Bu zerk ile bezedün taş divârun
Yusuf Yıldırım
Söz konusu beyit Risâletü’n-Nushiyye’nin
Destân-ı Buşu (Öfke) temasında geçer. Beyit içerik, kültürel ögeler ve söz
sanatları bakımından son derece önemlidir. Yunus Emre “zerk”, “duvar”, “mekr”,
“şâr (şehr)” kavramlarını bir beyte sığdırarak büyük bir sahneyle etkili bir
anlam oluşturmuştur. Öncesindeki ve sonrasındaki beyitlerle bağlantılı olarak
şekilcilik ve yüzeyselliğe ağır eleştiri yapar. Sözcük ve imla farklılıklarıyla
bu beyit; Karaman, Bursa, Nuruosmaniye ve Yahya Efendi nüshalarında mevcut olup
Fatih Nüshası’nda ise yoktur. Bazı yayınlarda Bursa ve Yahya Efendi
nüshalarından eksik ve hatalı metin okumaları ile çevrildiği tespit edilen bu
beyit; en doğru okuma ve ayrıntılı transkripsiyon ile yazı sonuna nüsha
karşılaştırmalı eklenmiştir. Buradaki yorum ve
açıklamalarda ise Karaman Nüshası’ndaki beyit esas alınmıştır.
Günümüz
Türkçesiyle bu beyit şöyledir:
bu
zerk ile bezedin dış duvarın
aldı
mekr eli, şehrin içini
Zerk!
Bir sözcükten öte geniş bir
kavram, ilginç bir terim!
Sanki, zerkin birçok anlamını
hesap etmiş de söylemiş Yunus Emre bu beyti.
En çok bilinen ve yaygın
kullanımdaki anlamları; şırınga ile vücûda bir sıvı verme, oyun, hile! Meğer
mavi, lacivert anlamında Arapça “ezrak” da zerk kökenli imiş (Kubbealtı
Sözlük).
Artık bilinmese de geçmiş
kültürde zerk etrafında geniş bir kavram ve simgesel anlamlar oluşmuş. Mavi
anlamından dolayı mavi gökyüzü ve mavi hırka olarak zerk, tasavvufta kendine önemli
yer edinmiş. Mavi hırkanın yaygın kullanımıyla sûfî ve dervişlere “mavi giyen” anlamında
“ezrakpûş”; bu giyimden dolayı tasavvuf için de “ezrakpûşî” nitelemesi
yapılmıştır. Tasavvufta hırka; melamet (kınanma) ve mahviyetin (Allah’a
teslimiyet) olduğu kadar iki yüzlülük ve riyanın da simgesidir (Uludağ, 1998: 373).
Çok gezen ve ömürleri izbe
yerlerde geçen dervişlerin mavi rengi tercih etmelerinin sebebi bu rengin, kiri
belli etmemesidir. Seyyid Burhâneddin Muhakkık’a, “Hırkanı ver yıkayalım.”
denilince, “Yine kirlenir.” demiş; “Yine yıkarız.” diyenlere de “Biz
bu dünyaya çamaşır yıkamak için gelmedik.” karşılığını vermiştir (Uludağ, 1998: 373).
Kâşifî’ye göre Fütüvvetnâme’de maviye
yüklenmiş birçok ilginç anlam vardır. Mavi, siyah gibi yas rengidir, siyaha en
yakın olanıdır. Işıkla karanlık, sevinçle keder karışımıdır. Karanlıkla
ışığın birleştiği tek renk mavidir. Semanın rengi olduğundan yükselişi
simgeler. Denizin rengi olarak enginliği ve sonsuzluğu temsil eder (Uludağ, 1998: 373).
Mavi renginden dolayı gökyüzü
de mavi hırka giymiş bir sûfiye benzetilmiştir. Riya ile özdeşleşmiş bir
kimliğinin olması nedeniyle mavi giymiş olduğu düşünülen gökyüzünden dolayı “riya
hırkası giyenler” anlamında sufiler, delk-pûşân-ı zerk olarak ifade
edilmiştir (Şahin, 2014: 268).
Benzer biçimde Şirazî de Divan’da
ezrak (mavi) merkezli, sufilere değinirken özellikle Halvetîlerden Hasan
Ezrakpuşî ve müritlerden “kalpleri kara” ama “gök ve yeşil
elbise giyenler” biçiminde
söz eder (Şirazî, 1992: XII, XIII, 362, 667, 689 ).
Şirazî’nin Divan’daki ilgili beyitleri ise şunlardır:
mâ negûyîm bed-u meyi be nâhak nekunîm
Pîr-i Gul-reng-i men ender hak-ı Ezrek-pûşân
Tasavvufta gökyüzü yanında
gece-gündüz ile zerk yani iki yüzlülük arasında da ilgi kurulur. Gökyüzünün
riyakâr bir sûfîye benzetilmesinde feleklerin çekim kuvvetleriyle dünyada
gerçekleşen olaylara etki ettiği inancı hakimdir. Bilindiği üzere yıldız ve
gezegenlerin dünyayla çekim güçlerinin kesişmesiyle insanların kişilikleri
arasında bir bağ kurulmuştur. İnsanların kaderleri üzerindeki bu etki, talih
baht anlayışı olarak açıklanmaktadır. Bunun yanında gece gündüz oluşumu; iki
farklı yüz olarak algılanmaktadır (Şahin, 2014:
268).
Yunus Emre’nin “bu zerkıle bezedün taş divarun” dizesinde hemen
hemen tüm anlamlarıyla “zerk”i kullandığı söylenebilir. Öncelikle giydiği
hırkayla kendini göstermek isteyen dervişi belirterek bir anlam yüklemesi
yaptığı açık ve kesindir. İkinci olarak “iki yüzlülük, riyâ, hîle”
anlamlarını da düşünerek gösterişe dayalı yapmacık davranışı anlatmak
istemiştir. İki yüzlülük ise “zerk”in tasavvufî anlamıyla ilgili
olabilir. Siyah ile ışığın birleştiği tek rengin mavi olmasından
Yunus Emre beyitte zerk kelimesine cilalı, parlak görüntü, giyim ve abartılı
davranış anlamını da yüklemiş olmalıdır. Zerkte son olarak Yunus Emre
şırınga etmek anlamında “zerk etme”yi de burada vurgulamış olabilir mi,
tartışılır. Çünkü zerk etmede, aslında olmayanı vücuda alma durumu
vardır.
İlk dizede geçen taş dîvâr ise dış duvar anlamındadır. Taş,
günümüz Türkçesindeki “dış”tır. Sözcük zamanla taş, daş ve dış söyleyiş
biçimlerini almıştır. Aynı kökten arkaikleşmiş ve bugün başkent ya da İstanbul
dışı yerleri anlatmak için kullanılan “taşra” da dışarı anlamındadır.
Dış duvar, bilindiği üzere herhangi bir yapıyı dışarıdan kapatan
içeriden göstermeyen dört köşe ana duvardır. Yunus Emre buradan hareketle
insanın iç yapısından farklıca bir de dış yüzü olduğunu “dış duvar”
benzetmesiyle belirtti.
ki aldı mekr eli!
Mekr sözlükte oyun, hile
anlamında.
İlginçtir; dikkat
edilmediğinde Yunus Emre Hazret’in şaşırtıcı ve yanıltıcı söz söyleme sanatı bu
dizeye yansıdı. İkinci dizenin ilk bölümü “aldı mekr eli” olduğu gibi “aldı
mekr, ili” de anlaşılabilir. Buradaki sorunlu sözcük -el mi il mi
anlamında olduğu belirsiz- “el”dir. Dizenin ikinci bölümündeki “içeri şarun
(şehrin)” anlatımına bakılaraktan “el”in il yani ülke olduğu düşünülebilir. Oysa
Risâletü’n-Nushiyye’nin tamamında Yunus Emre’nin gönül ya da iç dünyaya
sadece “il” sözcüğünü kullandığı hatırlandığında dizenin ilk bölümündeki
ifadenin “mekr eli” biçiminde bir tamlama olduğu görülür. O zaman Yunus Emre
nefsin eli, şeytanın eli tarzında “mekr eli” deyimi kullanmış oluyor. Zaten de
mekr yani oyun hile de nefsânî dolayısıyla şeytânî kaynaklıdır.
“aldı mekr eli!” de
nereyi aldı?
O da ikinci dizenin ikinci
bölümünde saklı!
İçerü şârun!
Şâr, şehrin tasavvufta daha
kısa söylenişi. Belki de Türkçe’nin dil yapısındandır ki, ortadaki “h”
kalkmıştır “i” düşmüştür de şehir, “şâr” olmuştur. Şimdi zihinlerdeki soru,
“şâr”ın neyi karşıladığıdır. Bilen biliyor ama bilmeyenler de var. Tasavvufta
şehir ya da şar gönlü simgeler. Yunus Emre’de ise insanın iç dünyasının bütünü “il
(ülke)”, gönül “vilâyet” kavramlarıyla simgelenir. Şehir ise cânın evi,
kalptir. O zaman “içerü şarun” da şehrin içi yani cân olmaktadır.
Bu durumda “ki aldı mekr
eli içerü şarun” dizesinden “mekrin eli, kalbin içindeki câna uzandı” anlamı
çıkmaktadır. Daha da somutlaştırılırsa Yunus Emre burada “Can nefsin
oyuncağı oldu.” imasında bulunuyor.
Yunus Emre bu beyitle, dış
görünüşe önem vermeyi, sadece dış görünüşle var olmayı ağırca, sertçe
eleştirdi. Üstelik bu eleştiriyi dinî ve ahlâkî değerleri sözde üzerinde
taşıyan -aslında yine kendisi olan- derviş üzerinden evrenselce yaptı. Geçmişte
de öyleydi; ister güç ve statü sahibi olsun isterse de halktan olsun hırs ve
emelleri uğruna şekilcilik ve yüzeyselliği öne çıkararak öz değerlerinin
tersine davrananlar hep var olmuştur ve olacaktır da!.. Zaman, mekân ve anlayış
değişse de birçok insan; güzel giyinme, bakımlı olma, etkileyici konuşma,
olduğundan daha güçlü ve büyük görünme içgüdüleriyle hareket edip özünü ihmal
etmektedir. Hayvanın alacası dışında insanın alacası içinde atasözünde
olduğu gibi içten bozuk olunca dıştan iyi görünmenin kimseye uzun vadede bir
yararı olmamaktadır. Ayrıca da şeytanî kaynaklı olduğundan iki yüzlülük,
gösteriş, caka gibi özellikler insanı içten tamamen kuşatıp özü, Hak’tan uzak
tutarak etkisizleştirmektedir.
İlgili beyit metni, en doğru
okuma ve çeviri ile Risaletü’n-Nushiyye’nin diğer nüshalarında şöyledir:
bu zerkile bezedün taş di̇̄vāruŋ
ki aldı mekr eli içerü şāruŋ
Karaman Nüshası, 21b
bu
zerkile bezedüŋ taş
di̇̄vāruŋ
ki aldı hıri̇̄ci̇̄ler içerüŋi
şāruŋ
Bursa Nüshası, 23a
zerrāk gibi bezedin taş divārıŋ
aldı hırsuzlar içerü şehriŋ
Yahya Efendi Nüshası, 177a
zerrāk gibi bezedin taş divārıŋ
aldı harîcîler içerüŋi
şehriŋ
Nuruosmaniye Nüshası, 9b
Kaynakça
Ayverdi,
İ. (tarih yok). Kubbealtı Lügati (http://lugatim.com). İstanbul:
Kubbealtı Neşriyat.
Risâletü'n-Nushiyye Bursa Nüshası. (16. yy).
Risâletü'n-Nushiyye Karaman Nüshası. (14. yy).
Karaman.
Risâletü'n-Nushiyye Nusuosmaniye Nüshası. (tarih yok).
İstanbul.
Risâletü'n-Nushiyye Yahya Efendi Nüshası. (Hicri 1111
Miladi 1733). İstanbul.
Şahin, E. (2014). Bâki Dîvânı'nda
Tasavvufî ve Batınî Kültür. 7(33), 261-273.
Şirazî. (1992). Hafız Divanı. (A.
Gölpınarlı, Çev.) Ankara: MEB.
Uludağ, S. (1998). Hırka. TDV İslam
Ansiklopedisi, 373-374.
Makale için bakınız: Yusuf Yıldırım, bu zerk ile bezedün taş divarun, Mahalle Mektebi, Kasım Aralık 2020 Konya, s. 75-77
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder