KÜLAHTA DONDURMA
Remzi Tartan
Çok çiğnenmiş bir sakız mı? “Anılar”!?
Yok keskin bir söz oldu. Her yaşın, her
kişinin dün yaşanmışlıkları özgece bir anı/yaşantısının olması doğal kişinin
yaşamından bir an/saniye/olay.
Zayıf, serçel bir çocuktum. Ailenin koruyucu düşüncesi; bir yıl sonra gitsin. Yaşıtlarım bir haftadır “karaönlükleri” giyip okula gidiyor sokakta arkadaş kalmadı. Yalvar yakar, gözyaşı döküyorum.
- Küçük değil mi?
- Okumayı söktü!
- Oku bakayım.
- Heceleyerek okudum.
- Gidin fotoğraf çektirin.
İlk fotoğrafımı çektiriyorum. Foto “Rifat
Gülsevgi” mahalle komşumuz. Fatmaoglu Çeşmesi’nin güneyinde, iki katlı “Ermeni”
evlerinden geniş hayatlı, o hayat güllerle dolu. Aman ne güller… Benim bildiğim
reçelinizde yapım cıyır cıyır dişlerimden kayan kırmızı güllerin böyle de güzel
böyle renkleri de olur muymuş? Sarı hadi neyse halamlarda vardı. Mavi, siyah
tomur tomur güller. Bu güzel gülleri yetiştiren fotoğrafçı “Macır usta”. Soyadını
nasıl da işiyle uyumlu almış! Gülsevgi!
Okullu olmak evdeki iş bölümündeki
sorumlulukları yerine getirmekten bağışlanmamı gerektirmiyor. Özenle kalaylanmış
iki buçuk, üç litrelik camız sütü dolu çingili çalkalandırmadan birini
Kervansaray’ın bitişiğindeki Deli Sait’e öbürünü tayhanadaki dükkanlarımızdan
birinin kiracısı olan Rasih Doğan’a götürmek görev. Çingilleri sarsmadan şehir sinemasını solda
bırakarak üç dört dükkanlık sokağı geride bırakarak; Deli Sait‘e teslim. Boş
çingille bir külah dondurmayı geciktirmemeksiniz alırdım. Çingil boş çok rahat bileğime
geçirir külah avcumda hakkını verirdim!
İkinci çingili Rasih Doğan’a dondurmanın
rayihası damağımda yitmeden teslim. Ve ikinci külahın hakkını verirdim.
Dönüş yolunda şehir sinemasının afişlerine
dikkatlice bakıp cumartesinin hesabını yapardım. Bilet için gerek otuz beş
kuruş!
O yıllarda betonarme bina çok azdı. Anımsayabildiğim;
Hükümet Konağı, hastane ve Şehir sineması, betondan yapılmış iri binalardı.
Sinemanın
iki balkonun arasına neredeyse bir adam boyu “ŞEHİR SİNEMASI” yazardı. Kentimizin
bir vefasızlık kültürü olarak benim usumda kaldı şu olay; 1960,1961 yıllarında İsmet
Paşa Caddesi’ne sinema yapıldı ve herkes ‘şehir sineması’ adını bırakıp ‘eski
sinema‘ söyler oldu ki, için için üzülürdüm. Ferit Çelebi’nin vefatından sonra kiracı/işletmeciden
de bir darbe; şehir sineması adını silip Zafer Sineması yazdı (ne utku elde
etti bilemiyorum).
Sinemadan
sola dönünce kısa bir sokakta sağlı sollu üçer dükkân vardı. Sol yandaki
dükkanlardan birinde kentimizin adını taşıyan (Foto KARAMAN) Azeri fotoğrafçının
vitrinli işyeri idi ki, büyültülmüş, rötuşlanmış sanat eseri olarak sergilenirdi,
süt kabını beklerken fotoğrafımı çekmiş, masaya dirseklerimi dayamış meraklı
meraklı gözle masa üzerinde ‘GRİPİN’ adlı ilacın irice sigara tablalığı olarak
kullanılan seramik tablalı ak kâğıt üstündeki görüntüsüne bakıyordum. Resmimi büyütüp
vitrinde sergileyince lakabım oldu “GRİPİN”.
O
yıllarda berberim olan babası Ömer Şenok, agabeyi (…) Şenok ile berberlik yapan
ve çok süratli ve çok centilmence futbol oynayan bir ara babası Ömer Usta izin
vermeyince Ankara Spor’a gidemeyen iyi futbolcu ve iyi berber olan Yılmaz abi
Avrupa’dan geldiğinde hala gülerek “Gripin Remzi' diye takılır.
Sevgili Şahabettin
Yavuzaslan'ın tanımıyla, 'Karaman'ın Halikarnas Balıkçısı 'Durmuş Ali Gülcan'a,
(biraz ikirciklensem de) ben de amca derdim. 1910-1912 yıllarında en büyük
ağabeyimin sıbyan mektebinden arkadaşı olmasına karşın hem Durmuş Ali Gülcan'a
hem de babasına (Milci Dede)amca derdim.
Belediyenin sokak isimlerini
değiştireceği kamuoyunda duyulunca, Durmuş Ali amca ve birkaç arkadaş belediye
başkanına gittik. Amca, o yaşında heyecanla çok yanlış bir uygulama olacağını
anlatmaya çalışırken; sesler karşısında dinleyenin duygusuz duruşundan
anlaşıldığına göre, kulağına ulaşamadan sanki aradaki hava boşluğunu yaramadan
yere düşüyordu(!). Belediye başkanı Avrupa birliğine girmeden vs söz ederek,
uzun olmayan (uzatma ya gerek yok anlamında) böyle olacak cesaretini kahramanca
sergiledi!
Kuşkusuz tarihi tek bir
komutana bağlamakla yetinmemeli tüm sorumluluğu paylaştırmalı. O dönem gelen
öneriye oy veren, isim yerine, numara verilmesini onaylayan meclis üyelerinin
de hakkını yemeyelim! Kent tarihinin bağlarını koparan yüzleri kızarmadan,
vicdanları sızlamadan yıllar geçirenleri, MUHAFAZAKARLARI, MİLLİYETÇİLERİ, DEMOKRAT
GEÇİNENLERİ...
Unutmamalı, unutmadan
mahallelerin sokaklarının adlarını yazayım belki okuyan olur.
Hamamları, camileri, onlar
çevreleyen sokakları. TABAKHANE SOKAĞI, BOYAHANE SOKAĞI…
Bu isimler yıllar yıllar önce
bu kentte üretim yapıldığını, üretim çeşitlerini ve bunları yapanların
isimlerini bellekte yaşatır, ortak anılarda, anlatılarda yer alır. Kentin
oluşumu ve değişimini okumak sokak üzerinden yapılır. Kentimizi farklılaştıran
kültürel bir bileşendir. Ve işlevsel, tarihi kültürel yapısal bir işaret olarak
eş ve ard zamanlı okuma sağlar.
Aşağıya benim anımsadığım,
yaşadığım mahallemin sokaklarını yazayım.
Babam Hacı Sami Tartan’ın
1905-1906 yıllarında akçesini verip çizdirdiği kent planını ekleyeyim.
Çizimde cadde ve sokaklar
Fransızca ve Arap abc'si kullanılarak RİKA yazıyla yazılmış bir belge
iliştireyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder