01/11/2020

Bu zerk ile bezedün taş divârun

 


Bu zerk ile bezedün taş divârun

Yusuf Yıldırım

 

bu zerkile bezedün taş divârun
ki aldı mekr eli içerü şârun
Yunus Emre

Söz konusu beyit Risâletü’n-Nushiyye’nin Destân-ı Buşu (Öfke) temasında geçer. Beyit içerik, kültürel ögeler ve söz sanatları bakımından son derece önemlidir. Yunus Emre “zerk”, “duvar”, “mekr”, “şâr (şehr)” kavramlarını bir beyte sığdırarak büyük bir sahneyle etkili bir anlam oluşturmuştur. Öncesindeki ve sonrasındaki beyitlerle bağlantılı olarak şekilcilik ve yüzeyselliğe ağır eleştiri yapar. Sözcük ve imla farklılıklarıyla bu beyit; Karaman, Bursa, Nuruosmaniye ve Yahya Efendi nüshalarında mevcut olup Fatih Nüshası’nda ise yoktur. Bazı yayınlarda Bursa ve Yahya Efendi nüshalarından eksik ve hatalı metin okumaları ile çevrildiği tespit edilen bu beyit; en doğru okuma ve ayrıntılı transkripsiyon ile yazı sonuna nüsha karşılaştırmalı eklenmiştir. Buradaki yorum ve açıklamalarda ise Karaman Nüshası’ndaki beyit esas alınmıştır.

Günümüz Türkçesiyle bu beyit şöyledir:

bu zerk ile bezedin dış duvarın

aldı mekr eli, şehrin içini

Zerk!

Bir sözcükten öte geniş bir kavram, ilginç bir terim!

Sanki, zerkin birçok anlamını hesap etmiş de söylemiş Yunus Emre bu beyti.

En çok bilinen ve yaygın kullanımdaki anlamları; şırınga ile vücûda bir sıvı verme, oyun, hile! Meğer mavi, lacivert anlamında Arapça “ezrak” da zerk kökenli imiş (Kubbealtı Sözlük).

Artık bilinmese de geçmiş kültürde zerk etrafında geniş bir kavram ve simgesel anlamlar oluşmuş. Mavi anlamından dolayı mavi gökyüzü ve mavi hırka olarak zerk, tasavvufta kendine önemli yer edinmiş. Mavi hırkanın yaygın kullanımıyla sûfî ve dervişlere “mavi giyen” anlamında “ezrakpûş”; bu giyimden dolayı tasavvuf için de “ezrakpûşî” nitelemesi yapılmıştır. Tasavvufta hırka; melamet (kınanma) ve mahviyetin (Allah’a teslimiyet) olduğu kadar iki yüzlülük ve riyanın da simgesidir (Uludağ, 1998: 373).

Çok gezen ve ömürleri izbe yerlerde geçen dervişlerin mavi rengi tercih etmelerinin sebebi bu rengin, kiri belli etmemesidir. Seyyid Burhâneddin Muhakkık’a, “Hırkanı ver yıkayalım.” denilince, “Yine kirlenir.” demiş; “Yine yıkarız.” diyenlere de “Biz bu dünyaya çamaşır yıkamak için gelmedik.” karşılığını vermiştir (Uludağ, 1998: 373).

Kâşifî’ye göre Fütüvvetnâme’de maviye yüklenmiş birçok ilginç anlam vardır. Mavi, siyah gibi yas rengidir, siyaha en yakın olanıdır. Işıkla karanlık, sevinçle keder karışımıdır. Karanlıkla ışığın birleştiği tek renk mavidir. Semanın rengi olduğundan yükselişi simgeler. Denizin rengi olarak enginliği ve sonsuzluğu temsil eder (Uludağ, 1998: 373).

Mavi renginden dolayı gökyüzü de mavi hırka giymiş bir sûfiye benzetilmiştir. Riya ile özdeşleşmiş bir kimliğinin olması nedeniyle mavi giymiş olduğu düşünülen gökyüzünden dolayı “riya hırkası giyenler” anlamında sufiler, delk-pûşân-ı zerk olarak ifade edilmiştir (Şahin, 2014: 268).

Benzer biçimde Şirazî de Divan’da ezrak (mavi) merkezli, sufilere değinirken özellikle Halvetîlerden Hasan Ezrakpuşî ve müritlerden “kalpleri kara” ama “gök ve yeşil elbise giyenler biçiminde söz eder (Şirazî, 1992: XII, XIII, 362, 667, 689 ). Şirazî’nin Divan’daki ilgili beyitleri ise şunlardır:

mâ negûyîm bed-u meyi be nâhak nekunîm

hâne-i kes siyeh-u delk-ı kes ezrak nekunîm
Şirazî, 1992: 362

Pîr-i Gul-reng-i men ender hak-ı Ezrek-pûşân

ruhşet-i bahş nedâd erne hikâyethâ bûd
Şirazî, 1992: XII

Tasavvufta gökyüzü yanında gece-gündüz ile zerk yani iki yüzlülük arasında da ilgi kurulur. Gökyüzünün riyakâr bir sûfîye benzetilmesinde feleklerin çekim kuvvetleriyle dünyada gerçekleşen olaylara etki ettiği inancı hakimdir. Bilindiği üzere yıldız ve gezegenlerin dünyayla çekim güçlerinin kesişmesiyle insanların kişilikleri arasında bir bağ kurulmuştur. İnsanların kaderleri üzerindeki bu etki, talih baht anlayışı olarak açıklanmaktadır. Bunun yanında gece gündüz oluşumu; iki farklı yüz olarak algılanmaktadır (Şahin, 2014: 268).

Yunus Emre’nin “bu zerkıle bezedün taş divarun” dizesinde hemen hemen tüm anlamlarıyla “zerk”i kullandığı söylenebilir. Öncelikle giydiği hırkayla kendini göstermek isteyen dervişi belirterek bir anlam yüklemesi yaptığı açık ve kesindir. İkinci olarak “iki yüzlülük, riyâ, hîle” anlamlarını da düşünerek gösterişe dayalı yapmacık davranışı anlatmak istemiştir. İki yüzlülük ise “zerk”in tasavvufî anlamıyla ilgili olabilir. Siyah ile ışığın birleştiği tek rengin mavi olmasından Yunus Emre beyitte zerk kelimesine cilalı, parlak görüntü, giyim ve abartılı davranış anlamını da yüklemiş olmalıdır. Zerkte son olarak Yunus Emre şırınga etmek anlamında “zerk etme”yi de burada vurgulamış olabilir mi, tartışılır. Çünkü zerk etmede, aslında olmayanı vücuda alma durumu vardır.

İlk dizede geçen taş dîvâr ise dış duvar anlamındadır. Taş, günümüz Türkçesindeki “dış”tır. Sözcük zamanla taş, daş ve dış söyleyiş biçimlerini almıştır. Aynı kökten arkaikleşmiş ve bugün başkent ya da İstanbul dışı yerleri anlatmak için kullanılan “taşra” da dışarı anlamındadır.

Dış duvar, bilindiği üzere herhangi bir yapıyı dışarıdan kapatan içeriden göstermeyen dört köşe ana duvardır. Yunus Emre buradan hareketle insanın iç yapısından farklıca bir de dış yüzü olduğunu “dış duvar” benzetmesiyle belirtti.

ki aldı mekr eli!

Mekr sözlükte oyun, hile anlamında.

İlginçtir; dikkat edilmediğinde Yunus Emre Hazret’in şaşırtıcı ve yanıltıcı söz söyleme sanatı bu dizeye yansıdı. İkinci dizenin ilk bölümü “aldı mekr eli” olduğu gibi “aldı mekr, ili” de anlaşılabilir. Buradaki sorunlu sözcük -el mi il mi anlamında olduğu belirsiz- “el”dir. Dizenin ikinci bölümündeki “içeri şarun (şehrin)” anlatımına bakılaraktan “el”in il yani ülke olduğu düşünülebilir. Oysa Risâletü’n-Nushiyye’nin tamamında Yunus Emre’nin gönül ya da iç dünyaya sadece “il” sözcüğünü kullandığı hatırlandığında dizenin ilk bölümündeki ifadenin “mekr eli” biçiminde bir tamlama olduğu görülür. O zaman Yunus Emre nefsin eli, şeytanın eli tarzında “mekr eli” deyimi kullanmış oluyor. Zaten de mekr yani oyun hile de nefsânî dolayısıyla şeytânî kaynaklıdır.

aldı mekr eli!” de nereyi aldı?

O da ikinci dizenin ikinci bölümünde saklı!

İçerü şârun!

Şâr, şehrin tasavvufta daha kısa söylenişi. Belki de Türkçe’nin dil yapısındandır ki, ortadaki “h” kalkmıştır “i” düşmüştür de şehir, “şâr” olmuştur. Şimdi zihinlerdeki soru, “şâr”ın neyi karşıladığıdır. Bilen biliyor ama bilmeyenler de var. Tasavvufta şehir ya da şar gönlü simgeler. Yunus Emre’de ise insanın iç dünyasının bütünü “il (ülke)”, gönül “vilâyet” kavramlarıyla simgelenir. Şehir ise cânın evi, kalptir. O zaman “içerü şarun” da şehrin içi yani cân olmaktadır.

Bu durumda “ki aldı mekr eli içerü şarun” dizesinden “mekrin eli, kalbin içindeki câna uzandı” anlamı çıkmaktadır. Daha da somutlaştırılırsa Yunus Emre burada “Can nefsin oyuncağı oldu.” imasında bulunuyor.

Yunus Emre bu beyitle, dış görünüşe önem vermeyi, sadece dış görünüşle var olmayı ağırca, sertçe eleştirdi. Üstelik bu eleştiriyi dinî ve ahlâkî değerleri sözde üzerinde taşıyan -aslında yine kendisi olan- derviş üzerinden evrenselce yaptı. Geçmişte de öyleydi; ister güç ve statü sahibi olsun isterse de halktan olsun hırs ve emelleri uğruna şekilcilik ve yüzeyselliği öne çıkararak öz değerlerinin tersine davrananlar hep var olmuştur ve olacaktır da!.. Zaman, mekân ve anlayış değişse de birçok insan; güzel giyinme, bakımlı olma, etkileyici konuşma, olduğundan daha güçlü ve büyük görünme içgüdüleriyle hareket edip özünü ihmal etmektedir. Hayvanın alacası dışında insanın alacası içinde atasözünde olduğu gibi içten bozuk olunca dıştan iyi görünmenin kimseye uzun vadede bir yararı olmamaktadır. Ayrıca da şeytanî kaynaklı olduğundan iki yüzlülük, gösteriş, caka gibi özellikler insanı içten tamamen kuşatıp özü, Hak’tan uzak tutarak etkisizleştirmektedir.

İlgili beyit metni, en doğru okuma ve çeviri ile Risaletü’n-Nushiyye’nin diğer nüshalarında şöyledir:

bu zerkile bezedün taş di̇̄vāruŋ

ki aldı mekr eli içerü şāruŋ

Karaman Nüshası, 21b

bu zerkile bezedüŋ taş di̇̄vāruŋ

ki aldı hıri̇̄ci̇̄ler içerüŋi şāruŋ

Bursa Nüshası, 23a

zerrāk gibi bezedin taş divārıŋ

aldı hırsuzlar içerü şehriŋ

Yahya Efendi Nüshası, 177a

zerrāk gibi bezedin taş divārıŋ

aldı harîcîler içerüŋi şehriŋ

Nuruosmaniye Nüshası, 9b

Kaynakça

Ayverdi, İ. (tarih yok). Kubbealtı Lügati (http://lugatim.com). İstanbul: Kubbealtı Neşriyat.

Risâletü'n-Nushiyye Bursa Nüshası. (16. yy).

Risâletü'n-Nushiyye Karaman Nüshası. (14. yy). Karaman.

Risâletü'n-Nushiyye Nusuosmaniye Nüshası. (tarih yok). İstanbul.

Risâletü'n-Nushiyye Yahya Efendi Nüshası. (Hicri 1111 Miladi 1733). İstanbul.

Şahin, E. (2014). Bâki Dîvânı'nda Tasavvufî ve Batınî Kültür. 7(33), 261-273.

Şirazî. (1992). Hafız Divanı. (A. Gölpınarlı, Çev.) Ankara: MEB.

Uludağ, S. (1998). Hırka. TDV İslam Ansiklopedisi, 373-374.


Makale için bakınız: Yusuf Yıldırım, bu zerk ile bezedün taş divarun, Mahalle Mektebi, Kasım Aralık 2020 Konya, s. 75-77 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder