra yapılmıştır. Karamanoğulları ile Mevleviler arasında sıkı bir bağ var. Seyfeddin Süleyman ve Alaaddin Bey gibi birçok Karamanoğlu, birer Mevlevi, Mevlana düşkünü. Daha da ilerisinde Karamanoğulları ile Mevleviler arasında akrabalık bağı da var. O yüzden hanedandan birçok Karamanoğlu aynı zamanda çelebi. Mevlana’ya saygı ve sevgisi büyük olan Alaaddin Bey, 1371 yılında Karaman Mevlevihanesini yeniden yaptırarak hizmete vermiş. Ama Mevlevihane, Osmanlı’ya geçtiğinde harap ve kullanışsızdır. Tahminen –Nuh Paşa Camii ve Mader-i Mevlana Camii mimarisi tıpatıp aynı olduğundan- Karaman Valisi Nuh Paşa döneminde Mevlevihane, sıfırdan bir daha yapıldı. Ama Alaaddin Bey dönemi inşa kitabesi, taç kapıya yeniden yerleştirildi.
Kitabenin çok ilginç bir özelliği var! Bir inşa kitabesi olmasına rağmen içeride yatan Mevlana’nın annesi Mümine Hatun ile Karamanoğlu Seyfeddin Süleyman bilgisine yer vermektedir. Bir başka örneği bulunmayan kitabe; mezar kitabesi özelliğini üzerinde taşımaktadır. Kitabenin alt köşelerine simetrik karanfil işlenmiş. Bordo renkli çiçeği nefis görünüyor. Alt köşe içinden de yine bordo renkli simetrik lale çıkarılmış.
Kitabenin altındaki panoya; bir sehpa üzerinde sarıklı
Mevlevi sikkesi kalem işi resmedilmiş. Rastgele bir resmetme değil bu görüntü. Bir
anlamı var. Geleneğe göre bu resme bakan bir kişi burasının; semahane, türbe ve
mescid işlevli bir Mevlevihane olduğunu hemen anlarmış. Kalem işi pano
sanatkârânedir. Mevlevi sikkesinin yanlarına sapları kurdelenmiş simetrik
karanfil işlenmiş. Panonun köşelerine sekiz yapraklı stilize çiçek
yerleştirilmiş.
Mevlevilikte karanfil kullanımı yaygın. Özellikle kumaşlı süslemelerde
mutlaka karanfil var.
Peki Mevlevilik ile karanfil arasında nasıl bir ilişki var?
Karanfil; öncelikle aşk, içtenlik, saflık, incelik, şefkat,
asalet ve dostluk gibi birçok anlamı içermektedir. Mevlevilik de bu misyonlar
üzerine kurulu olduğu için karanfil temsilde çok kullanılmış.
Cami içi beklendiği gibi bir yanı türbe, bir yanı mescid.
Türbe ve mescid bir buçuk metre yüksekliğindeki küfeki taşlı duvar ile
ayrılmış. Eskiden bu küfeki çitin üstünde bir de cam bölme varmış. Caminin sol ön
köşesindeki yeşil renkli ahşap kafesli bölüm Mader-i Mevlana’nın yani
Mevlana’nın annesi Mümine Hatun’un kabridir. Ahşap kafesin içinde bir çatma
sanduka var.
Duvar tarafındaki ahşap sandukalar, Mevlana’nın yakınlarına
ait kabul ediliyor. Çünkü Mevlana, birçok mutluluk ve acıyı bir arada yaşadı.
Annesi Mümine Hatun’u Larende’de kaybetti. Gevher Hatun’la burada evlendi.
Sultan Veled ve Aladdin Veled burada doğdu.
Mümine Hatun’un ardı sıra kardeşi Alaaddin’i Larende topraklarına emanet
bıraktı. Kardeşinin hatırasına adını verdiği oğlu Alaaddin Veled’i de bebek
yaşta kaybetti. Ve başkaca akrabalarını.
Mevlana, Konya’ya gittikten sonra da Larende hatırasına sadık kaldı. Yıl yıl ya da yıl aşırı başta annesi olmak üzere kardeşinin, çocuğunun mezarlarını ziyaret etti. Onlara dualar etti.
Karaman Mevlevihanesi, tarihteki ikinci Mevlevihane!
Yukarıda da söylendiği üzere Mevlana’nın torunu Ulu Arif Çelebi, Larende’de yatan büyüklerinin hatırasını canlı tutmak için buraya bir Mevlevihane kurulmasını ister. Halifelerinden Mehmed el-Mevlevi’yi görevlendirir. O zamanlar burası mezarlık ve açık alan. Mezarlar, büyük ihtimalle Alaaddin Bey döneminde çatı altına alınıyor. Ve Osmanlı döneminde günümüzdeki halini alıyor. Türbenin mescide bakan sırasındaki ahşap sandukalar, başta Karamanoğlu Seyfeddin Süleyman Bey ile Mevlevi şeyhlerine ait. Karaman Mevlevihanesi aynı zamanda Bağdat, Halep ve Şam gibi büyük Mevlevihanelerin şeyhlerinin yetiştiği mekân. Ahşap sandukalar üzerinde yeşil puşideler var. Eski fotoğraflardaki puşidelerde sarı renk hakim. Onlar, Veled Çelebi İzbudak’ın isteğiyle Sultan Reşad zamanında yapılmış. Kim bilir şimdi nerelerdedir. Ahşap sandukaları örten şimdiki puşidelerde yeşil renk hakim.
Yapının sağ yanı mescid. Zemin iki kodlu. Mihrap tarafı 40
cm’ye yakın yükseklikte. Alçak kodlu bölüm, tarihi semahane. Artık kimse
buranın semahane olduğunu bilmiyor. Geçmiş kültürden hiçbir iz kalmamış,
günümüze. Sema ayinlerinde postnişin yüksek kodlu mescid mihrabının önüne
oturur, Mevleviler de alçak kodlu bölümde ayine başlarmış. Şimdi imam odası ve
müezzin odası olan kısım, semahane döneminde mutrip mahfili imiş. Üstü ise
kadınlar mahfili.
Konyalı’nın aktardığı kadarı ile cami duvarlarını süsleyen
talik ve sülüs yazı örnekli onlarca hat levhası vardı. Hatta bunlardan birkaçı
Hamid Aytaç’ın idi. Bu hat levhaları bir şekilde sahipsizliğin kurbanı olmuş.
Hatta 4-5 sene öncesine kadar, Mümine Hatun’un kabrinin içinde bulunan yine
değerli bir hat levhası vardı. O da gitmiş. Şimdi tek bir hat levhası var
camide. Mahmut Şahin Hoca tarafından yazılan celi talik levha; beş altı ay önce
Mümine Hatun’un kafes kabrinin sağ üst köşesine kabaca yerleştirilmiş. Hat
levhasında Mithat Baharî
Beytur’un Mümine Hatun hakkında yazdığı bir dörtlüğün son iki mısrası yazılı:
Allah değilsin
fakat Ey Mümine Sultan
Oğlun gibi bir
nûr-ı İlâhî’yi yaratdın
Ketebehu Mahmud Şahin
Mekânın bir diğer önemli
parçası, hâmûşân. Yani hazire. Kıble ve batı kısmında 85 mezar taşı var.
Mevleviler, kadılar, memurlar, gelinler, çocuklar, ağalar yatmakta, burada. 1350
öncesine ait tarihsiz mezar taşları var. Tarihli en eski mezar taşı 1374 yılına
ait. Künyesindeki kişi, Lübbühü Ahmed el-Mevlevi. En geç tarihli mezar taşı;
1920’ye ait. Bu mezar, bir karı kocaya ev sahipliği yapmakta. Ali Şahane
Mahallesi’nde Abid ve eşi Ayşe’nin.
Ve o ulu çınar!
Yaşayan efsane!
100 yıllık diyen de var, 200 yıllık da… Bana göre Mevlevihane
ile aynı yaşta. Yani 708 yıllık. 1550’lilerde yapılan Süleymaniye Camii
avlusundaki çınarlar, Aktekke’nin ulu çınarının yarısı kadar gövdede. Hem de
iklim avantajına rağmen. Gerisini siz düşünün. Yine de bilimsel yöntemlerle bu
ağacın yaşı hesaplanırsa tereddütler ve kafa karışıklığı gider.
Çınarın gövdesini yedi sekiz kişi ancak çevreler. Dallar bir
yandan caminin kubbesine şemsiye, diğer yandan avlunun dışına uzanacak
genişlikte.
Ulu çınar bir gölge, bir sığınak, bir yuva. Yaz aylarının bunaltan sıcağında gölgesi tatlı bir serinlik veriyor. Namaz vakti bekleyen cemaat, kitap okuyan gençler, alışverişten dönen aileler! Yaşlısı, genci, çoluk çocuğu bu çınarın altında güven ve huzur bulmakta, mekânı şenlendirmektedir.
Teravihlerde burası bir pınar alanı gibi oluyor.
Karamanlılar çoluk çocuk ailece burada teravih namazlarını kılmakta. Çünkü
burada namaz kılmak hem ayrı bir zevk hem de bir fırsat. Birkaç yıl sonra
Ramazanlar serin bahar aylarına denk gelince burada açık alanda teravih
kılabilme imkanı kalmayacak. Yaz aylarının bir sonraki ramazanı için 33 yıl
beklemek gerekecek. Kim öle kim kala!
Mevcut durum gösteriyor ki, Mevlevilerin ikinci asitanesi ve
şehrin incisi Mader-i Mevlana yani Aktekke Camii, cazibesini artırarak geleceğe
imzasını atıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder