Gecenin bilmem kaçı! Sohbet demini yeni almış. Dakikalar
hızla akarken saatler de tükeniyor. Söz geldi ve Ankara’ya yapacağım ziyarete
dayandı.
- Abi haftaya 18 Kasım’da Ankara’dayım.
Birkaç ziyaret ve görüşmem olacak.
- Bu Ankara gününü mutlaka
yazıya dökmelisin!
- Herkesin bildiği Ankara’yı
mı?..
- Hayır senin bildiğin gördüğün
Ankara’yı!
Ben Ankara’yı ilk görüşüm İstanbul tecrübesiyledir. 1991
sonu idi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinden bir otobüs dolusu
arkadaş ile gitmiştik. Bir gece yarısı indiğimiz o Ankara; doğrusu Yahya
Kemal’in “Dönüşünü severim!” sözünü hatırlatmıştı. Kalabalık caddeleri, yoğun
trafiğiyle hayatın çok hızlı aktığı İstanbul’dan boşaltılmış bir yere varmışım gibi
hissetmiştim Ankara’yı! Sonrasında Ankara bir türlü zihnimi dolduramadı. Kurak
bozkır topraklarında beton bina kargaşasından ibaret bir tablo olarak işli
kaldı beynimde. Herhalde “Denizsiz şehir mi olur?” hükmünün de etkisi var, bu
bakışımda.
Bugünün Ankara’sı ise artık metropol havasında. Yüksek
binaları, metrosu, Kızılay dışına taşan kalabalığı ile göz kamaştıran şekilsel
hareketliliğe sahip. Değişen bir şey de insan tipleri. Memur şehri Ankara’da
artık her renkten insan tiplerini görebilmek mümkün.
Beklentimin ötesinde olumlu, verimli ziyaretler!
İlk uğradığım mekanlardan biri Türkiye Yazarlar Birliği
idi. TYB Onursal Başkan Mehmet Doğan abi ile buluşmam hava su muhabbeti dışında
nitelikli geçti. Yunus Emre üzerine üretilen sohbette görüşlerimiz aynı noktada
idi. Ayrıca broşürlere olan ilgisi çok özel; Yunus Emre portre çizimlerine olan
beğenisi dikkate şayan idi. Mehmet Doğan abi broşürlere takdirlerinin sonunda Yunus’un
Karaman bağlantısının da kuvvetli olduğunu vurguladı. Ben de Mehmet abiye Yunus
Emre ve Karaman arasında belgelerin ötesinde çok güçlü ve çok sıkı bir mekânsal
ve kültürel bağlantı olduğunu belirttim. Konuşmamız Yunus Emre üzerinden diğer
mecralarda devam etti gitti. Mehmet Doğan abi 2020’de birkaç şehirde Yunus Emre
etkinliği yapacaklarını birinin de neden Karaman olmayacağı vurgusunu yaptı. Ayrılırken
Mehmet Doğan abinin beni ayakta uğurlaması ölçülemez bir itibar hediyesi gibi
idi.
Diğer bir buluşma ayağında Rıfat İnanç vardı. Rıfat ile
buluşmamız inşallah hayırlara vesile olur diyelim. Sohbetimiz Yunus Emre’nin
Karaman mekanlarına bir belgesel çekimi konusuyla son buldu. Kim bilir hep
hayalimdeki bu düşünce, bir gün gerçekleşir.
18 Kasım’daki ziyaretlerimizin sonuncusu Alper Göncü’nün
konuşmacı olduğu Pembe Köşk idi. Ankara takvimi her ikimizin de kesişmişti. Pembe
Köşk’te en çok dikkatimi çeken ise İsmet İnönü’nün kızı Özden Toker Hanımefendi’nin
doğallığı ve sıcaklığı idi. Misafirleri ile ilgilenme biçimi samimiyet ötesi
bir ustalıkla idi. Hiçbir kişiyi geçiştirmedi. Her hareketi her sözü son derece
doğal ama bir devlet insanı gibi düzeyli idi. Bu bir asalet göstergesidir ki,
kendiliğinden bir saygı oluşturuyor insanda. Sunum sonrasında tekrar
karşılaştığımda kendisine hemen Yunus Emre Divanı Karaman Nüshası’nı ve son
çalışmam Yunus Emre broşürlerini takdim ettim. Hayretimi arttıran ise ona çok
yabancı bir konu olsa da kitabım ve broşürleri takdimim süresince hiç ilgisinin
dağılmaması, kaymamasıydı. Çok dikkatli dinledi ve izledi. Bir insan ne ister
ki, bu kadar itibardan başka.
Niğde’nin önemli ve köklü iki sülalesi Soylu ve
Göncülerin son kuşak temsilcilerinden Mühendis İş Adamı ve Yazar Alper
Göncü’nün Yakın Tarih Niğde ve İsmet İnönü konuşması üst düzey bir sunum oldu. Yarım
saat olarak planlanan program iki saatin üstünde devam etti. Üstelik
dinleyicilerin çoğunluğunun 70 yaş üstü olduğu bir ortamda. Sunumu
güzelleştiren iki etkenden biri, dinleyicilerden bir kısmının aynı zamanda
olayların tanıklarından olması idi. Sunumu güzelleştiren diğer önemli etken;
Alper Göncü’nün hem bu konudaki birikimi hem de ustaca sunuşu idi. O kadar
akıcı konuşmasının temelinde, yaşanmışçasına samimi hislerin olmasıydı. Ayrıca
nezaket dolu hitabıyla da dinleyenleri mest etti. Toplantıya gelenlerin içinde
dikkat çeken isimler; Hikmet Uluğbay, Yekta Güngör Özden, Hikmet Sami Türk,
Selim Binici, Gülsüm Bilge Toker vardı. Bu toplantıyı ve ayrıcalıklı ortamı
bana yaşattığı için kendisine teşekkür ediyorum.
Dönüşte Pembe Köşk’ten Kızılay’a beş kilometreyi yürüyerek
geldim. Yürüme bir şehri en iyi tanıma yöntemidir. İnsanların içine karışırsın.
Kalabalıkta her birey belirsizleşir, kimliksizleşir. Kimse kimsenin umurunda da
farkında da değildir. İstisnalar dışında çok tanınanlar için bile bu durum
değişmez. Herkes kendi doğallığındadır. Pembe Köşk’ten Kızılay’a kadar olan
hatta hep insan davranışlarını gözledim. Giyim kuşamlar, yürüyüşler, konuşmalar,
davranışlar!.. Hepsini göz değdirmeden izledim, inceledim. Ve İstanbul havasını
Ankara’da da hissettim. Artık başkent daha metropol!
Aklımın ucundan dahi geçmeyen bu yazıyı Ahmet Tek abinin önerisi üzerine kaleme aldım. Kendisine teşekkür ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder