O sanduka II. Alâeddîn Keykubâd’ın
değil!
Yusuf
Yıldırım
Erzurum Pasinler’de bir köy civarında ortaya çıkarılan kümbetteki II. Alâeddîn Keykubâd sandukası haberi, son günlerde kamuoyunu oldukça işgal etti. Anadolu Selçuklu Devleti’nin en buhranlı döneminde aynı anda tahta çıkıp memleketi beş yıl birlikte yöneten üç sultandan II. Alaeddîn Keykubâd’ın kayıp olan mezarını bildiren bu haber gerçekten heyecan verici idi. Bazı haber ajansları ve bazı gazetelerin kültür sanat sayfaları konu hakkında röportaj bile yaptı kısa zamanda. Ancak sunulan video ve görseller ile haberin ayrıntıları arasında büyük fark vardı.
Okuyucu için bu haber, bilgilendirici ve yönlendirici olabilir. Ama
özellikle Selçuklu kitabeleri okuyabilenler için Anadolu Ajansının servis
ettiği haber spotundaki "üzerinde ‘Sultan Alaaddin’ yazısı bulunan
sanduka" ifadesi çok önemli iki soruyu akla getirmektedir. “Sultan
Alaaddîn” ifadesi nerede geçmekte ve bu sandukanın tarihi nedir,
sorularının tam cevapları haber metninde ve görsellerde görülememektedir. Hatta
video görüntülerindeki bir ayrıntı; sanduka kitabesini okumaya çalışan
uzmanların aslında kitabeye hiç de hâkim olmadıkları izlenimi oluşturmaktadır.
Evet bu mezar taşı; basamaklı kaide, dikdörtgen prizmal gövde ve
pahlı üst yüzeyleriyle bir Selçuklu çatma sandukasıdır. Hatta ön yüz
alınlığındaki basit işlemeli askılı kandil de dönem üslubudur. Ancak kitabe
oyma tekniğiyle nakşedilmiş. Oysa sultanların ve üst düzey yöneticilerin
sandukalarının mermer, kitabesinin kabartma tekniğiyle yapılmış olması
olağandır. Buradaki sanduka, işlemesi gibi aşınması erimesi de çok kolay tüf
taşından yapılmış. Zaten de sanduka, arka tarafından yarıya yakın kadar
parçasını kaybetmiş. Ve taş yüzeyinin zamanla aşırı
bozulması; kitabenin özgünlüğünü yüksek düzeyde belirsizleştirmiştir.
Mevcut özellik ve fotoğraf görüntülerine göre kitabenin başlangıç
satırında; “el-hâkimu” ”uizzu?” “li-sâkini”, “haza’l-kabru”
“haza’l-gâ’ibu?” ve “‘alâ’eld…” okunabilmektedir. Sandukanın diğer ucu
parçalandığı için metin “‘alâ’eld…” kelimesi ile bitmektedir. Buradaki
yarım ‘alâ’eld…” yazımından
“Alaaddin” kelimesi sonucuna varılabilir. Ancak “sultan” diye bir kelime yok. Ve
burada “Alaaddin” kelimesi yazılı olsa bile bu kesin kes bir sultanın adı
anlamına gelmez. Çünkü o dönemki mezar taşlarındaki metin kalıbında kişi
adından önce “sultanu’l-muazzama” “sultanu’l-a’zamu” “selâtînu’l-arabu
ve’l-acemu” bazı unvan ve lakaplar sayılır. En gerekli en önemli bilgilerin
olduğu sanduka sahibinin kimliğinin devam ettiği satır bölümü maalesef kopmuş. Görüldüğü
üzere kitabenin sağlam kalan kısmında sanduka sahibi kimliğine dair çok açık
bilgi yok. Yani buralarda “Sultan Alaaddin” yazan bir metin bölümü bulunmuyor.
İkinci satırın olduğu diğer pahlı yüzeyde ise “(…)dîn min?
nâri?’l-milkihi ile’llâhi lehu fî’l-târîhi senete sittun
semânîne ve sitte mietun” metni yazılıdır. Sanduka üzerindeki ölüm tarihi,
çok açık ve kesin!
“fî’l-târîhi senete sittun semânîne ve sitte mietun”
Arapça olan bu hicri tarih, 686 yılıdır. Miladi karşılığı ise
1287/1288’dir.
Bu tarihe göre bu sanduka sahibi; 1250’lerin ortalarında öldüğü
kesin olan II. Alaeddîn Keykubâd değildir.
Birkaç olasılık beliriyor o zaman.
Kümbet II. Alâeddîn Keykubad için yapıldı ise daha büyük ve daha
görkemli bir sanduka daha olması gerekiyor. Ki böyle bir sanduka olmadığı haber
metninden anlaşılıyor.
Alaaddin adı bir unvan ve lakap olarak tarih boyunca birçok devlet
adamı tarafından kullanıldığından bu sandukanın bir başka Alaaddin’e ait olma
olasılığı daha yüksektir.
Bir kadına ait olduğuna dair haber ayrıntısında söylenilen diğer
sanduka hem kitabesiz hem de daha çok parçalanmıştır.
Şimdi gözler yapılacak DNA testinde.
Acaba buradan alınan örneklerle yapılacak DNA test sonucu;
Konya’daki Selçuklu sultanlarıyla ne kadar uyuşacak?
Bu yazı dünyabizim'de yayınlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder