01/06/2021

Yunus Emre’de İnsan, Varlık, Allah

 

Yunus Emre’de İnsan, Varlık, Allah

Yusuf Yıldırım

Köpük ne kadar denizdir?

Köpük, denizin enginliğinden ne kadarını barındırır?

İşte toplumsal bilinçaltındaki Yunus Emre, denizde köpük kadar!

Sahip olduğumuz sadece bir şair sadece bir çiftçi mi?

O zaman menkıbelerdeki Yunus Emre bize yeter!

Ama şiirlerindeki Yunus Emre çok çok daha farklı bir görünüm sahneliyor!

Bu arada Yunus Emre, “Gelin tanış olalım, Sordum sarı çiçeğe” vb. birkaç şiirden de ibaret değil!

Risâletü’n-Nushiyye’deki ve Divan’daki Yunus Emre, menkıbelerden kat kat derinliğe sahiptir.

Yunus Emre şiir bahçesini bir entelektüel edasında süslemiş.

Yunus Emre sevenlerini, derin bir düşünür, ulu bir mutasavvıf, güzelin sevdalısı aşık olarak karşılar, şiir bahçesinde!

İnsan, aşk, varlık, Allah!

Felsefe, edebiyat, estetik, psikoloji…

Daha fazlası da var da burada sıralamanın bir anlamı yok!

Bir de Yunus Emre ve tasavvuf konusu var önümüzde!

“Tasavvuf nedir”e bine yakın tanım yapılmış. Hangi tanımın daha doğru olduğundan çok, tasavvufu hangi yönüyle gördüğü ve anlattığı öne çıkar. Bir yandan mistisizm ile açıklanmaya çalışılan tasavvuf ayrıntıya inildiğinde çok da onunla örtüşmediği görülmektedir. Çünkü mistisizm daha çok felsefe ve Hristiyanlık kaynaklı iken tasavvuf İslam temelli bir düşüncedir.

Sözlüklerde; “İnsanın, Allah’ın birliğinin zevkini bütün benliğinde hissederek kendi iç âleminin derinliklerine ve dış âlemin sırlarına ermek için tâkip ettiği düşünce ve amel sistemi; yaratılış, bu âlem ve ölümden sonrası üzerindeki düşünüş ve inanış yolu; İslâm’ı ve îmânı, kulluğun gerektirdiği şekilde ahlâkı, özü ve rûhu ile yaşama disiplini (Kubbealtı Sözlük)” olarak yapılan tanımlama belki tasavvufi anlatmaya ve anlamaya yeterlidir.

Yunus Emre ile tasavvufu nasıl ilişkilendirmek gerekiyor?

Öyle ya Yunus Emre’nin özgün kişiliği de düşünceleri de henüz bir yere oturtulamadı. Salt şair görenler, “Karacaoğlan tarzı şiirler söyleyen bir halk aşığı” algısı üzerinden Yunus Emre’yi tanıtma durumunda. Felsefik zeminden bakanlar da “suya sabuna karışmayan bir hümanist” olarak öne çıkarır.

Yoksa Yunus Emre’nin düşüncesini tasavvuf kalıpları içinde mi ele almalıdır? Ya bir de Yunus Emre, bir kalıba sığdırılmak istemiyorsa? O zaman hiçbir etkiye bağlı kalmadan salt şiirlerinden hareketle Yunus’un özgün dünyasına mı bakmalıdır? Bir felsefi akımla, bir ideoloji ya da tasavvuf ile Yunus’a değinmek aslında Yunus’u değil de o ilgili görüşü yinelemekten öteye geçmemektedir.

Ondan dolayı Yunus’un özgün düşüncesine kendi şiirleri içinden bakmak en doğrusu olacaktır.

Yunus Emre düşünce dünyasını insan, varlık ve Allah merkezli bir denklem üzerinden kurar. İnsanın en sonunda varıp geleceği nokta Allah’tır. Ancak bu söylendiği gibi kolay bir yol değildir. Yollar çok dolambaçlı, dikenler daha kanatıcıdır.

Öncelikle Yunus Emre’nin şiiri bir sistematiğe sahip. Belli bir plan ve bir yapıda yazılmış şiirler. Yunus Emre’nin şiir sistematiği ile düşünce sistematiği paraleldir. Ya da “Yunus Emre düşünce sistemini şiir üzerinden kurmuştur.” demek daha doğru bir söylem olacaktır.

Allah!

Allah kelimesinin kökenine dair; kulluk etmek anlamındaki “İlâh”, gizlenmek, duyuların kavramasının üstünde olmak anlamındaki “leyh  lâh” ya da cahiliye dönemi Araplarının putlarından “el-Lât” ya da Âramîce “elâhâ” kökünden geldiğine dair birçok görüş belirtilmiştir.

Allah kelimesi tarihi seyr içinde İslâmî literatürde bir kavram haline gelerek gerçek ve tek yaratıcı, ibadet edilen ana kaynağın ana gücün özel adı olmuştur. Bundan dolayı da “Allah” kelimesi Müslümanlarca başka bir varlığa ad olarak verilmemiş ve çoğul biçimiyle de kullanılmamıştır.

Tarih boyu birçok din ve kültür içinde “Allah” kavramı değişik anlayış ve düşüncelerle temsil edilmiştir. Bazı kültürlerde ana tanrı, tanrıca ve küçük tanrılar biçiminde anlayışlar olurken Yahudilik, Hristiyanlık, İslam gibi nebevi dinlerde tek tanrı inancı esastır. 

Allah’ın varlığına gelince!

İslami anlayışa göre evren, dünya, canlı cansız nesneler ve insanın kendisi tüm özellikleriyle Allah’ın varlığını apaçık işaret etmektedir. Ancak onun zatını görmede duyu organları yetersizdir, eksiktir. Bu nokta akıl ve sezgiler devreye girer.

Allah’ın varlıktaki göre konumuna gelince!

Allah, tüm varlık hiyerarşisinin üstündedir. Kitabi dinlerde ve İslam’da Allah’ın makamına “arş” denilmektedir. Kadim kaynaklara göre arş, ilk yaratılan varlık ya da Allah’ın taht odasıdır. Arştan sonra ise kürsî gelir. Kur’ân’da geçen bazı ayetlere göre kürsî, gökleri kuşatacak kadar geniştir.

Yunus Emre, Kur’ân ve hadis üzerinden Allah’ı tanır ve tanıtır. Allah her şeyin kaynağıdır. Varlığı tasarlayan ve birbiriyle ilişkili olacak biçimde onlara hayat veren Allah’tır.

Yunus Emre, halkın somut biçimde kavrayabilmesi için kavram ve ad olarak Allah adını kullanmakla beraber başkaca adlarla da onu anar. Buna göre her şeyin yaratıcısı, zenginliğin kaynağı olarak onu “şah” kavramıyla adlandırır. Yine mutlak gücünü belirtmek için “sultan” diye niteler. Allah inancını pekiştirmek için dönem içinde halkın kullandığı adlar olan “Çalap ve Tengri/Tanrı”yı tercih eder. Mutlak gerçekliği vurgulamada ise “Hakk” adını dile getirir.

Allah her şeyin kaynağı olduğu gibi asıl ve gerçek aşkın da kaynağıdır.

Varlık ve Yunus Emre!

Kadim bir anlatıdır!

Kainat yaratılmadan, Allah yalnızken!.. Canlı, insan, varlık hiçbir şey yok iken sadece ve sadece Allah vardı. Allah’ın kendisini sadece yine kendisi biliyordu. Ama o sonsuz, sınırsız idi. O kenz-i mahfî, gizli bir hazine idi. Bilgide, güzellikte engin ve kusursuzdu. Bir gün başkalarınca, başka varlıklarca da bilinmek istedi.

Ve kendi zamanında bir gün, ilk varlığı yarattı. O varlığa şöyle seslendi:

-Sen olmasaydın bu alemleri yaratmazdım.

O ilk varlık Hazreti Muhammed idi. İslam alimleri “İlk peygamber Adem’dir ama ilk ruh ilk varlık da Hazreti Muhammed’dir.” derler.

Varlığın yaratılışına ve oluşumuna dair ilk sistemli bakış, Muhyiddin Arabi tarafından yapılmıştır. Varlık manevi ve maddi iki ana grupta ele alınır. Buna göre varlığın oluşum aşamalarına hazret denir. Hazret, varlığın katları anlamında bir terimdir. Çok karmaşık bir kavram olan “hazret”, aynı zamanda Allah’ın yarattığı sınırsız fillin de karşılığı olmaktadır. Varlığın oluşum aşamaları beş (hazarât-ı hams) ya da yedi (tenezzülât-ı seb’a) genel aşamada gruplanır. Allah, en yüksekte en yüce varlıktır. Allah sonra aklı yaratmıştır. Burası tüm kâinatın sırlarının saklandığı ve diğer varlık yani alemlerin de çıkış yeridir. Akıl katı, aynı zamanda Hazreti Muhammed olarak da bilinir. Aklın altında ruhlar alemi, melekler alemi, cennet vs. birçok alem vardır. Sidretü’l-müntehâ, levh-i mahfûz vb makamlar da bu varlık hiyerarşisi içinde bir yerlerde anlatılır.

Manevi alemlerin en altında iki de maddi alem vardır. Bunlar evren ve insandır. İnsan en son hazrettir. Varlık ve hazret kavramı, İslam alimlerince farklı bakış açılarından farklı farklı ele alındığı için oldukça karmaşık ve içinden çıkılmaz bir konudur. Aynı şekilde cennet, cehennem, arş, kürsi, ruhlar alemi, levhi mahfûz gibi alemlere çok kafa yorulmuş, bu konuda birbirinden çok farklı görüş ve yorumlar ortaya atılmıştır.

Yunus Emre’nin varlığa bakışı ise bilinmesi gerektiği kadarıyladır. Öbür dünyaya bu dünyada iken ayrıca kafa yormak lüzumsuzluktur. İnsanın asıl sorumluğu bu dünyada doğru ve güzel yaşama üzerinedir. Böylece Yunus Emre, varlığı ilişkilendirme yoluyla değinme biçiminde ele alır.

Varlığın yaratılışını çok kısa, özlüce ve anlaşılır biçimde anlatır:

yir gök yaradılmadın Hak bir gevher eyledi

nazar kıldı gevhere sizürdi der eyledi

gevherden bug çıkardı bugından gök yaratdı

gök yüzinün bizegin çok yılduzlar eyledi

Risâletü’n-Nushiyye ve Divân-ı Yûnus Emre Karaman Nüshası 85a/38/1-2

Allah’ın ilk yarattığı varlığı gevher, bir öz olarak tanımlar. Bu öz, yer gökten önce yaratılmıştır.  Allah’ın o gevhere nazar kılmasını; en ince ayrıntısına kadar işlediği biçiminde anlamak doğru olacaktır. Çünkü sonrasındaki beyitte “gevherden bug çıkardı” sözü bu yorumu destekliyor.  Gevherin günümüz astronomisindeki karşılığı “quark” olabilir. Eğer öyleyse “bug” galaksiler olmaktadır. Çok ilginçtir quarklar doğduktan sonra büyük bir galaksiye dönüşmekte, üzerinde binlerce gök cismi oluşmaktadır. Yunus Emre de bu bilimselliğe uygun biçimde evrenin yaratılışını ve büyümesini anlatır gibi bu şiirde… Devamında söylediği “gök yüzü bezeği çok yıldızlar eyledi” ifade, yorumu çok daha güçlendirmektedir.

Varlığı genel anlatmanın dışında Yunus Emre de Muhyiddin Arabi gibi hazrete yani varlığın katmanları konusuna girer.  Varlığın katmanlarını ele alışı sistematik olmaktan çok bir konuyla bağlantılıdır.

Allah’ın makamı için “Şah hazreti, Sultan katı” tanımlaması yapar. Bu arada kullandığı terim ve kavramlar da Yunus’a özgüdür. “Akıl katı” tanımlamasıyla ilk ve en büyük alemi kastetmiş olabileceği gibi insandaki akıl boyutunu belirtmek istemiş olabilir.

Çünkü bir de “can hazreti” kavramı vardır Yunus’da! Can hazreti ile ilk akla gelen ruhlar alemi olabilir. Ancak bu kavramı ele aldığı beyitler de söz konusu gönül bağlamında bireysel insandır.  Buradan hareketle “akıl katı” tanımlamasıyla insandaki zihinsel işlemlerden söz etmiş olduğu düşünülebilir.

Yunus Emre’de insan!

Günümüz psikolojisi, davranış merkezli bir insan inceler. Ondan dolayıdır ki psikoloji, insanı davranışlarına göre tanımaya çalışır. Yunus Emre’de öz yani ruh merkezli insana bakış vardır. İnsan ruh ve beden olarak iki boyuttur. Ve insan, dıştan içe beden, nefis, gönül ve ruh sarmalında yaratılmış bir varlıktır.

Yunus, insanı insana anlatmak için ta başa, Hazret-i Adem’in yaratılışına götürür. Bu semiyotik bir bakıştır. İnsan Adem’i bilirse kökenlerine inmiş böylece kendini de anlamlandırmış olacaktır. İlk olması bakımından Âdem önemlidir.  İdealdir, örnektir, modeldir. Onu bilen diğer insanları bilir. Buradan hareketle Yunus, Adem’in dört unsurla yaratıldığını söyler ve oldukça ayrıntılı açıklar.

Dört elementin insana katkısı.

ol bâdişâh-ı kadîm dilerdi bir hikmet eyliyidi/toprag u od u su u yil ana söyliyidi” sözleriyle insanın ateş, hava su ve  toprak yani dört element ile tasarlanarak yaratıldığını söyler, Yunus. Bu söylem tüm kadim medeniyetlerde anlatıla gelen bir rivayet, bir inanç olsa da Yunus Emre’nin dört elementi, insanın yaratılışında ele alışı çok daha ileri düzeydedir. İnsanın kişilik özellikleri yani ahlakı dört element ile oluşturulmuştur. İnsandaki kötü özellikler ateş ve havaya; iyi özellikler, toprak ve suya bağlanır.

Can ve özellikleri!

Beden tek başına bir varlık değildir. Sadece bir maddedir, cisimdir. Onu işletecek, sistemlerini harekete getirecek ayrıca bir öz bir enerji gerekir. O candır. Can, bedene girdikten sonra hayat başlamış, yaşamsal faaliyetler fizyolojik düzeyde işlerlik kazanmıştır. Can, insana kişilik özellikleri de katar. Onurluluk, saygınlık, özgünlük gibi bazı üst düzey özelliklerinin kaynağı da can olarak Yunus Emre’de belirtilir. Buna rağmen can statiktir. Statik olması, dış etkilere açık anlamında değildir. O kalp sığınağında, her türlü etkiden uzakta ve korunaklıdır. Eskime bozulma, parçalanma, dağılma gibi süreçlere uğramaz. Çünkü o, nur kaynaklıdır ve Allah’tandır.

Akıl ve işlevselliği!

Yunus Emre’de akıl, üzerinde önemle durduğu bir insanî unsurdur. Akıl ruha da bedene de bağlı değildir. O tamamen nur kaynaklıdır.  Ayrıntıya girmeden “Padişahın pertevindendir (Allah’ın nurundandır)” demekle yetinir. Hazret aklı, bugünkü anlamda zihinsel etkinliklerin işlemcisi olarak anlatır. Algı, anlama, yorumlama, değerlendirme ve karar yürütme gibi işlevlerin tamamının kaynağı akıl ortamıdır. 

Bir de tasavvuftan farklı olarak aklı üç kategoriye ayırır, Yunus Emre!.. Maişet, cüz’î ve küllî akıl! Maişet akıl en alttadır, yaşamsal faaliyetleri yürüten, günü birlik işleri yerine getirmede kullanılan akıldır. Onun üstünde, soyut işlemleri yapabilen daha geniş düşünebilen akla “cüz’î akıl” demektedir. Her şeyi bütüncül görebilen olaylara, duruma, varlığa üstten bakabilen, onları kaynağından görebilen ve hakikate ulaşan akıl ise külli akıldır. Külli aklın Kur’an’daki adı fuad ve ulü'l-elbâbdır. Seçkin ve üstün akıldır. Varlığa ve süreçlere zamandan bağımsız bakar. Yaratıcı ve girişkendir. Planlı ve programlı işler gerçekleştirir. Estetik temelli çalışır.

Yunus Emre aklı sadece tanımlamaz, nasıl kullanılacağına da kılavuzluk da yapar. Akıl özellikle nefisle mücadele öncü bir unsurdur. Açgözlülük, kibir, cimrilik, acelecilik gibi nefsin belli başlı unsurları sürekli gönül ülkesini tehdit eder ve saldırır. Alçakgönüllülük, sabır, kanaat, doğruluk gibi belli başlı gönül unsurları nefse karşı mücadele eder. Bu mücadelede akıl gönül için en önemli yardımcı ve bir kılavuzdur. Nefsin zararlılarına karşı hangi askeri nerede ve ne zaman kullanacağını akıl gönle söyler ve yönlendirir.

Bu uygulamada aklın son derece duyarlı istihbarat sistemi vardır. Nasıl bedende olup biteni sinirler, beyne gönderirse, manevi boyutta insanın duygusal gelişmelerini aklın istihbaratı, akla rapor etmektedir. Yunus Emre akla bilgi taşıyan varlıklara “casus” adını verir.

İnsanda nefis!

İnsandaki kötü özelliklerin genel adı nefistir ve şeytanî özelliklidir. Nefsin en büyük unsuru tamahkarlık yani açgözlülüktür. Açgözlülük, neredeyse insanın bütün varlığını kuşatacak kadar güçlü bir kötü özelliktir. Devamında nefsin belli başlı kötü özellikleri, kibir, acelecilik, öfke, şehvet, kin, gıybet ve iftiradır. İnsanda nefsin karşıtı gönül ya da iyi özelliklerdir.

Nefis bu unsurlarıyla, bedende yüklüdür. Nefsin tüm zararı, bedende ortaya çıkar. Öfke durumunda göğsün aşırı ısınması ve kalbin çok hızlı atması bu yüzdendir. Yine nefsin en önemli özelliklerinden şehvet de hormonal değerler aşırı yükselmektedir.

İnsanda gönül ve kalp!

Gönül, insanın iç dünyasının tamamına karşılık gelir. Ve Yunus Emre, vilayet ve şehir kavramlarıyla gönlü simgeler. Gönül rahmânî yani ilâhî kaynaklıdır.  İnsanın iç dünyasını gönlün askerleri bekler ve korur. Gönlün en büyük yardımcısı kanaattir. Kanaat, açgözlülüğün karşıtı panzehiridir. Diğer gönül unsurları tevazu, sabır, doğruluk vb’dir.

Tasavvufta önemli bir yere sahip olan kalp için Yunus Emre bir adlandırma yapmaz. Ancak şu rahatlıkla anlaşılabilir ki, gönül ile kalp tamamen eşitlenemez. Belki, kalp canın evi olarak değerlendirilebilir.

Gönül ve nefis, beyaz ile siyah gibidir. Sürekli mücadele içindedirler. Bu mücadelede nefis, ruhun yani canın kafesi olan kalbi ele geçirmek ister. Gönül ise aklın yardım ve yönlendirmesiyle nefse can ve kalbi korumaktadır.

Erdem

Yunus Emre’de nefis, gönül, can ve akıl düzleminde insanı tanıtmanın asıl amacı erdemli insanı oluşturmaktır. Erdemli insan tüm kir ve kötülüklerinden arınmış, ağırlıklarından kurtulmuş insandır. Hakikate ulaşmada öncelikle insanın nefsinden arınması şarttır. Nefis kötü olduğu kadar pistir. Dünyevidir. İnsanı maddi olana, çıkara bencilliğe ve karanlığa bağlar. Nefis, insanın üzerine yapışmış sülük gibidir. Canı ele geçirip insanın özüne zarar vermek istemektedir. Nefis dünyevi hırs, çıkarlara bağlamak ister insanı. Arzu ve heveslerin peşinden sürükler boşu boşuna! Öbür dünyaya dünyadan hiçbir şey götüremeyeceğini bile bile nefis, son nefesine kadar insanı dünyaya ve dünya değerlerine bağlı kılar.

Oysa insan gerçeğe ermek istiyorsa ilk aşamada nefsini alt etmesi gerekmektedir. Nefsini alt edebilmenin yolu, gönlünden geçmektedir. Gönül güzelliklere ve iyiliklere akıl ile beraber odaklanınca nefis kendiliğinden geri plana düşecektir.

Bu noktada erdemli insan kendisiyle yüzleşebilen yanlış ve doğrularının zayıflık ve güçlülüklerinin farkında olandır. Bahane üretmez, olumsuzlukların ardına sığınmaz. Hep ana kaynaktan yani Allah’tan güç alır.

Eleştirel bir anlayışa sahiptir. Kendisi ile yüzleşir, vicdanını sesini dinler, yanlışında kendisinin ayıplar ve kınar. Kendisinin farkındadır. Sürekli kendini denetler. Buna iç muhasabe denmektedir. Böylece hep zinde kalmaktadır.

Erdemli insan nefsini ezmez ve kötülemez. Çünkü nefsi terazinin diğer kefesidir. Zıtlıktan da güç almaktadır. Ayrıca bu dünya yaşamında nefis özelliklerinden belli bir dozajda beslenmesi gerekmektedir.

Erdemli insanda zirve ise doğruluk, iyilik, yardım, paylaşım ve güzellik değerleridir. Bu değerleri kendisi kadar toplum için insanlık için düşünür. Çünkü evrensel akılla işlenmiş düşünceden beslenmektedir.

Erdeme kavuşmuş bir insan aynı zamanda pırıl pırıl bir can sahibidir. Pırıldamış can, aşka hazır kalptir. Asıl yolculuk aşk yolculuğudur. Aşk yolculuğundan daha uzun ama zevkli bir yol vardır.

Aşk

Tek kelimeyle Yunus Emre nedir diye sorulsa onun cevabı mutlaka aşktır. Ve hiç kimsede olmadığı kadar yüksek ve derin aşk, Yunus’tadır. Onda aşk sadece sevme değildir. Öyle olsa idi hayvan sevgisi, insan sevgisi, eş, çocuk sevgisiyle yetinirdi. Ondaki aşk yüzeysel bir seviş, bir hevese kapılma ya da kendinden geçme hali değildir. Bitmek tükenmek bilmeyen aşkının kaynağı Hak’tır. Son derece bilinçli, gerçekçi hatta bilimsel temelli bir zemine sahip bir aşk var desek boşa gitmez.

Hak aşkı kadar hiçbir şey Yunus Emre’nin kalbini dindiremez, tatmin edemez. Ne çocuk ne eş ne de başka bir şey…

Aşkın zirvesi, sevilene kavuşma, sevilen ile birleşme, sonsuzluğa kanat çırpmadır.

Yunus Emre’de aşkın bu kadar derin ve yüksek olmasının belli şartları ve aşamaları vardır.

Aşkta bilinçlenme!

Bir kere Yunus Emre’nin aşkı düz sevmenin de tutkulu sevmenin de ötesindedir. Öncelikle bu sevmede bir bilinç var. Bilinç de iki etken önde. Öncelikle Allah’ın güzelliği ve bu güzelliği sağlayan nitelikler Yunus’un tüm gönlünü doldurmaktadır. Allah’ın güzelliğini Yunus dünya gözüyle mi görüyor. Tabi ki hayır. Kendi zatında ve varlığında olan güzelliğini Allah, yarattıkları üzerine yansıtmıştır. Her yarattığı varlık ya da nesne aslında Allah’tan bir güzelliği de kendilerinde saklarlar. İşte bu güzelliği görmek için beden gözü dışında bir göz gerekmektedir. O gözün adı gönül gözüdür. Beden gözünün gördüğü varlığın ve nesnenin şeklidir. Bu durum karpuzu bir kabuğundan görmek iki içinden özünden görmek gibidir. Gönül gözü de varlığı yaratan ve tasarlayanı içten görürse can tatmin olur, ikna olur. 

Daha ötesinde Yunus Emre’de aşk; tat alma, haz alma üzerinedir. Her sevgi aşk olmayacağı gibi her aşk da gerçek aşk değildir Yunus Emre’nin gözünde. Şiirlerinde yeri geldikçe içinde bulunduğu aşk benzetmelerle, betimlemelerle açıklar.

Yunus Emre için aşk bir kılavuzdur. “‘âşık oldum adum Yûnus ‘ışk oldı bana kulavuz” mısraında aşık olduktan sonra hayat yolunda yolunu aşkla çizdiğini artık aşkın ardından gittiğini söyler. Buradan, gerçek aşkı bulmadan önce insanın yönsüz olduğu ve nereye gittiğini bilmediği anlamı da çıkar.

Aşk zafer ister

Öyle sevivermek gibi bir küçücük ve basitçe bir eylem değildir, aşk. Kalpteki sevmeye dair oluşan ilk duygu aslında bir kabarmadır. Öz lezzeti tatmak için maşuktan sana bir iz bir işaret gelmedi. Yani kalpteki kabarma aslında kuru kuruya sevmekten başka bir şey değildir. O sebeple aşk yollarındaki dikenleri temizlemek için önce mücadele ve fedakarlıklar gerekecektir. Ya değilse ilk duyguyla aşk başlamış ve tamamlanmış olurdu.

Yunus Emre zafer için “cehd eyleyüb ol dosta irmeyen ‘âşık mıdur” sorusunu sorar.  Cehd etmek yani savaşmak; Allah dışındaki her nesneyi kalpten çıkarmak demektir. Ki bu çok zor bir şeydir. Zor olana en zor cevap bir başka şiirinde “bana verdin eş oğul kız, andan bile vaz geçtim” biçimindedir. Çoluk çocuktan bile vaz geçebilmek aşkın bir başka adıdır işte. Vazgeçebilmenin bir diğer adı da Yunus’ta fedâdır. Fedâda son nokta kendini bile sevgili yolunda harcamaktır. Yunus öz canının bile fedayı “‘Âşık Yûnus sen cânunı dost yolına eyle fidî” biçiminde açıklar.

Zaferin birçok aşaması vardır. “tûl-u emel defterin dürmeyen ‘âşık mıdur” sorusunun cevabı aslında Peygamberimizin bir hadisinde vardır. Tûl-ı emel yani uzun emel, hırs ve arzular, insanı hayata dünyaya bağlayan zincirlerden biridir. Peygamberimiz bir gün toprağa üç çizgi çizer. Birinci çizgi hemen önündedir. İkinci çizgi biraz ileride üçüncü çizgi daha ileridedir. Öndeki çizgi için Peygamberimiz hayatın şimdiki anı der. İkinci çizgiye ölüm vakti der. Üçüncü çizgiye ise emeller der. İşte böyle insan oğlunun birçok hayalleri gerçekleştirmek istediği arzuları emelleri vardır. Ancak ölüm ondan öncedir.

Emel ve arzuların insanda kaynağı tamahtır. Tamah, insanı bu dünyaya bağlayan en güçlü kötü duygudur. Tamah, gözünü sadece mala mülke dikmez. Mal mülk düşkünlüğünün adı cimriliktir. Bir de her şeyi sahiplenme, her şeyi her şey uğruna elde etmek güdüsü var ki, bu güdü insanı bu dünyaya sıkı sıkıya bağlar. İşte tûl-ı emel bu duygunun ta kendisidir.

“Hem bu dünyayı hem Allah’ı seviyorum” demek, bir kandırmacadır. Gerçek aşık, bu dünyada kendisine bu dünyada verilenlerin tuzak olduğunu bilir. Yaşayacağı kadarını alır gerisine yüzünü döner.

Zafer gerektiren bir diğer yol da sevgilinin derdini çekebilmektir. Dert çekme aslında aşkın kalpte ilme ilmek işlenmesidir. Çünkü dert adamı düşündürür, dert adamı söyletir. Yunus bu durumu “iy Yûnus sen dostunun cefasına katlangıl/yüregine ‘ışk odın urmayan ‘âşık mıdur” biçiminde açıklar.

Tecelli ya da güzel her yerde

Malum tecelli ile Allah kendi varlığını yarattıkları üzerinde gösterir. Allah’ın hariküladeliği, mükemmelliği ve güzelliği her yere yansımıştır. Ancak görmesini bilene! Bilinçaltı, Allah’ı somut görerek tatmin ve ikna olmak ister. Oysa Allah’ın güzelliği her yerdedir. Batan güneş, engin deniz, yüksek dağ, derin vadi manzarası asıl güzelliğin bu dünyadaki yansımalarıdır. İnsan bunların seyrine kendini kaptırırken, asıl güzelliğin ne kadar büyüleyici olabileceğinin farkında değildir.

Bir de Allah mükemmelliğini ve güzelliğini altın oran içine saklamıştır. Altın oran insanlarca da keşfedilmiş ve kullanılan bir hesaplamadır. Adı gibi altın oran; bir şeyin en boy yükseklikte tam ölçülü olması, ölçülü olmanın üstünde mükemmel, kusursuz ve güzel olmasıdır. Altın oran doğada her yerdedir. Tarihte Mimar Sinan’ın camileri, günümüzde her türlü tasarımda temel ilke altın oran üzeredir. Bir insan altın oranı bilmese de zihni ona çirkinlik güzellik ya da yakışma biçiminde yönerge vererek fark ettirir.

Allah’ın güzelliğini ve mükemmelliğini yarattığı varlıklar üzerinde görmek için fiziki bakmak yetmez, gönül derinliğinden ayrıca bir bakış gerekmektedir.

Yunus Emre tecelliyi gözgü yani ayna mecazı ile açıklar. Bir şiirinde “dost sûreti gözgü durur bakan kendü yüzin görür” mısraıyla, Allah’ın cemalini görmek isteyenlerini kendi yüzlerine bakmasının yettiğini anlatır.

Bir başka şiirinde “anun ‘ışkı gözgüsi kendüde gösterdi bizi” sözleriyle Allah’ı görmek için aşk aynasına bakmak gerektiğini söyler. Çünkü aşk aynası öteyi, manevi olanı göstermektedir.

Aşk ateşi, yanmak değil dolmaktır!

Yunus Emre’nin aşk serüveninde kullandığı önemli mecazlardandır aşk ateşi. Aşk ateşi öyle adı gibi yanma değildir. Yunus Emre aşk ateşini, ruhun nur olmasıdır.

İnsan oğlu soğana benzer. Girmeden önce acı. Çıkınca tatlıdır. İnsanı dert bela ile sınava sokarlar. Eğer özü temiz ise girdiği gibi çıkar. Ama içinde özü bozan öz dışı maddeler var ise onlar da yanar geçer.

Bu konuda Yunus’un çok güzel ve çok bilinen şiir beyti şöyledir:

‘ışk odına yananlarun külli vücûdı nûr olur

ol od bu oda benzemez hic belürmez zübânesi

Birinci dizedeki “külli vücud”, tüm varlık; ikinci dizedeki “zübane” alev anlamındadır. O zaman Yunus Emre, ilk dizede; aşk ateşi ile yananların tüm varlığı nur olur” diyor. Yani sadece ruhu değil tüm gönül dünyası, nura gönenir, içine bir huzur dolar diyor. O zaman aşk ateşi insanın hem içini hem de dışını kaplamaktadır.

İkinci dizede Yunus, oda yani ateşe ilginç bir yaklaşımda bulunmuş. O ateş bildiğimiz ateşe benzemez, hiç alev vermez diyor.

Bir başka şiirinde hem bedenin hem de ruhun aşk ile dolduğunu söyler:

hakîkat her vücudun cânı ‘ışkdur

ne cân kim cân içinde cânı ‘ışkdur 

bu cân cismümi kayim dutar ancak

o cân kim zâhir ü penhânı ‘ışkdur

Özellikle ikinci “ne cân ki cân içinde cânı ‘ışkdur” dizesi, Yunus Emre’nin aşkı hangi derinlikte yaşadığını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Can içinde canın aşk üzere olması, ruhun çok daha içinde Allah’ı hissetmektir ki, bu derece aşkı dile getirmek ancak yaşamakla olabilecek bir durumdur.

İkinci dizede ise aşk yolundaki en büyük engelin kendi bedeni olduğunu söyler Yunus. Çünkü can kuşu, can kafesinde tutuludur. Her ne olursa olsun o can zahirde de gizde de aşk doludur. Bilen bilir.

Doyumsuz aşk ya da her an tazelenme!

Doyumsuzluk ve aşkla gönlün sürekli heyecan yaşayarak tazelenmesi, Yunus Emre’deki coşkulu aşkın kendisidir. “bir sâkîden içtik şarap, arştan yücedir meyhanesi” sözleri, aşk enerjisinin ve coşkusunun kaynağıdır. Burada sâkî, Allah, şarap da nur kaynaklı aşkın kendisidir. Bu aşk o kadar büyüktür ki, Allah’ın makamı arşı bile kaplamaktadır.

Yunus Emre’de aşk o kadar güçlüdür ki, her an zindedir! Bir şiiri yaşlılığındaki aşk halini çok iyi betimler.

niçeler eydür Yûnus’a kocaldun ‘ışkı kogıl

‘ışk bize yinile degdi henüz turvandadur

Çok yaşlansa da aşk hiç etkisini yitirmemiştir kendisinde. Çevresindekiler de onun coşkulu aşk davranışlarına bir anlam verememektedir. Artık yaşlandın bir sakinleş, ağırlaş deseler de Yunus’un onları dinleyecek durumu yoktur. Onlara cevabı çok daha ilginçtir. Çünkü gerçek aşkı yeni yeni tatmaya başladığını dolayısıyla aşk, kendisinde taptazedir.

Vuslat

Vuslat için Yunus, “vaslat, vuslat, ulaşma baki devlete erme” kelimelerini kullanır. Tasavvufta vuslat önemli bir aşamadır. Yunus Emre’de alemde seyr u sülûktan sonra vuslat başlar. 

Yunus’ta vuslat, maddi varlığın hiçleşmesidir. Öyle ki kendi varlığından bile vazgeçmelidir. Bu aşk ereğini “vaslat eri olan kişi gerek varlıgdan mahv ola” mısraıyla dile getirir. Böylece Allah’a ulaşıldıktan sonra diğer varlıkların bir anlamı kalmamıştır. Vuslatı ermenin birincil şartı, değil dünya zenginliği kendi varlığından bile vaz geçebilmedir. Kişi ne zaman varlığı kalbinden sildi o zaman vuslat başlar.

Bu noktada Yunus hem kendisine hem de aşk yoldaşlarına destek çıkar, yol gösterir. Aşıkların mutlaka vuslatı elde edeceklerini de belirterek cesaret verir. “Yûnus sen ‘âşıkısan ‘ışka muvâfıkısan/korkma ulaşugısan ne olursan olasın” beytinde aşkı başaracakların vuslatı da kazanacaklarını müjdeler.

Allah’ta yok olma

Yunus Emre’yi aşkta derinleştiren özelliklerinden biri, dünyayı, malı mülkü olduğu kadar kendini Allah yanında yok saymasıdır. Bu yokluk, sözde değil bizzat yaşamda olan bir durumdur. “ne sermâye ne varlık ne yok men” dizesinde yokluk ve hiçlik çok iyi vurgulanır. “Yunus gerçek sevenler, benliği elden koydu” sözleriyle de dünya zenginliği bir yana kendi canını Allah’ın varlığı yanında yok sayar.

Yunus yokluk makamına ulaştığını şöyle ilan eder:

Yûnus imdi sen ü ben ‘âşıklara ne sen ben

yokluk durur anı sevmek koyun ayruksı bakışı

Bu şiirinde Yunus; “sen ben diyorsun, ama aşıklara ne sen ne ben vardır tek aşk, tek Allah vardır!” sözleriyle kendini uyarıyor. Aslında uyarmanın ötesinde bulunduğu makamın farkında olduğunu ilan ediyor. İkinci dizede ise “Allah’ı sevmenin adının yokluk olduğunu ve kalpteki başka sevgilerin çıkarılması” gerektiğini belirtmekte!

Yokluk önemli bir sınavdır. Hak yolda geçilmesi gereken bir aşama olduğundan her şeyden vaz geçebilmek ayrı bir mücadele ister.

bizüm bazarumuzda yokluk olur müşteri

çün böyle hırîdâr varını yagmaya virdük

Pazar, seven ve sevilen arasındaki sevgi alışverişidir. Aşk uğruna ne varsa yağmaya verilir.

“hırîdâr malını yağmaya vermek” ve “gerçek sevenin benliğini elden koyması”, kendinden, benliğinden, varlığından geçmesi, bırakması anlamındadır. Daha geniş alınırsa, Yunus burada; tüm maddi manevi varlığı, kendi mal mülkünü, varlığını, benliğini ve canını, aklından, fikrinden, duygusundan çıkarmayı ve Allah’ta yok olmayı, Allah ile var olmayı yokluk ile yani fenafillah ile açıklamaktadır.

Allah ile bir olma var olma

Yokluk makamına ulaşan sufi artık bekâbillâh seviyesine ulaşmıştır. Tasavvuftaki “bekabillah” yani Allah ile bir olma, sonsuz olma görüşü Yunus’un şiirlerinde değişik biçimlerde yansır.

bundan böylesi bilgil pâdişâh iklîmidür

dört yanum dîdâr oldı gör ne hûb yire geldüm

Bu seviyede Yunus dünya, evren ya da kainatta bir yer yoktur. Yunus tamamen Allah’ın yanında, onun makamındadır.

iy Yûnus imdi senün ‘ışkıla geçsün günün

sevdügün kişi senün cânuna cân olısar

Artık Allah’ta var olma zamanıdır ve kendi ruhu, Allah’ta nur olmuştur. Böylece Yunus’un aklında, kalbinde, duygularında sadece ve sadece Allah vardır ki, başka bir şey düşünemez.

Bir şiirindeki “bir katreyem illâ ki ‘ummâna benem ‘ummân” sözleri, ruhunun Allah nuruna karışmasını güzelce açıklar.

şekl-i evvelden çü ben bu dem teberrâ eyledüm

sûret-i insân olam hem cân olam hem kân olam

Şekl-i evvel ilk yaratılış, ruhlar aleminde varlık olarak kabul edilirse; Yunus da ilk yaratılıştan başlayarak hayattaki değişimi anlatmakta. İnsan önce, beden, nefis, gönül, ruh ve akıl idi. Sonra sadece can kaldı, diğerlerinden kurtuldu. Ve sonra sevgiliye kavuştu, onun varlığında sonsuzluğa kanat çırptı. Yukarıdaki dizedeki maden ocağı, kaynak anlamındaki “kân”, Allah’ı simgeler.


Özgün metin için bakınız:


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder