Yusuf Yıldırım, Nazım Boynukalın, Yılmaz Babaoğlu, Remzi Tartan, Foto: Yusuf Yıldırım, 2019
Sen Kel
Osman’ı nereden biliyorsun! Daha ilk soruda bu şaşkınlık gelmişti! Doğru ya, ne
sebze pazarı kalmıştı ne de sebze pazarıyla adı bütünleşmiş Kel Osman. Ama ben
2013’teki röportajıma altı ay hazırlanmış, Yılmaz Babaoğlu hakkında bilmem
gereken ne varsa öğrenmiştim.
Sorularıma verdiği cevaplardan ve cevap verme biçiminden Yılmaz Babaoğlu’nun ne
kadar büyük bir insan olduğunu bizzat tecrübe etmiştim. Sadece diline değil
duruşuna, bakışına, davranışına yansıyan o özgüveni ve rahatlığı hiç
unutamıyorum. İleri görüşlülük ve kararlılık yüklü her bir cümlesi aynı zamanda
umut doluydu! Hele “Ben tıptan sağlıktan anlamam ama bir hastane kurup birçok
doktoru istihdam edip hastaneyi işletirim.” sözü onun işletmecilik ve
yöneticilikte ustalık ötesi sanatkarane birikime sahip olduğunu gösteriyordu.
Ne kadar
para kazandığını en yakınına bile söyleme, bir gün gelir yan bakar, ifadesi
hayat felsefesinin mihenk taşlarındandır. İlkokuldan sonra okumasını istemeyen
baba Osman Babaoğlu’nun ona sebze pazarındaki bakkaliyeyi teslim etmesi,
ilerideki büyük iş hayatı kapılarının ardına kadar açılması anlamına geliyordu.
Henüz on iki yaşında olmasına rağmen Yılmaz Babaoğlu, bakkaliyeyi sabah
erkenden açmayı kendine prensip edindi. Dört elle sarıldığı bakkaliyede
kazandığı paralar, yakın çevresinde bile kıskançlığa sebep olur.
80’lerde
kendini aşmış, 2000’lerde tamamen kurumsallaşmış bir şirket olan BİFA’nın
geldiği nokta; Yılmaz Babaoğlu’nun 1968’deki ortaklığa giriş şartında gizlidir.
1958 yılında kurulan BİFA’ya 1968 yılında ortak olan Yılmaz Babaoğlu diğer
ortaklara tek bir şart koşar. O da yönetime kimsenin karışmaması. Henüz 34’ünde
iken kendisinden kat kat büyük ve burnundan kıl aldırmayan diğer ortaklara bu
şartı kabul ettirmek ustaca bir ilişki yöntemi olduğu kadar dik duruşun
göstergesidir.
Eğitim sektörüne girmesinin asıl sebebi sorusuna verdiği cevap herkesi derinden
düşündürecek niteliktedir. BİFA’nın önünden çıplak ve çantasız okula giden
çocuklar, vicdanında insanı öne çıkarıp parayı ötelemesine vesile olur. Bu
farkındalıkla üç okul bir cami yaptırarak gönüllerde ölümsüzleşir.
Kendi insanımızı kendi çatımız altında yetiştirmek diye belirtir özel okul açma
amacını. Karaman’da o zamanlar bir özel okul açmanın risk olduğunu ve bu riski
nasıl göze aldığına dair soruya, ben özel okulu karlılık amacıyla açmadım ki
diye yüce bir düşünceyle vurgular.
Yılmaz Babaoğlu o kadar güce ve varlığa karşın bir halk adamı idi. Alçakgönüllü
idi. Hemen hemen her gün ikindinleri çarşıya çıkardı, yakın çevresiyle. I.
İstasyon, Aktekke Çay Bahçesi ve İsmet Paşa, Canbaz Gazi Parkı uğrak yeri idi.
Buralarda bir yandan çayını yudumlar bir yandan da yanına uğrayanlara güler
yüzünü eksik etmezdi.
2013’teki
röportaj sorularım, Yılmaz abide silinmez bir iz bırakmış olmalı ki her
karşılaşmamızda bana da “gazeteci çocuk” derdi. Devamında da büyük bir haz ile
eskileri konuşurdu benimle.
Yılmaz
Babaoğlu demek tam da Sakıp Sabancı demektir. Sevecen, insancıl, hoş sohbetiyle
Babaoğlu’nu gör Sabancı’yı arama. Kendisini geliştirmek ve dünyayı tanımak
adına her ikisi de çok gezmiş. Dünyaya ve hayata insan merkezli bakabilmede
Babaoğlu da Sabancı gibi modeldi. Babaoğlu çok iyi biliyordu ki, asıl itibar
manevi değerlerdeydi. İnsana, kültüre yapılan yatırımların sürekliliği ve
karşılığı vardı. Çok paranın getirdiği göreceli güçtü ama asla itibar değildi.
Bir çırpıda 15.000 kitabı okullarda dağıtması hep insan odaklı bakışa sahip
olmasındandır.
Babaoğlu’nun
çok az hissedilen bir özelliği de aynı zamanda bir liderdi. Çalışanları onun
emaneti idi ve onlara iş buyurmanın ötesinde vizyon yüklerdi. Bunu da çok
konuşarak, anlatarak ya da çok kural belirleyerek yapmadı. Onlarla aynı masada
yemek yemesi, bayramlarda harçlık vermesi, giyim ve gıda yardımları çalışanda
haddinden fazla Babaoğlu saygısı oluşturuyor, BİFA aidiyetini de arttırıyordu.
Çarşı pazarda dolaşırken ve sohbet ederken insanlara umut dolu ve erdemli
konuşmalar yapması; geleceğin toplumunu inşa etmede onun kendisine bir rol
üstlendiğini gösteriyordu.
Babaoğlu
da yaşarken ölümsüzleşenlerdendir. Sabancı’nın ikizi dedik ya. O da Sabancı
gibi biyografisini hazırlattı. 2008’de Raşit Keskin tarafından
hazırlanan ve Çizgi Yayınevinden çıkan Yılmaz Babaoğlu adlı biyografi
kitabı Babaoğlu’nu tüm yönleriyle anlatmaya ve tanıtmayı amaçlamıştır.
2018’deki ağır hastalığı sonun bir habercisi gibiydi. Ameliyatlarla tekrar
ayağa kalktı. Kısmı hafıza kaybı oldu. Eskisi kadar olmasa da tekrar sağlığına
kavuştu. Yine I. İstasyon’da ve civarda gezdirildi, dinlendirildi. İlk
karşılaşmamızda çok merak ettiğim; beni gazeteci çocuk olarak hatırlayabilecek
miydi? Uzun bir bakış sonrası dilinden dökülen “gazeteci çocuk” kelimeleri
benim için dünyalara değişilmez bir mutluluktu.
Kendisiyle
son röportaj Ahmet Tek abiye nasip oldu. 15 Kasım gibi Karaman’a gelen Ahmet
Tek, Ankara Karamanlılar Derneğinin yayını Başkentte Karaman dergisi için uzun
zamandır düşündüğü Yılmaz Babaoğlu röportajını yaptı. Bu röportaj Başkentte
Karaman dergisinin üçüncü sayısında yayınlanacak. Dergi 20 Ocak’a kadar baskıya
girmiş olacak.
Böyle uzun
süre gider, Yılmaz abiyi hep görürüz derken Konya’da yoğun bakıma alındığını
duyduk. 27 Aralık’ta oğlu Necati Babaoğlu Bey’i arayıp durumunu sorduğumda
İnşallah taburcu olmasını bekliyoruz, karşılığını verdi. Oysa bu dilek iyi
niyetten öte değilmiş. Ve kaçılmaz son bugün 13 Ocak’ta geldi ve işçilerin
babası, halk adamı, patron, iş adamı lider ve hepsinden önce insan Yılmaz
Babaoğlu’nu aramızdan aldı götürdü.
O
röportajın başında Babaoğlu son derece kararlı biçimde “Bana siyaset sorma,
bana aile hayatımı sorma”, demişti. Oysa ben sadece Babaoğlu ile eğitim üzerine
röportaj yapmaya gelmiştim. Röportaj bittiğinde Babaoğlu hem 60’lardaki
ideolojik dünyasını hem de özel hayatını güzelce ve kendiliğinden anlattı.
Kendisini
anlatmaya sayfalar yetmez. Bu yazıda gözlemlediğim birkaç önemli özelliğini
vurgulamak istedim. Allah gani gani rahmet etsin Kel Osman’ın Yılmaz’a, şehrin
Yılmaz abisine!
Yusuf Yıldırım, Nazım Boynukalın, Yılmaz Babaoğlu, Remzi Tartan, Foto: Yusuf Yıldırım, 2019 |
Sen Kel
Osman’ı nereden biliyorsun! Daha ilk soruda bu şaşkınlık gelmişti! Doğru ya, ne
sebze pazarı kalmıştı ne de sebze pazarıyla adı bütünleşmiş Kel Osman. Ama ben
2013’teki röportajıma altı ay hazırlanmış, Yılmaz Babaoğlu hakkında bilmem
gereken ne varsa öğrenmiştim.
Sorularıma verdiği cevaplardan ve cevap verme biçiminden Yılmaz Babaoğlu’nun ne
kadar büyük bir insan olduğunu bizzat tecrübe etmiştim. Sadece diline değil
duruşuna, bakışına, davranışına yansıyan o özgüveni ve rahatlığı hiç
unutamıyorum. İleri görüşlülük ve kararlılık yüklü her bir cümlesi aynı zamanda
umut doluydu! Hele “Ben tıptan sağlıktan anlamam ama bir hastane kurup birçok
doktoru istihdam edip hastaneyi işletirim.” sözü onun işletmecilik ve
yöneticilikte ustalık ötesi sanatkarane birikime sahip olduğunu gösteriyordu.
Ne kadar
para kazandığını en yakınına bile söyleme, bir gün gelir yan bakar, ifadesi
hayat felsefesinin mihenk taşlarındandır. İlkokuldan sonra okumasını istemeyen
baba Osman Babaoğlu’nun ona sebze pazarındaki bakkaliyeyi teslim etmesi,
ilerideki büyük iş hayatı kapılarının ardına kadar açılması anlamına geliyordu.
Henüz on iki yaşında olmasına rağmen Yılmaz Babaoğlu, bakkaliyeyi sabah
erkenden açmayı kendine prensip edindi. Dört elle sarıldığı bakkaliyede
kazandığı paralar, yakın çevresinde bile kıskançlığa sebep olur.
80’lerde kendini aşmış, 2000’lerde tamamen kurumsallaşmış bir şirket olan BİFA’nın geldiği nokta; Yılmaz Babaoğlu’nun 1968’deki ortaklığa giriş şartında gizlidir. 1958 yılında kurulan BİFA’ya 1968 yılında ortak olan Yılmaz Babaoğlu diğer ortaklara tek bir şart koşar. O da yönetime kimsenin karışmaması. Henüz 34’ünde iken kendisinden kat kat büyük ve burnundan kıl aldırmayan diğer ortaklara bu şartı kabul ettirmek ustaca bir ilişki yöntemi olduğu kadar dik duruşun göstergesidir.
Eğitim sektörüne girmesinin asıl sebebi sorusuna verdiği cevap herkesi derinden
düşündürecek niteliktedir. BİFA’nın önünden çıplak ve çantasız okula giden
çocuklar, vicdanında insanı öne çıkarıp parayı ötelemesine vesile olur. Bu
farkındalıkla üç okul bir cami yaptırarak gönüllerde ölümsüzleşir.
Kendi insanımızı kendi çatımız altında yetiştirmek diye belirtir özel okul açma
amacını. Karaman’da o zamanlar bir özel okul açmanın risk olduğunu ve bu riski
nasıl göze aldığına dair soruya, ben özel okulu karlılık amacıyla açmadım ki
diye yüce bir düşünceyle vurgular.
Yılmaz Babaoğlu o kadar güce ve varlığa karşın bir halk adamı idi. Alçakgönüllü
idi. Hemen hemen her gün ikindinleri çarşıya çıkardı, yakın çevresiyle. I.
İstasyon, Aktekke Çay Bahçesi ve İsmet Paşa, Canbaz Gazi Parkı uğrak yeri idi.
Buralarda bir yandan çayını yudumlar bir yandan da yanına uğrayanlara güler
yüzünü eksik etmezdi.
2013’teki
röportaj sorularım, Yılmaz abide silinmez bir iz bırakmış olmalı ki her
karşılaşmamızda bana da “gazeteci çocuk” derdi. Devamında da büyük bir haz ile
eskileri konuşurdu benimle.
Yılmaz
Babaoğlu demek tam da Sakıp Sabancı demektir. Sevecen, insancıl, hoş sohbetiyle
Babaoğlu’nu gör Sabancı’yı arama. Kendisini geliştirmek ve dünyayı tanımak
adına her ikisi de çok gezmiş. Dünyaya ve hayata insan merkezli bakabilmede
Babaoğlu da Sabancı gibi modeldi. Babaoğlu çok iyi biliyordu ki, asıl itibar
manevi değerlerdeydi. İnsana, kültüre yapılan yatırımların sürekliliği ve
karşılığı vardı. Çok paranın getirdiği göreceli güçtü ama asla itibar değildi.
Bir çırpıda 15.000 kitabı okullarda dağıtması hep insan odaklı bakışa sahip
olmasındandır.
Babaoğlu’nun
çok az hissedilen bir özelliği de aynı zamanda bir liderdi. Çalışanları onun
emaneti idi ve onlara iş buyurmanın ötesinde vizyon yüklerdi. Bunu da çok
konuşarak, anlatarak ya da çok kural belirleyerek yapmadı. Onlarla aynı masada
yemek yemesi, bayramlarda harçlık vermesi, giyim ve gıda yardımları çalışanda
haddinden fazla Babaoğlu saygısı oluşturuyor, BİFA aidiyetini de arttırıyordu.
Çarşı pazarda dolaşırken ve sohbet ederken insanlara umut dolu ve erdemli
konuşmalar yapması; geleceğin toplumunu inşa etmede onun kendisine bir rol
üstlendiğini gösteriyordu.
Babaoğlu da yaşarken ölümsüzleşenlerdendir. Sabancı’nın ikizi dedik ya. O da Sabancı gibi biyografisini hazırlattı. 2008’de Raşit Keskin tarafından hazırlanan ve Çizgi Yayınevinden çıkan Yılmaz Babaoğlu adlı biyografi kitabı Babaoğlu’nu tüm yönleriyle anlatmaya ve tanıtmayı amaçlamıştır.
2018’deki ağır hastalığı sonun bir habercisi gibiydi. Ameliyatlarla tekrar
ayağa kalktı. Kısmı hafıza kaybı oldu. Eskisi kadar olmasa da tekrar sağlığına
kavuştu. Yine I. İstasyon’da ve civarda gezdirildi, dinlendirildi. İlk
karşılaşmamızda çok merak ettiğim; beni gazeteci çocuk olarak hatırlayabilecek
miydi? Uzun bir bakış sonrası dilinden dökülen “gazeteci çocuk” kelimeleri
benim için dünyalara değişilmez bir mutluluktu.
Kendisiyle
son röportaj Ahmet Tek abiye nasip oldu. 15 Kasım gibi Karaman’a gelen Ahmet
Tek, Ankara Karamanlılar Derneğinin yayını Başkentte Karaman dergisi için uzun
zamandır düşündüğü Yılmaz Babaoğlu röportajını yaptı. Bu röportaj Başkentte
Karaman dergisinin üçüncü sayısında yayınlanacak. Dergi 20 Ocak’a kadar baskıya
girmiş olacak.
Böyle uzun
süre gider, Yılmaz abiyi hep görürüz derken Konya’da yoğun bakıma alındığını
duyduk. 27 Aralık’ta oğlu Necati Babaoğlu Bey’i arayıp durumunu sorduğumda
İnşallah taburcu olmasını bekliyoruz, karşılığını verdi. Oysa bu dilek iyi
niyetten öte değilmiş. Ve kaçılmaz son bugün 13 Ocak’ta geldi ve işçilerin
babası, halk adamı, patron, iş adamı lider ve hepsinden önce insan Yılmaz
Babaoğlu’nu aramızdan aldı götürdü.
O
röportajın başında Babaoğlu son derece kararlı biçimde “Bana siyaset sorma,
bana aile hayatımı sorma”, demişti. Oysa ben sadece Babaoğlu ile eğitim üzerine
röportaj yapmaya gelmiştim. Röportaj bittiğinde Babaoğlu hem 60’lardaki
ideolojik dünyasını hem de özel hayatını güzelce ve kendiliğinden anlattı.
Kendisini
anlatmaya sayfalar yetmez. Bu yazıda gözlemlediğim birkaç önemli özelliğini
vurgulamak istedim. Allah gani gani rahmet etsin Kel Osman’ın Yılmaz’a, şehrin
Yılmaz abisine!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder