Sınıfta Bir Dava İnsanı Necati Yeniel Hocam
Yusuf
Yıldırım
Annem amcama demiş, “Şunu İmam Hatip’e yazdırıver.”! Ağustosun son
günlerinde amcam ile Araba Pazarından hareketle Kervansaray üzerinden Eski Garaj
Mezbahane önünden Ticaret Lisesi alt köşesine çıktık. Amcam sordu, “Görüyor
musun işte yeni okulun?” Ticaret’in az ilerisinde daha büyükçe bir
okul daha vardı. İşte orası ömrümün en güzel günlerinin geçeceği yeni mekân
idi.
1981 yılının Eylül ayında Karaman İmam Hatip Lisesinin birinci sınıfına
başladığımızda hem hocalar hem de öğrenciler, bir hocadan daha farklıca daha
temkinlice ve daha saygılıca söz ediyordu. Ona hocaların hocası diyorlardı.
Kendisiyle özdeşleşmiş lacivert takım elbisesi, nurlu yüzünü daha parlak
gösterirken, kiloluca görüntüsünü normale yaklaştırırdı. Koyu kahverengi takım
elbisesi de hâkezâ! Görüntüsü kadar duruşu ve konuşması da ağırdı.
Bakışlarındaki sakinlik, Osmanlı ulemasından bir emâredir. Her sözü, ilim
deryasından imbik damlasıdır. Dersleri
sohbet havasında konferans hüviyetindedir. Ciddiyetsizliğe karşı toleransı
sıfırdır. Akla, zekaya karşı gönlü sonuna kadar açıktır. Dolayısıyla terbiyeli
ve çalışkan öğrenciler, onun yanında daha rahattır.
Bugün daha iyi anlıyorum ki İmam Hatip’in daha ilk yılında Necati Hoca’nın
dersimize girmiş olması, onunla aynı havayı solumuş olmak eşi bulunmaz bir
nimet. Hele de Kur’ân-ı Kerîm dersini ondan almak daha da anlamlı.
1981 yılında rekor bir sayı ile Karaman İmam-Hatip Lisesine 300 kadar
öğrenci kaydı yapılmıştı. Ancak öğretmen az, derslikler yetersizdi. Öyle ki,
Okul Müdürü Rahmetli Hüseyin Fişek bile ilk günlerde üç ders Arapçaya girmişti.
İlk hafta 70-75 kişilik sınıflarda, üçerli dörderli sıralarda ders
yapmıştık. O ilk haftaki sınıfımızı hiç
unutmuyorum. Tatbikat camisi tarafından okul girişinde soldan ilk sınıf idi. İlk
günler bilinmezlik ve kargaşayla geçti. Durumun geçici olduğunu herkes biliyor
ve bir an evvel yeni sınıfların açılmasını bekliyordu. Okul idarecileri ve bazı
öğretmenler, sınıfların yeniden düzenleneceğini; şubelerin arttırılacağını da
söylüyorlardı. Müdür Yardımcıları Ali Erdemli, Hakkı Okur (Allah
rahmet eylesin) Osman Tekin Tuna ve adını hatırlayamadığım bir diğer
hoca idi. Halil İbrahim Arısoy da baş müdür yardımcısı idi.
İkinci haftada şubeler arttırıldı ve sınıflar bölündü. Ben 1/E sınıfına
düştüm. Yeni sınıfımız yine zemin katta, önceki sınıfın bir ilerisinde idi. Sınıf
mevcudu da 40’ın altına düşmüştü. Hatırladığım hocalar ve girdikleri dersler;
Kur’ân-ı Kerîm, Necati Yeniel, Arapça Muhittin Uysal, Sosyal
Bilgiler, İdris Yüksel, Fen Bilgisi, Halil Aydemir, Resim, Nursel
Kırış, İngilizce Ahmet Mekin, Türkçe, Saniye Pınarbaşı,
Matematik, Gülin Atik, Beden Dersi Adnan Üney, Müzik, Mustafa
Küçükosmanoğlu idi Ahmet Mekin çok mülayim ve güler yüzlü bir hoca
idi. “Gazi Antep’e tayinim çıktı haftaya gidiyorum.” dedi ve gitti.
Yaşıyorsa Allah uzun ömürler versin. Nursel Kırış ise hala çalışıyor ve Ayvalık’ta
bir ortaokulda resim öğretmenidir.
Necati Hoca diğer hocalardan farklı olarak müfredata ve ders
kitabına bağlı kalmadan ama dolu dolu ders işlerdi. İyi bir insan, iyi bir
Müslüman olmaya yönelik anlatımlar, konuşmalarının temelini oluştururdu. Kur’ân’ı
öğrenmenin yasak olduğu zor günleri hissiyâtlıca ve ağlamaklı bir dille
anlatırdı:
Her şey yasaktı. Türkçe ezan, Kur’ân okuma,
Kur’ân öğrenme, Kur’ân’ı yanında bulundurma! Her şey yasaktı. Ne
günlerdi, Allah kimseye göstermesin. Sabah namazları sonrası Kur’ân
öğrenmeye hocaya giderdik. Her an tetikteydik, asker gelecek baskın yapacak
diye gözlerdik. Sonra da Kur’ân’ı kimse bulamasın diye samanlığa saklardık.
Abdestin faziletlerine özendirici dil!
Namazı ve abdesti de çok öne çıkarırdı Necati Hoca! Abdest almayı bir
anlatırdı ki, imrenmemek elde değildi:
Çocuklar abdest almak hem ruha hem bedene iyi
gelir. Bakın Avrupalılar ne yapmışlar? Suyun insan bedenindeki etkisi üzerine
bir araştırma yapmışlar:
El ve kollara su sürünce bakmışlar, vücut rahatlıyor.
Bir de başı su ile ıslatmışlar, bakmışlar vücut serinliyor. Bir de şöyle el,
ayak parmaklarını su ile ovalamışlar, görmüşler ki vücut çok çok dinleniyor. Avrupalı
bunun sebebini araştırmış! Sonuçlar çok şaşırtıcı! Su vücudun neresine
sürülüyorsa oradaki damarları serinletiyor ve kanı hareketlendiriyor. Kan
hareketlenince tüm organlara ayrıca bir canlılık ve dirilik veriyor. Sonra
Avrupalı bilim adamları suyu kullanmada halka şu tavsiyelerde bulunmuşlar:
Önce su ile elinizi yıkayın. Sonra kollarınıza ve
alnınıza su ile gidin. Daha sonra başınızı ve boynunuzu da su ile sıvazlayın. Nihayet
ayaklarınızı ve ayak parmak aralarınızı da bir güzel su ile ovun. Göreceksiniz,
su hem tam temizlik hem de tam dinginlik verecek.
Sonra Avrupalılar suyu böyle kullanan başka bir
medeniyet var mı diye araştırmışlar! Bakmışlar ki, Müslümanlar yüzyıllardır
suyu böyle kullanıyor!
Kur’ân’ı okumayı bir derste öğrenmek!
Necati Hoca, ders ve öğrenme konusunda ödünsüz bir tavırda idi.
Kendisi de yoğun ve hummalı bir çalışma içinde olduğundan öğrenmemeye,
ilgisizliğe kızardı. Hatta Hoca’nın bu tavrı benim Kur’ân’ı öğrenmeme de
katkı sağlamıştı.
1982’nin Mart ayı olması gerekir! Necati Hoca
bizim Kur’ân dersimize giriyordu. Okul başlayalı altı ayı geçmiş bizler
tam İmam-Hatipli olmuştuk. Necati Hoca çoğunluğun Kur’ân’ı
bildiğini var saydığından genel ders işliyordu. Ders kitabımız hatırladığım kadarıyla
80 ya da 100 sayfa kadardı. Elif bâ cüzünün biraz daha Türkçesi gibiydi.
Ama çok kullanışlı ve etkili değildi. Ders kitabının ekinde de Kur’ân’ın
ilk cüzü vardı.
Bir gün öğretmen masasının önündeki bir arkadaşa ders
kitabından bir sayfayı okumasını istedi. O öğrenci okuyamayınca kızdı ve niye
okuyamadığını sordu. O çocuk tabi bir cevap veremedi. Sonra hoca tek tek
öğrencileri kontrol etmeye başladı. Bir sayfayı açtırıp onların Kur’ân’ı
ne kadar okuyup okuyamadığını görmek istiyordu. Ben duvar tarafında ve sınıf
kapısını görecek biçimde en önde oturuyordum. Bana gelinceye kadar 25 öğrenci
vardı.
Aşırı duyarlı ve endişeli biri olarak bir yandan “Allah’ım
bana sıra gelmeden ders bitsin!” diye içimden dua ediyor bir yandan da sürekli
ders kitabından Arapça kelimeleri okumaya çalışıyordum. Tabi çok
okuyamadığım için endişem panik seviyesine çıkıyordu. Bu arada Arapça
kelimelerin Türkçe yazılışları altta yazılı olduğu için oradan da karşılaştırma
yapıyordum.
Sıra bana gelmeden ders bitmiş ve ben de çok
rahatlamıştım. Ama bir şey daha olmuştu. Artık Arapça kelimeleri çözmüş, Kur’ân’ı
heceleyerek de olsa okuyabiliyordum.
Öğretmen olduktan sonra pedagoji kitaplarından
okuyarak öğrendim ki, “Endişe öğrenmeye olumlu yönde katkı vermekte ve
öğrenmeyi hızlandırmaktadır.”! Ben de bu metodu kendi derslerimde değişik
yollarla denedim, öğrenciye hafif dozda endişe yükleyerek hızlı ve kalıcı öğretmede
defalarca başarılı oldum.
Necati Hoca’nın Kur’ân okumayı yokladığı o ders bana
bir katkı daha verdi. İleri düzey eski metin ve kitabe okuma beceri ve
yeteneğimin alt yapısı da meğer o zaman oluşmuş! Nasıl mı? Çünkü o derste
aslında çözümleme yöntemiyle kelimeler içinde harfleri fark edip Arapça okumayı
öğrenmişim. Ayrıca Kur’ân harfleriyle Türkçe kelimeleri yazma
alışkanlığım da ta o zamandan gelir.
Sünen-i Ebu Davut ve Necati Hoca!
1981-82 Eğitim Öğretim Yılı’nda Necati Hoca merkezli bir konu daha
efsane gibi dile getiriliyordu. Gerek diğer hocalar gerekse hocayı yakından
tanıyan bazı öğrenciler, onun bir eser hazırlamakta olduğunu söz arası dile
getiriyorlardı. Bu durum Necati Hoca’ya bir de yazar gözüyle bakmamı sağladı.
Çünkü Buhari, Müslim, Tirmizi, Sünen-i Ebu Davud
gibi dev eserleri okumak çok zor iken Hoca onlardan birini çeviriyordu. Bu
konuda çok konuşmasa da ara ara değindiği de olurdu:
Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu
Davud, Nesai, İbn Mace büyük hadis kitaplarıdır. Buhari, Müslim
Türkçeye çevrildi. Ben ve arkadaşım Hüseyin Kayapınar, Ebu
Davud’u hazırlıyoruz. 10. cillteyiz. Yakın bir zamanda bitecek.
Hatırladığım kadarıyla Sünen-i Ebu Davud, iki ya da üç yıl sonra
bitirilmişti. Sonradan öğrendiğim kadarıyla eseri, Necati Yeniel ile
Haseki Eğitim hocalarından Hüseyin Kayapınar terceme ve şerh etmiş; yine
konunun uzmanlarından Mehmet Savaş ile Prof. İsmail Lütfi Çakan
tarafından redakte ve tashîh etmiştir.
İmam Hatip birinci sınıftan sonra Necati Hoca uzun yıllar dersimize girmedi.
Ta ki, altıncı sınıfa kadar. Ben lise 1’de okula ara vermek zorunda kalmış ve
iki yıl sonra okula dönebilmiştim. Döndüğümde sınıfım 5/B idi. 6/B’de
ise Fıkıh dersine Necati Hoca girdi. Artık 16-17 yaşlarında gençler
idik. Doğal olarak derslerdeki konuşmaların nitelik ve içeriği de değişmişti. Bu
kez ülke, din, ekonomi gibi sorunları derslerde konuşuyorduk. Hoca da zaten
dersin üstünde konuşmalar yaptığı için bu tarz ona uygundu. Fıkıh dersi de bu
içeriği karşılayan konuları da kapsıyordu. Faizin haramlığı, ürünlere aşırı
fiyat koyma gibi konular fıkıh içinde ele alınabiliyordu.
Necati Hoca ile öğretmenliğim sırasında iki kez ayrıntılı görüşme durumum
oldu. Her iki görüşme de gördüm ki, sınıflarda sürekli bilgi veren hep anlatan
Necati Hoca bu kez, dikkatle dinleyen, araştıran ve soran biri! Bu durum, her
yaşta öğrenen, ilk kez öğreniyormuşçasına heyecanla bilgiye aç gelişmeye,
yenilenmeye açık ve daha da ötesinde büyük ruhun özelliğidir. Bu her insanın
sahip olabileceği ve gösterebileceği bir meziyet değildir. Ancak ileri bakışlı,
derin ruhlu insanlara nasip olan mütevaziliktir.
Necati Hoca ile sohbetlerimizde bir ortak noktamız ya da kader
kesişmemiz olduğunu öğrendim. Meğer hocanın ilk görev yeri -benim de ilk görev
yerim- Diyarbakır imiş. Diyarbakır İmam Hatip Lisesi’nde iki
yıl çalışıp 1968 yılında Karaman İmam Hatip Lisesine geliyor. Ve artık Necati Hoca “Hocaların
Hocası”dır. Çünkü yetiştirdiği on binlerce öğrenciden bazıları da onunla
aynı mekanda öğretmenliğe başlar. Özellikle Muhittin Uysal’dan “benim
öğrencim” diye vurguluca söz ederdi.
Necati Yeniel adı kız imam hatibe veriliyor!
Necati Hoca bilmez ama onun bir kader kesitinde dolaylıca da olsa ben yer
alıyorum. 2013 yılında Karaman Milli Eğitim Müdürlüğünden arkadaşlar beni
aradılar yeni açılacak bir liseye verilecek ad hakkında görüşümü aldılar. Ben
tereddütsüz ve hiç düşünmeden “Necati Yeniel” dedim. O okula Necati
Hoca’nın adı verilmedi. Ama ben bu öneri ile yerelden bir değerin adının
bir okula verilebileceği fikrini zihinlere bir kere yerleştirmiştim. Böylece
2016 yılında açılan ikinci kız imam hatip lisesinin adı Necati Yeniel Kız
İmam Hatip Lisesi oldu. Kimlerin, hangi gerekçe ile Necati Hoca’nın adını
bir okula verdiğini bilmesem de bu güzel ve hayırlı işte bir katkım olduğu için
mutluyum, huzurluyum.
Makale için özgün metne bakınız:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder