Yunus Emre’de İnsan, Varlık, Allah
Yusuf Yıldırım
Köpük ne kadar denizdir?
Köpük, denizin enginliğinden ne
kadarını barındırır?
İşte toplumsal bilinçaltındaki Yunus
Emre, denizde köpük kadar!
Sahip olduğumuz sadece bir şair
sadece bir çiftçi mi?
O zaman menkıbelerdeki Yunus Emre
bize yeter!
Ama şiirlerindeki Yunus Emre çok
çok daha farklı bir görünüm sahneliyor!
Bu arada Yunus Emre, “Gelin tanış
olalım, Sordum sarı çiçeğe” vb. birkaç şiirden de ibaret değil!
Risâletü’n-Nushiyye’deki ve Divan’daki
Yunus Emre, menkıbelerden kat kat derinliğe sahiptir.
Yunus Emre şiir bahçesini bir
entelektüel edasında süslemiş.
Yunus Emre sevenlerini, derin bir
düşünür, ulu bir mutasavvıf, güzelin sevdalısı aşık olarak karşılar, şiir
bahçesinde!
İnsan, aşk, varlık, Allah!
Felsefe, edebiyat, estetik,
psikoloji…
Daha fazlası da var da burada
sıralamanın bir anlamı yok!
Bir de Yunus Emre ve tasavvuf
konusu var önümüzde!
“Tasavvuf nedir”e bine yakın tanım
yapılmış. Hangi tanımın daha doğru olduğundan çok, tasavvufu hangi yönüyle gördüğü
ve anlattığı öne çıkar. Bir yandan mistisizm ile açıklanmaya çalışılan tasavvuf
ayrıntıya inildiğinde çok da onunla örtüşmediği görülmektedir. Çünkü mistisizm
daha çok felsefe ve Hristiyanlık kaynaklı iken tasavvuf İslam temelli bir düşüncedir.
Sözlüklerde; “İnsanın, Allah’ın
birliğinin zevkini bütün benliğinde hissederek kendi iç âleminin derinliklerine
ve dış âlemin sırlarına ermek için tâkip ettiği düşünce ve amel sistemi;
yaratılış, bu âlem ve ölümden sonrası üzerindeki düşünüş ve inanış yolu;
İslâm’ı ve îmânı, kulluğun gerektirdiği şekilde ahlâkı, özü ve rûhu ile yaşama
disiplini (Kubbealtı Sözlük)” olarak yapılan tanımlama belki tasavvufi anlatmaya
ve anlamaya yeterlidir.
Yunus Emre ile tasavvufu nasıl
ilişkilendirmek gerekiyor?
Öyle ya Yunus Emre’nin özgün
kişiliği de düşünceleri de henüz bir yere oturtulamadı. Salt şair görenler, “Karacaoğlan
tarzı şiirler söyleyen bir halk aşığı” algısı üzerinden Yunus Emre’yi
tanıtma durumunda. Felsefik zeminden bakanlar da “suya sabuna karışmayan bir
hümanist” olarak öne çıkarır.
Yoksa Yunus Emre’nin düşüncesini
tasavvuf kalıpları içinde mi ele almalıdır? Ya bir de Yunus Emre, bir kalıba
sığdırılmak istemiyorsa? O zaman hiçbir etkiye bağlı kalmadan salt şiirlerinden
hareketle Yunus’un özgün dünyasına mı bakmalıdır? Bir felsefi akımla, bir
ideoloji ya da tasavvuf ile Yunus’a değinmek aslında Yunus’u değil de o ilgili
görüşü yinelemekten öteye geçmemektedir.
Ondan dolayı Yunus’un özgün
düşüncesine kendi şiirleri içinden bakmak en doğrusu olacaktır.
Yunus Emre düşünce dünyasını insan,
varlık ve Allah merkezli bir denklem üzerinden kurar. İnsanın en sonunda varıp
geleceği nokta Allah’tır. Ancak bu söylendiği gibi kolay bir yol değildir. Yollar
çok dolambaçlı, dikenler daha kanatıcıdır.
Öncelikle Yunus Emre’nin şiiri bir
sistematiğe sahip. Belli bir plan ve bir yapıda yazılmış şiirler. Yunus
Emre’nin şiir sistematiği ile düşünce sistematiği paraleldir. Ya da “Yunus
Emre düşünce sistemini şiir üzerinden kurmuştur.” demek daha doğru bir
söylem olacaktır.
Allah!
Allah
kelimesinin kökenine dair; kulluk etmek anlamındaki “İlâh”, gizlenmek,
duyuların kavramasının üstünde olmak anlamındaki “leyh ⟶ lâh”
ya da cahiliye dönemi Araplarının putlarından “el-Lât” ya da Âramîce “elâhâ”
kökünden geldiğine dair birçok görüş belirtilmiştir.
Allah kelimesi tarihi seyr içinde İslâmî literatürde bir
kavram haline gelerek gerçek ve tek yaratıcı, ibadet edilen ana kaynağın ana
gücün özel adı olmuştur. Bundan dolayı da “Allah” kelimesi Müslümanlarca başka
bir varlığa ad olarak verilmemiş ve çoğul biçimiyle de kullanılmamıştır.
Tarih boyu birçok din ve kültür içinde “Allah” kavramı
değişik anlayış ve düşüncelerle temsil edilmiştir. Bazı kültürlerde ana tanrı,
tanrıca ve küçük tanrılar biçiminde anlayışlar olurken Yahudilik, Hristiyanlık,
İslam gibi nebevi dinlerde tek tanrı inancı esastır.
Allah’ın varlığına gelince!
İslami anlayışa göre evren, dünya, canlı cansız nesneler ve
insanın kendisi tüm özellikleriyle Allah’ın varlığını apaçık işaret etmektedir.
Ancak onun zatını görmede duyu organları yetersizdir, eksiktir. Bu nokta akıl
ve sezgiler devreye girer.
Allah’ın varlıktaki göre konumuna gelince!
Allah, tüm varlık hiyerarşisinin üstündedir. Kitabi dinlerde
ve İslam’da Allah’ın makamına “arş” denilmektedir. Kadim kaynaklara göre arş,
ilk yaratılan varlık ya da Allah’ın taht odasıdır. Arştan sonra ise kürsî
gelir. Kur’ân’da geçen bazı ayetlere göre kürsî, gökleri kuşatacak kadar
geniştir.
Yunus Emre, Kur’ân ve hadis üzerinden Allah’ı tanır ve
tanıtır. Allah her şeyin kaynağıdır. Varlığı tasarlayan ve birbiriyle ilişkili
olacak biçimde onlara hayat veren Allah’tır.
Yunus Emre, halkın somut biçimde kavrayabilmesi için kavram
ve ad olarak Allah adını kullanmakla beraber başkaca adlarla da onu anar. Buna
göre her şeyin yaratıcısı, zenginliğin kaynağı olarak onu “şah” kavramıyla
adlandırır. Yine mutlak gücünü belirtmek için “sultan” diye niteler. Allah
inancını pekiştirmek için dönem içinde halkın kullandığı adlar olan “Çalap ve
Tengri/Tanrı”yı tercih eder. Mutlak gerçekliği vurgulamada ise “Hakk” adını
dile getirir.
Allah her şeyin kaynağı olduğu gibi asıl ve gerçek aşkın da
kaynağıdır.
Varlık ve Yunus Emre!
Kadim bir anlatıdır!
Kainat yaratılmadan, Allah
yalnızken!.. Canlı, insan, varlık hiçbir şey yok iken sadece ve sadece Allah
vardı. Allah’ın kendisini sadece yine kendisi biliyordu. Ama o sonsuz, sınırsız
idi. O kenz-i mahfî, gizli bir hazine idi. Bilgide, güzellikte engin ve
kusursuzdu. Bir gün başkalarınca, başka varlıklarca da bilinmek istedi.
Ve kendi zamanında bir gün, ilk
varlığı yarattı. O varlığa şöyle seslendi:
-Sen olmasaydın bu alemleri
yaratmazdım.
O ilk varlık Hazreti Muhammed idi. İslam
alimleri “İlk peygamber Adem’dir ama ilk ruh ilk varlık da Hazreti
Muhammed’dir.” derler.
Varlığın yaratılışına ve oluşumuna
dair ilk sistemli bakış, Muhyiddin Arabi tarafından yapılmıştır. Varlık manevi
ve maddi iki ana grupta ele alınır. Buna göre varlığın oluşum aşamalarına
hazret denir. Hazret, varlığın katları anlamında bir terimdir. Çok karmaşık bir
kavram olan “hazret”, aynı zamanda Allah’ın yarattığı sınırsız fillin de
karşılığı olmaktadır. Varlığın oluşum aşamaları beş (hazarât-ı hams) ya da yedi
(tenezzülât-ı seb’a) genel aşamada gruplanır. Allah, en yüksekte en yüce
varlıktır. Allah sonra aklı yaratmıştır. Burası tüm kâinatın sırlarının
saklandığı ve diğer varlık yani alemlerin de çıkış yeridir. Akıl katı, aynı
zamanda Hazreti Muhammed olarak da bilinir. Aklın altında ruhlar alemi,
melekler alemi, cennet vs. birçok alem vardır. Sidretü’l-müntehâ, levh-i mahfûz
vb makamlar da bu varlık hiyerarşisi içinde bir yerlerde anlatılır.
Manevi alemlerin en altında iki de
maddi alem vardır. Bunlar evren ve insandır. İnsan en son hazrettir. Varlık ve
hazret kavramı, İslam alimlerince farklı bakış açılarından farklı farklı ele
alındığı için oldukça karmaşık ve içinden çıkılmaz bir konudur. Aynı şekilde
cennet, cehennem, arş, kürsi, ruhlar alemi, levhi mahfûz gibi alemlere çok kafa
yorulmuş, bu konuda birbirinden çok farklı görüş ve yorumlar ortaya atılmıştır.
Yunus Emre’nin varlığa bakışı ise
bilinmesi gerektiği kadarıyladır. Öbür dünyaya bu dünyada iken ayrıca kafa
yormak lüzumsuzluktur. İnsanın asıl sorumluğu bu dünyada doğru ve güzel yaşama
üzerinedir. Böylece Yunus Emre, varlığı ilişkilendirme yoluyla değinme
biçiminde ele alır.
Varlığın yaratılışını çok kısa,
özlüce ve anlaşılır biçimde anlatır:
yir
gök yaradılmadın Hak bir gevher eyledi
nazar kıldı gevhere sizürdi der eyledi
gevherden
bug çıkardı bugından
gök yaratdı
gök
yüzinün bizegin çok yılduzlar eyledi
Risâletü’n-Nushiyye
ve Divân-ı Yûnus Emre Karaman Nüshası 85a/38/1-2
Allah’ın ilk yarattığı varlığı
gevher, bir öz olarak tanımlar. Bu öz, yer gökten önce yaratılmıştır. Allah’ın o gevhere nazar kılmasını; en ince
ayrıntısına kadar işlediği biçiminde anlamak doğru olacaktır. Çünkü
sonrasındaki beyitte “gevherden bug çıkardı” sözü bu yorumu
destekliyor. Gevherin günümüz
astronomisindeki karşılığı “quark” olabilir. Eğer öyleyse “bug” galaksiler
olmaktadır. Çok ilginçtir quarklar doğduktan sonra büyük bir galaksiye
dönüşmekte, üzerinde binlerce gök cismi oluşmaktadır. Yunus Emre de bu
bilimselliğe uygun biçimde evrenin yaratılışını ve büyümesini anlatır gibi bu
şiirde… Devamında söylediği “gök yüzü bezeği çok yıldızlar eyledi”
ifade, yorumu çok daha güçlendirmektedir.
Varlığı genel anlatmanın dışında
Yunus Emre de Muhyiddin Arabi gibi hazrete yani varlığın katmanları konusuna
girer. Varlığın katmanlarını ele alışı
sistematik olmaktan çok bir konuyla bağlantılıdır.
Allah’ın makamı için “Şah
hazreti, Sultan katı” tanımlaması yapar. Bu arada kullandığı terim
ve kavramlar da Yunus’a özgüdür. “Akıl katı” tanımlamasıyla ilk ve en
büyük alemi kastetmiş olabileceği gibi insandaki akıl boyutunu belirtmek
istemiş olabilir.
Çünkü bir de “can hazreti” kavramı
vardır Yunus’da! Can hazreti ile ilk akla gelen ruhlar alemi olabilir. Ancak bu
kavramı ele aldığı beyitler de söz konusu gönül bağlamında bireysel
insandır. Buradan hareketle “akıl katı”
tanımlamasıyla insandaki zihinsel işlemlerden söz etmiş olduğu düşünülebilir.
Yunus Emre’de insan!
Günümüz psikolojisi, davranış merkezli
bir insan inceler. Ondan dolayıdır ki psikoloji, insanı davranışlarına göre
tanımaya çalışır. Yunus Emre’de öz yani ruh merkezli insana bakış vardır. İnsan
ruh ve beden olarak iki boyuttur. Ve insan, dıştan içe beden, nefis, gönül ve
ruh sarmalında yaratılmış bir varlıktır.
Yunus, insanı insana anlatmak için
ta başa, Hazret-i Adem’in yaratılışına götürür. Bu semiyotik bir bakıştır. İnsan
Adem’i bilirse kökenlerine inmiş böylece kendini de anlamlandırmış olacaktır. İlk
olması bakımından Âdem önemlidir. İdealdir,
örnektir, modeldir. Onu bilen diğer insanları bilir. Buradan hareketle Yunus,
Adem’in dört unsurla yaratıldığını söyler ve oldukça ayrıntılı açıklar.
Dört elementin insana katkısı.
“ol bâdişâh-ı kadîm dilerdi bir hikmet eyliyidi/toprag u od u su u
yil ana söyliyidi” sözleriyle insanın ateş, hava su ve toprak yani dört element ile tasarlanarak
yaratıldığını söyler, Yunus. Bu söylem tüm kadim medeniyetlerde anlatıla gelen
bir rivayet, bir inanç olsa da Yunus Emre’nin dört elementi, insanın
yaratılışında ele alışı çok daha ileri düzeydedir. İnsanın kişilik özellikleri
yani ahlakı dört element ile oluşturulmuştur. İnsandaki kötü özellikler ateş ve
havaya; iyi özellikler, toprak ve suya bağlanır.
Can ve özellikleri!
Beden tek başına bir varlık
değildir. Sadece bir maddedir, cisimdir. Onu işletecek, sistemlerini harekete
getirecek ayrıca bir öz bir enerji gerekir. O candır. Can, bedene girdikten
sonra hayat başlamış, yaşamsal faaliyetler fizyolojik düzeyde işlerlik kazanmıştır.
Can, insana kişilik özellikleri de katar. Onurluluk, saygınlık, özgünlük gibi
bazı üst düzey özelliklerinin kaynağı da can olarak Yunus Emre’de belirtilir. Buna
rağmen can statiktir. Statik olması, dış etkilere açık anlamında değildir. O
kalp sığınağında, her türlü etkiden uzakta ve korunaklıdır. Eskime bozulma,
parçalanma, dağılma gibi süreçlere uğramaz. Çünkü o, nur kaynaklıdır ve
Allah’tandır.
Akıl ve işlevselliği!
Yunus Emre’de akıl, üzerinde önemle
durduğu bir insanî unsurdur. Akıl ruha da bedene de bağlı değildir. O tamamen
nur kaynaklıdır. Ayrıntıya girmeden “Padişahın
pertevindendir (Allah’ın nurundandır)” demekle yetinir. Hazret aklı,
bugünkü anlamda zihinsel etkinliklerin işlemcisi olarak anlatır. Algı, anlama,
yorumlama, değerlendirme ve karar yürütme gibi işlevlerin tamamının kaynağı
akıl ortamıdır.
Bir de tasavvuftan farklı olarak
aklı üç kategoriye ayırır, Yunus Emre!.. Maişet, cüz’î ve küllî akıl! Maişet
akıl en alttadır, yaşamsal faaliyetleri yürüten, günü birlik işleri yerine
getirmede kullanılan akıldır. Onun üstünde, soyut işlemleri yapabilen daha
geniş düşünebilen akla “cüz’î akıl” demektedir. Her şeyi bütüncül görebilen
olaylara, duruma, varlığa üstten bakabilen, onları kaynağından görebilen ve
hakikate ulaşan akıl ise külli akıldır. Külli aklın Kur’an’daki adı fuad ve ulü'l-elbâbdır.
Seçkin ve üstün akıldır. Varlığa ve süreçlere zamandan bağımsız bakar. Yaratıcı
ve girişkendir. Planlı ve programlı işler gerçekleştirir. Estetik temelli
çalışır.
Yunus Emre aklı sadece tanımlamaz,
nasıl kullanılacağına da kılavuzluk da yapar. Akıl özellikle nefisle mücadele öncü
bir unsurdur. Açgözlülük, kibir, cimrilik, acelecilik gibi nefsin belli başlı
unsurları sürekli gönül ülkesini tehdit eder ve saldırır. Alçakgönüllülük,
sabır, kanaat, doğruluk gibi belli başlı gönül unsurları nefse karşı mücadele
eder. Bu mücadelede akıl gönül için en önemli yardımcı ve bir kılavuzdur.
Nefsin zararlılarına karşı hangi askeri nerede ve ne zaman kullanacağını akıl
gönle söyler ve yönlendirir.
Bu uygulamada aklın son derece
duyarlı istihbarat sistemi vardır. Nasıl bedende olup biteni sinirler, beyne
gönderirse, manevi boyutta insanın duygusal gelişmelerini aklın istihbaratı,
akla rapor etmektedir. Yunus Emre akla bilgi taşıyan varlıklara “casus” adını
verir.
İnsanda nefis!
İnsandaki kötü özelliklerin genel
adı nefistir ve şeytanî özelliklidir. Nefsin en büyük unsuru tamahkarlık yani
açgözlülüktür. Açgözlülük, neredeyse insanın bütün varlığını kuşatacak kadar
güçlü bir kötü özelliktir. Devamında nefsin belli başlı kötü özellikleri,
kibir, acelecilik, öfke, şehvet, kin, gıybet ve iftiradır. İnsanda nefsin
karşıtı gönül ya da iyi özelliklerdir.
Nefis bu unsurlarıyla, bedende
yüklüdür. Nefsin tüm zararı, bedende ortaya çıkar. Öfke durumunda göğsün aşırı
ısınması ve kalbin çok hızlı atması bu yüzdendir. Yine nefsin en önemli
özelliklerinden şehvet de hormonal değerler aşırı yükselmektedir.
İnsanda gönül ve kalp!
Gönül, insanın iç dünyasının
tamamına karşılık gelir. Ve Yunus Emre, vilayet ve şehir kavramlarıyla gönlü
simgeler. Gönül rahmânî yani ilâhî kaynaklıdır. İnsanın iç dünyasını gönlün askerleri bekler
ve korur. Gönlün en büyük yardımcısı kanaattir. Kanaat, açgözlülüğün karşıtı
panzehiridir. Diğer gönül unsurları tevazu, sabır, doğruluk vb’dir.
Tasavvufta önemli bir yere sahip
olan kalp için Yunus Emre bir adlandırma yapmaz. Ancak şu rahatlıkla
anlaşılabilir ki, gönül ile kalp tamamen eşitlenemez. Belki, kalp canın evi
olarak değerlendirilebilir.
Gönül ve nefis, beyaz ile siyah
gibidir. Sürekli mücadele içindedirler. Bu mücadelede nefis, ruhun yani canın
kafesi olan kalbi ele geçirmek ister. Gönül ise aklın yardım ve
yönlendirmesiyle nefse can ve kalbi korumaktadır.
Erdem
Yunus Emre’de nefis, gönül, can ve akıl düzleminde insanı
tanıtmanın asıl amacı erdemli insanı oluşturmaktır. Erdemli insan tüm kir ve
kötülüklerinden arınmış, ağırlıklarından kurtulmuş insandır. Hakikate ulaşmada
öncelikle insanın nefsinden arınması şarttır. Nefis kötü olduğu kadar pistir.
Dünyevidir. İnsanı maddi olana, çıkara bencilliğe ve karanlığa bağlar. Nefis,
insanın üzerine yapışmış sülük gibidir. Canı ele geçirip insanın özüne zarar
vermek istemektedir. Nefis dünyevi hırs, çıkarlara bağlamak ister insanı. Arzu
ve heveslerin peşinden sürükler boşu boşuna! Öbür dünyaya dünyadan hiçbir şey
götüremeyeceğini bile bile nefis, son nefesine kadar insanı dünyaya ve dünya
değerlerine bağlı kılar.
Oysa insan gerçeğe ermek istiyorsa ilk aşamada nefsini alt
etmesi gerekmektedir. Nefsini alt edebilmenin yolu, gönlünden geçmektedir.
Gönül güzelliklere ve iyiliklere akıl ile beraber odaklanınca nefis
kendiliğinden geri plana düşecektir.
Bu noktada erdemli insan kendisiyle yüzleşebilen yanlış ve
doğrularının zayıflık ve güçlülüklerinin farkında olandır. Bahane üretmez,
olumsuzlukların ardına sığınmaz. Hep ana kaynaktan yani Allah’tan güç alır.
Eleştirel bir anlayışa sahiptir. Kendisi ile yüzleşir,
vicdanını sesini dinler, yanlışında kendisinin ayıplar ve kınar. Kendisinin
farkındadır. Sürekli kendini denetler. Buna iç muhasabe denmektedir. Böylece
hep zinde kalmaktadır.
Erdemli insan nefsini ezmez ve kötülemez. Çünkü nefsi
terazinin diğer kefesidir. Zıtlıktan da güç almaktadır. Ayrıca bu dünya
yaşamında nefis özelliklerinden belli bir dozajda beslenmesi gerekmektedir.
Erdemli insanda zirve ise doğruluk, iyilik, yardım, paylaşım
ve güzellik değerleridir. Bu değerleri kendisi kadar toplum için insanlık için
düşünür. Çünkü evrensel akılla işlenmiş düşünceden beslenmektedir.
Erdeme kavuşmuş bir insan aynı zamanda pırıl pırıl bir can sahibidir.
Pırıldamış can, aşka hazır kalptir. Asıl yolculuk aşk yolculuğudur. Aşk
yolculuğundan daha uzun ama zevkli bir yol vardır.
Aşk
Tek kelimeyle Yunus Emre nedir diye sorulsa onun cevabı
mutlaka aşktır. Ve hiç kimsede olmadığı kadar yüksek ve derin aşk, Yunus’tadır.
Onda aşk sadece sevme değildir. Öyle olsa idi hayvan sevgisi, insan sevgisi,
eş, çocuk sevgisiyle yetinirdi. Ondaki aşk yüzeysel bir seviş, bir hevese
kapılma ya da kendinden geçme hali değildir. Bitmek tükenmek bilmeyen aşkının
kaynağı Hak’tır. Son derece bilinçli, gerçekçi hatta bilimsel temelli bir
zemine sahip bir aşk var desek boşa gitmez.
Hak aşkı kadar hiçbir şey Yunus Emre’nin kalbini dindiremez,
tatmin edemez. Ne çocuk ne eş ne de başka bir şey…
Aşkın zirvesi, sevilene kavuşma, sevilen ile birleşme,
sonsuzluğa kanat çırpmadır.
Yunus Emre’de aşkın bu kadar derin ve yüksek olmasının belli
şartları ve aşamaları vardır.
Aşkta bilinçlenme!
Bir kere Yunus Emre’nin aşkı düz sevmenin de tutkulu
sevmenin de ötesindedir. Öncelikle bu sevmede bir bilinç var. Bilinç de iki
etken önde. Öncelikle Allah’ın güzelliği ve bu güzelliği sağlayan nitelikler
Yunus’un tüm gönlünü doldurmaktadır. Allah’ın güzelliğini Yunus dünya gözüyle
mi görüyor. Tabi ki hayır. Kendi zatında ve varlığında olan güzelliğini Allah,
yarattıkları üzerine yansıtmıştır. Her yarattığı varlık ya da nesne aslında
Allah’tan bir güzelliği de kendilerinde saklarlar. İşte bu güzelliği görmek
için beden gözü dışında bir göz gerekmektedir. O gözün adı gönül gözüdür. Beden
gözünün gördüğü varlığın ve nesnenin şeklidir. Bu durum karpuzu bir kabuğundan
görmek iki içinden özünden görmek gibidir. Gönül gözü de varlığı yaratan ve
tasarlayanı içten görürse can tatmin olur, ikna olur.
Daha ötesinde Yunus Emre’de aşk; tat alma, haz alma
üzerinedir. Her sevgi aşk olmayacağı gibi her aşk da gerçek aşk değildir Yunus
Emre’nin gözünde. Şiirlerinde yeri geldikçe içinde bulunduğu aşk benzetmelerle,
betimlemelerle açıklar.
Yunus Emre için aşk bir kılavuzdur. “‘âşık oldum adum
Yûnus ‘ışk oldı bana kulavuz” mısraında aşık olduktan sonra hayat yolunda
yolunu aşkla çizdiğini artık aşkın ardından gittiğini söyler. Buradan, gerçek
aşkı bulmadan önce insanın yönsüz olduğu ve nereye gittiğini bilmediği anlamı
da çıkar.
Aşk zafer ister
Öyle sevivermek gibi bir küçücük ve basitçe bir eylem
değildir, aşk. Kalpteki sevmeye dair oluşan ilk duygu aslında bir kabarmadır.
Öz lezzeti tatmak için maşuktan sana bir iz bir işaret gelmedi. Yani kalpteki
kabarma aslında kuru kuruya sevmekten başka bir şey değildir. O sebeple aşk
yollarındaki dikenleri temizlemek için önce mücadele ve fedakarlıklar
gerekecektir. Ya değilse ilk duyguyla aşk başlamış ve tamamlanmış olurdu.
Yunus Emre zafer için “cehd eyleyüb ol dosta irmeyen
‘âşık mıdur” sorusunu sorar. Cehd
etmek yani savaşmak; Allah dışındaki her nesneyi kalpten çıkarmak demektir. Ki
bu çok zor bir şeydir. Zor olana en zor cevap bir başka şiirinde “bana
verdin eş oğul kız, andan bile vaz geçtim” biçimindedir. Çoluk çocuktan
bile vaz geçebilmek aşkın bir başka adıdır işte. Vazgeçebilmenin bir diğer adı
da Yunus’ta fedâdır. Fedâda son nokta kendini bile sevgili yolunda harcamaktır.
Yunus öz canının bile fedayı “‘Âşık Yûnus sen cânunı dost yolına eyle fidî” biçiminde
açıklar.
Zaferin birçok aşaması vardır. “tûl-u emel defterin
dürmeyen ‘âşık mıdur” sorusunun cevabı aslında Peygamberimizin bir
hadisinde vardır. Tûl-ı emel yani uzun emel, hırs ve arzular, insanı hayata
dünyaya bağlayan zincirlerden biridir. Peygamberimiz bir gün toprağa üç çizgi
çizer. Birinci çizgi hemen önündedir. İkinci çizgi biraz ileride üçüncü çizgi
daha ileridedir. Öndeki çizgi için Peygamberimiz hayatın şimdiki anı der.
İkinci çizgiye ölüm vakti der. Üçüncü çizgiye ise emeller der. İşte böyle insan
oğlunun birçok hayalleri gerçekleştirmek istediği arzuları emelleri vardır.
Ancak ölüm ondan öncedir.
Emel ve arzuların insanda kaynağı tamahtır. Tamah, insanı bu
dünyaya bağlayan en güçlü kötü duygudur. Tamah, gözünü sadece mala mülke
dikmez. Mal mülk düşkünlüğünün adı cimriliktir. Bir de her şeyi sahiplenme, her
şeyi her şey uğruna elde etmek güdüsü var ki, bu güdü insanı bu dünyaya sıkı
sıkıya bağlar. İşte tûl-ı emel bu duygunun ta kendisidir.
“Hem bu dünyayı hem Allah’ı seviyorum” demek, bir
kandırmacadır. Gerçek aşık, bu dünyada kendisine bu dünyada verilenlerin tuzak
olduğunu bilir. Yaşayacağı kadarını alır gerisine yüzünü döner.
Zafer gerektiren bir diğer yol da sevgilinin derdini
çekebilmektir. Dert çekme aslında aşkın kalpte ilme ilmek işlenmesidir. Çünkü
dert adamı düşündürür, dert adamı söyletir. Yunus bu durumu “iy Yûnus sen
dostunun cefasına katlangıl/yüregine ‘ışk odın urmayan ‘âşık mıdur”
biçiminde açıklar.
Tecelli ya da güzel her yerde
Malum tecelli ile Allah kendi varlığını yarattıkları
üzerinde gösterir. Allah’ın hariküladeliği, mükemmelliği ve güzelliği her yere
yansımıştır. Ancak görmesini bilene! Bilinçaltı, Allah’ı somut görerek tatmin
ve ikna olmak ister. Oysa Allah’ın güzelliği her yerdedir. Batan güneş, engin
deniz, yüksek dağ, derin vadi manzarası asıl güzelliğin bu dünyadaki
yansımalarıdır. İnsan bunların seyrine kendini kaptırırken, asıl güzelliğin ne
kadar büyüleyici olabileceğinin farkında değildir.
Bir de Allah mükemmelliğini ve güzelliğini altın oran içine
saklamıştır. Altın oran insanlarca da keşfedilmiş ve kullanılan bir
hesaplamadır. Adı gibi altın oran; bir şeyin en boy yükseklikte tam ölçülü
olması, ölçülü olmanın üstünde mükemmel, kusursuz ve güzel olmasıdır. Altın
oran doğada her yerdedir. Tarihte Mimar Sinan’ın camileri, günümüzde her türlü
tasarımda temel ilke altın oran üzeredir. Bir insan altın oranı bilmese de
zihni ona çirkinlik güzellik ya da yakışma biçiminde yönerge vererek fark
ettirir.
Allah’ın güzelliğini ve mükemmelliğini yarattığı varlıklar
üzerinde görmek için fiziki bakmak yetmez, gönül derinliğinden ayrıca bir bakış
gerekmektedir.
Yunus Emre tecelliyi gözgü yani ayna mecazı ile açıklar. Bir
şiirinde “dost sûreti gözgü durur bakan kendü yüzin görür” mısraıyla,
Allah’ın cemalini görmek isteyenlerini kendi yüzlerine bakmasının yettiğini
anlatır.
Bir başka şiirinde “anun ‘ışkı gözgüsi kendüde gösterdi
bizi” sözleriyle Allah’ı görmek için aşk aynasına bakmak gerektiğini
söyler. Çünkü aşk aynası öteyi, manevi olanı göstermektedir.
Aşk ateşi, yanmak değil dolmaktır!
Yunus Emre’nin aşk serüveninde kullandığı önemli
mecazlardandır aşk ateşi. Aşk ateşi öyle adı gibi yanma değildir. Yunus Emre
aşk ateşini, ruhun nur olmasıdır.
İnsan oğlu soğana benzer. Girmeden önce acı. Çıkınca
tatlıdır. İnsanı dert bela ile sınava sokarlar. Eğer özü temiz ise girdiği gibi
çıkar. Ama içinde özü bozan öz dışı maddeler var ise onlar da yanar geçer.
Bu konuda Yunus’un çok güzel ve çok bilinen şiir beyti
şöyledir:
‘ışk odına yananlarun külli vücûdı nûr olur
ol od bu oda benzemez hic belürmez
zübânesi
Birinci dizedeki “külli vücud”, tüm varlık; ikinci dizedeki “zübane”
alev anlamındadır. O zaman Yunus Emre, ilk dizede; aşk ateşi ile yananların tüm
varlığı nur olur” diyor. Yani sadece ruhu değil tüm gönül dünyası, nura
gönenir, içine bir huzur dolar diyor. O zaman aşk ateşi insanın hem içini hem
de dışını kaplamaktadır.
İkinci dizede Yunus, oda yani ateşe ilginç bir yaklaşımda
bulunmuş. O ateş bildiğimiz ateşe benzemez, hiç alev vermez diyor.
Bir başka şiirinde hem bedenin hem de ruhun aşk ile dolduğunu
söyler:
hakîkat her vücudun cânı ‘ışkdur
ne cân kim cân içinde cânı ‘ışkdur
bu cân cismümi kayim dutar ancak
o
cân kim zâhir ü penhânı ‘ışkdur
Özellikle
ikinci “ne cân ki cân içinde cânı ‘ışkdur” dizesi, Yunus Emre’nin aşkı hangi
derinlikte yaşadığını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Can içinde canın
aşk üzere olması, ruhun çok daha içinde Allah’ı hissetmektir ki, bu derece aşkı
dile getirmek ancak yaşamakla olabilecek bir durumdur.
İkinci
dizede ise aşk yolundaki en büyük engelin kendi bedeni olduğunu söyler Yunus.
Çünkü can kuşu, can kafesinde tutuludur. Her ne olursa olsun o can zahirde de
gizde de aşk doludur. Bilen bilir.
Doyumsuz aşk ya da
her an tazelenme!
Doyumsuzluk
ve aşkla gönlün sürekli heyecan yaşayarak tazelenmesi, Yunus Emre’deki coşkulu
aşkın kendisidir. “bir sâkîden içtik şarap, arştan yücedir meyhanesi” sözleri,
aşk enerjisinin ve coşkusunun kaynağıdır. Burada sâkî, Allah, şarap da nur
kaynaklı aşkın kendisidir. Bu aşk o kadar büyüktür ki, Allah’ın makamı arşı
bile kaplamaktadır.
Yunus Emre’de
aşk o kadar güçlüdür ki, her an zindedir! Bir şiiri yaşlılığındaki aşk halini
çok iyi betimler.
niçeler
eydür Yûnus’a kocaldun ‘ışkı kogıl
‘ışk
bize yinile degdi henüz turvandadur
Çok
yaşlansa da aşk hiç etkisini yitirmemiştir kendisinde. Çevresindekiler de onun
coşkulu aşk davranışlarına bir anlam verememektedir. Artık yaşlandın bir
sakinleş, ağırlaş deseler de Yunus’un onları dinleyecek durumu yoktur. Onlara
cevabı çok daha ilginçtir. Çünkü gerçek aşkı yeni yeni tatmaya başladığını
dolayısıyla aşk, kendisinde taptazedir.
Vuslat
Vuslat için Yunus, “vaslat, vuslat, ulaşma baki devlete
erme” kelimelerini kullanır. Tasavvufta vuslat önemli bir aşamadır. Yunus
Emre’de alemde seyr u sülûktan sonra vuslat başlar.
Yunus’ta vuslat, maddi varlığın hiçleşmesidir. Öyle ki kendi
varlığından bile vazgeçmelidir. Bu aşk ereğini “vaslat eri olan kişi gerek
varlıgdan mahv ola” mısraıyla dile getirir. Böylece Allah’a ulaşıldıktan
sonra diğer varlıkların bir anlamı kalmamıştır. Vuslatı ermenin birincil şartı,
değil dünya zenginliği kendi varlığından bile vaz geçebilmedir. Kişi ne zaman
varlığı kalbinden sildi o zaman vuslat başlar.
Bu noktada Yunus hem kendisine hem de aşk yoldaşlarına
destek çıkar, yol gösterir. Aşıkların mutlaka vuslatı elde edeceklerini de
belirterek cesaret verir. “Yûnus sen ‘âşıkısan ‘ışka muvâfıkısan/korkma ulaşugısan
ne olursan olasın” beytinde aşkı başaracakların vuslatı da kazanacaklarını
müjdeler.
Allah’ta yok olma
Yunus Emre’yi aşkta derinleştiren özelliklerinden biri, dünyayı,
malı mülkü olduğu kadar kendini Allah yanında yok saymasıdır. Bu yokluk, sözde
değil bizzat yaşamda olan bir durumdur. “ne sermâye ne varlık ne hû yok men”
dizesinde yokluk ve hiçlik çok iyi vurgulanır. “Yunus gerçek sevenler,
benliği elden koydu” sözleriyle de dünya zenginliği bir yana kendi canını
Allah’ın varlığı yanında yok sayar.
Yunus
yokluk makamına ulaştığını şöyle ilan eder:
Yûnus imdi
sen ü ben ‘âşıklara ne sen ben
yokluk
durur anı sevmek koyun ayruksı bakışı
Bu
şiirinde Yunus; “sen ben diyorsun, ama aşıklara ne sen ne ben vardır tek
aşk, tek Allah vardır!” sözleriyle kendini uyarıyor. Aslında uyarmanın
ötesinde bulunduğu makamın farkında olduğunu ilan ediyor. İkinci dizede ise “Allah’ı
sevmenin adının yokluk olduğunu ve kalpteki başka sevgilerin çıkarılması” gerektiğini
belirtmekte!
Yokluk önemli bir sınavdır. Hak yolda geçilmesi gereken bir aşama
olduğundan her şeyden vaz geçebilmek ayrı bir mücadele ister.
bizüm bazarumuzda yokluk olur müşteri
çün iş böyle hırîdâr varını yagmaya virdük
Pazar,
seven ve sevilen arasındaki sevgi alışverişidir. Aşk uğruna ne varsa yağmaya
verilir.
“hırîdâr
malını yağmaya vermek” ve “gerçek sevenin benliğini elden koyması”, kendinden,
benliğinden, varlığından geçmesi, bırakması anlamındadır. Daha geniş alınırsa,
Yunus burada; tüm maddi manevi varlığı, kendi mal mülkünü, varlığını, benliğini
ve canını, aklından, fikrinden, duygusundan çıkarmayı ve Allah’ta yok olmayı,
Allah ile var olmayı yokluk ile yani fenafillah ile açıklamaktadır.
Allah ile bir olma var olma
Yokluk makamına ulaşan sufi artık bekâbillâh seviyesine
ulaşmıştır. Tasavvuftaki “bekabillah” yani Allah ile bir olma, sonsuz olma
görüşü Yunus’un şiirlerinde değişik biçimlerde yansır.
bundan
böylesi bilgil pâdişâh iklîmidür
dört
yanum dîdâr oldı gör ne hûb yire geldüm
Bu seviyede Yunus dünya, evren ya da kainatta bir yer yoktur.
Yunus tamamen Allah’ın yanında, onun makamındadır.
iy Yûnus imdi senün ‘ışkıla geçsün günün
sevdügün kişi senün cânuna cân olısar
Artık Allah’ta var olma zamanıdır ve kendi ruhu, Allah’ta nur
olmuştur. Böylece Yunus’un aklında, kalbinde, duygularında sadece ve sadece
Allah vardır ki, başka bir şey düşünemez.
Bir şiirindeki “bir katreyem illâ ki ‘ummâna benem ‘ummân” sözleri,
ruhunun Allah nuruna karışmasını güzelce açıklar.
şekl-i evvelden çü ben bu dem teberrâ eyledüm
sûret-i insân olam hem cân olam hem kân olam
Şekl-i evvel ilk yaratılış, ruhlar aleminde varlık olarak
kabul edilirse; Yunus da ilk yaratılıştan başlayarak hayattaki değişimi
anlatmakta. İnsan önce, beden, nefis, gönül, ruh ve akıl idi. Sonra sadece can
kaldı, diğerlerinden kurtuldu. Ve sonra sevgiliye kavuştu, onun varlığında
sonsuzluğa kanat çırptı. Yukarıdaki dizedeki maden ocağı, kaynak anlamındaki “kân”,
Allah’ı simgeler.
Özgün metin için bakınız:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder