Geçen Cuma, 23 Ağustos.
Öğlenin sonu ikindiye biraz var.
Telefon çaldı.
Her
zamanki vurguyla Yusuf! Nerdesin, diye seslendi Osman Nuri abi.
Olacak
ya, o dakikalar arasında ben de Osman abiyi arayacaktım.
Mevzuya
geldik.
-Benim
köyde bir evde eski yazılı taş varmış onu okuyabilir miyiz, Yusuf?
-Okuruz
Osman abi, muhtemelen “ Maşallah Bismillah ” yazılı 1300’lü bir rumi tarihtir.
Çok bir şey çıkmaz zaten köyde kim ne yazar ki?
-Ne
zaman gidelim?
Yarın
gidelim diye sözleştiysek de duramadık ve atladık, yolların 4 çekeri
Duster’ına! İstikamet Mercik, Mandason (Demiryurt), Kisecik üzerinden Ortaoba!
Sohbet ede ede yol aldık. Karadağ
sağımızdan bize eşlik etti. Hep Karaman yüzünü görmeye alışık olduğum Karadağ,
batı tarafından bana garip geldi. Yabancıladım.
Uzaktaki
tarlalar yer yer sarı olsa da yol boyu adam yutan mısır denizi tarlaları
izledik. Ancak gözüm gönlüm kaderine terkedilmiş ıssız ve harabe köy okullarına takılı kaldı.
Kisecik
de Ortaoba da büyük köyler. Beton evler ile Karadağ taşı malzemeli geleneksel
evler birbirine karışmış. Aslında
geleneksel evler beton evlere yenik düşmüş. Karadağ taşından ev kalmaz, bu
gidişle.
Ortaoba’nın
tam içine gelince bir ev dikkatimi çekti.
Osman
abi de tam o evin kenarına durmaz mı?
Durdu.
Meğer
bakacağımız ev bu evmiş.
Ufacık
tefecik. Kutu gibi.
Çok
düzgün ve ölçülü. Pencere kenarlıkları dışarıdan Osmanlı usulü görünüyor. Hani
köyde olmasa bir mimar bir sanatkâr elinden çıkmış diyeceğim. Alt tarafı iki
metre kadar siyah ve kırmızı Karadağ taşından örülmüş. Üst kata siyah Karadağ
taşından örme sahanlı bir merdiven ile çıkılıyor. Basamaklar tek parça taş.
Önce
kitabeye baktık. Kuzey batı köşesinin bir metre yükseğine yerleştirilmiş.
Kitabe taşı da Karadağ taşından ama siyah değil. Biraz daha açık ve daha sert
bir taş. Bunlar aslen volkanik bazalt taşlar. İri tanecikleriyle fazla sıcak soğuğa
gelmez kolay parçalanırlar. Hele nemi görürse kabuk soyulmuşcasına iri
tanelerini atarlar. Öyle ince işlemeye ve süslemeye uygun değiller.
Kitabe
de o yüzden daha sert bir taşa işlenmiş. İlk bakışta Mustafa ve 1349 tarihi
okunuyor. Kitabenin sağ üst köşesinde harfleri birbirine girmiş bir kelime
okunamaz gibi duruyor. Birkaç inceleme sonunda onu da çözdük.
“Mustafa
Ağa 24 Mayıs 1349”.
-Bu
kitabeyi babam yazmış, o zaman 20 yaşındaymış, dedi Osman abi.
- Babam idadi (lise) mezunu ve eski yazıyı ileri düzeyde okuyup yazabilen köyün ilerigelenlerindenmiş.
1349’un
miladi karşılığı 1933. Yani bu ev 24 Mayıs 1933 yılında yapılmış. Ve Osman
abinin babası 1913 doğumlu. Her şey doğru.
-Osman
abi bu evi yaptıran köyün zengini galiba! Zaten kitabede de Mustafa Ağa diyor.
Eski kültürde herkese ağa den(e)mez.
-Burası
köy odası. Ortaoba’da her varlıklı insanın bir misafirhanesi olurdu. Benim
babamın da vardı. Yakın zamanda yıkıldı. İster tanıdık ister yabancı dışarıdan
gelen herkes bu köy odalarında kalırdı. Köy odaları ağanın evinin dışında ama yakınında olurdu.
Odaya gelen yabancılar, at eşek neyse hayvanını odanın altındaki ahıra
bağlardı. Sonra da yüksek avlulu evin kapısına ya da penceresine gelerek
evdekilerin duyacağı biçimde “Misafir!” diye seslenirdi. Evin ahalisi de
böylece odaya birinin geldiğini öğrenir ona yemek hazırlar gönderirdi.
-Osman
abi ev yıkılmak üzere. Sanki 30 yıl olmuş terkedileli. Üç beş yıla kalmaz
burası çöker.
-Evet
buraya ya sahipleri ya da bir kurum el atmalı.
Aklım
evin içinde!
Atletik
olmanın da avantajıyla ele avuca sığmaz çocuk gibi merdiven sahanlığı yıkığı
üzerinden eve atladım. Osman abi
kalçasını incittiği için çok istekli olsa da yukarı gelemiyor.
Aman
Allah’ım. Burası sıradan bir hane değil. Sofası da var. Eski deyimle bir göz
bir aralık. Her yer dolap pencere. Pencereler, Selçuklu üslubu. Güneşi daha
fazla alsın diye dıştan içe geniş. Oda ile sofayı ayıran ahşap bölüm yüklük
olarak düzenlenmiş. Sofanın solundaki duvarın dört köşesine küçük gözler
ortasına da bir küçük ocak açılmış. Zemin ahşap döşeme. Ama delik deşik. Hakeza
oda da. Delikler yer yer büyük boşluğa dönüşmüş. Kirişler baştan başa duvara;
alttan direklere tutturulu olmasa oda çoktan veda edecek. Tavşan gibi sekerek
uzun adımlarla ilerliyorum oda içinde. Her adımımda bir sallantı bir titreme
oluşuyor odada. Allah korusun zemin olduğu gibi aşağıya inebileceği gibi
tavanda zemine düşebilir. Bir yandan da
bol bol fotoğraf çekiyorum. Çok ilginç odada hem kapaklı hem ağzıaçık denilen
dolaplar var. Ve hepsi beklenmeyecek biçimde sanatkarane işlenmiş. Hele
ağzıaçıkların dalgalı kemerlerine verilen seyre doyumsuz salınım...
Çıkışta
merdiveni kullanıyorum. Sahanlığın ön kenarı çöktüğü için yere eğimli uzanmış.
Uzun tek parça basamak taşlarının bazıları yerlerinden çıkmış. Gözüm bir
basamak taşına takıldı.
-Osman
abi, buraya eski Türk damgası oyulmuş. Çok çatallı.
Beraberce
inceliyoruz ve fotoğraflıyoruz. Damgalar konusu ayrı bir uzmanlık. Ancak bu
damga; Bizans ordusunda lejyoner asker olarak hizmet veren ve 9. ve 10. yyda
Karadeniz- Balkanlar üzerinden Anadolu’ya geçen Peçenek Türklerine ait bir iz
olabilir.
Köy
odasının geleceği karanlık! Dediğim gibi üç beş yıla dam çöker, duvar düşer oda
bir taş ve kerpiç yığınına dönüşür. Sonra birileri gelir taşını bahçe duvarına
götürür, tahtasını ağacını yakacak yapar. Kerpiç de toprak olur.
Ben
olsam!
Şöyle
özerk bir bütçem olsa!
Geleceğe bir bakışım olsa.
Bir
de yetkim etkim olsa.
Güzel
bir restorasyon sonrası burasını müze
haline getiririm.
Ama
ben o değilim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder