29/11/2019

Karaman’dan Ankara’ya bakış

  

Gecenin bilmem kaçı! Sohbet demini yeni almış. Dakikalar hızla akarken saatler de tükeniyor. Söz geldi ve Ankara’ya yapacağım ziyarete dayandı.

- Abi haftaya 18 Kasım’da Ankara’dayım. Birkaç ziyaret ve görüşmem olacak.

- Bu Ankara gününü mutlaka yazıya dökmelisin!

- Herkesin bildiği Ankara’yı mı?..

- Hayır senin bildiğin gördüğün Ankara’yı!

Ben Ankara’yı ilk görüşüm İstanbul tecrübesiyledir. 1991 sonu idi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinden bir otobüs dolusu arkadaş ile gitmiştik. Bir gece yarısı indiğimiz o Ankara; doğrusu Yahya Kemal’in “Dönüşünü severim!” sözünü hatırlatmıştı. Kalabalık caddeleri, yoğun trafiğiyle hayatın çok hızlı aktığı İstanbul’dan boşaltılmış bir yere varmışım gibi hissetmiştim Ankara’yı! Sonrasında Ankara bir türlü zihnimi dolduramadı. Kurak bozkır topraklarında beton bina kargaşasından ibaret bir tablo olarak işli kaldı beynimde. Herhalde “Denizsiz şehir mi olur?” hükmünün de etkisi var, bu bakışımda.

Bugünün Ankara’sı ise artık metropol havasında. Yüksek binaları, metrosu, Kızılay dışına taşan kalabalığı ile göz kamaştıran şekilsel hareketliliğe sahip. Değişen bir şey de insan tipleri. Memur şehri Ankara’da artık her renkten insan tiplerini görebilmek mümkün.

Beklentimin ötesinde olumlu, verimli ziyaretler!

İlk uğradığım mekanlardan biri Türkiye Yazarlar Birliği idi. TYB Onursal Başkan Mehmet Doğan abi ile buluşmam hava su muhabbeti dışında nitelikli geçti. Yunus Emre üzerine üretilen sohbette görüşlerimiz aynı noktada idi. Ayrıca broşürlere olan ilgisi çok özel; Yunus Emre portre çizimlerine olan beğenisi dikkate şayan idi. Mehmet Doğan abi broşürlere takdirlerinin sonunda Yunus’un Karaman bağlantısının da kuvvetli olduğunu vurguladı. Ben de Mehmet abiye Yunus Emre ve Karaman arasında belgelerin ötesinde çok güçlü ve çok sıkı bir mekânsal ve kültürel bağlantı olduğunu belirttim. Konuşmamız Yunus Emre üzerinden diğer mecralarda devam etti gitti. Mehmet Doğan abi 2020’de birkaç şehirde Yunus Emre etkinliği yapacaklarını birinin de neden Karaman olmayacağı vurgusunu yaptı. Ayrılırken Mehmet Doğan abinin beni ayakta uğurlaması ölçülemez bir itibar hediyesi gibi idi.

Diğer bir buluşma ayağında Rıfat İnanç vardı. Rıfat ile buluşmamız inşallah hayırlara vesile olur diyelim. Sohbetimiz Yunus Emre’nin Karaman mekanlarına bir belgesel çekimi konusuyla son buldu. Kim bilir hep hayalimdeki bu düşünce, bir gün gerçekleşir.

18 Kasım’daki ziyaretlerimizin sonuncusu Alper Göncü’nün konuşmacı olduğu Pembe Köşk idi. Ankara takvimi her ikimizin de kesişmişti. Pembe Köşk’te en çok dikkatimi çeken ise İsmet İnönü’nün kızı Özden Toker Hanımefendi’nin doğallığı ve sıcaklığı idi. Misafirleri ile ilgilenme biçimi samimiyet ötesi bir ustalıkla idi. Hiçbir kişiyi geçiştirmedi. Her hareketi her sözü son derece doğal ama bir devlet insanı gibi düzeyli idi. Bu bir asalet göstergesidir ki, kendiliğinden bir saygı oluşturuyor insanda. Sunum sonrasında tekrar karşılaştığımda kendisine hemen Yunus Emre Divanı Karaman Nüshası’nı ve son çalışmam Yunus Emre broşürlerini takdim ettim. Hayretimi arttıran ise ona çok yabancı bir konu olsa da kitabım ve broşürleri takdimim süresince hiç ilgisinin dağılmaması, kaymamasıydı. Çok dikkatli dinledi ve izledi. Bir insan ne ister ki, bu kadar itibardan başka.

Niğde’nin önemli ve köklü iki sülalesi Soylu ve Göncülerin son kuşak temsilcilerinden Mühendis İş Adamı ve Yazar Alper Göncü’nün Yakın Tarih Niğde ve İsmet İnönü konuşması üst düzey bir sunum oldu. Yarım saat olarak planlanan program iki saatin üstünde devam etti. Üstelik dinleyicilerin çoğunluğunun 70 yaş üstü olduğu bir ortamda. Sunumu güzelleştiren iki etkenden biri, dinleyicilerden bir kısmının aynı zamanda olayların tanıklarından olması idi. Sunumu güzelleştiren diğer önemli etken; Alper Göncü’nün hem bu konudaki birikimi hem de ustaca sunuşu idi. O kadar akıcı konuşmasının temelinde, yaşanmışçasına samimi hislerin olmasıydı. Ayrıca nezaket dolu hitabıyla da dinleyenleri mest etti. Toplantıya gelenlerin içinde dikkat çeken isimler; Hikmet Uluğbay, Yekta Güngör Özden, Hikmet Sami Türk, Selim Binici, Gülsüm Bilge Toker vardı. Bu toplantıyı ve ayrıcalıklı ortamı bana yaşattığı için kendisine teşekkür ediyorum.

Dönüşte Pembe Köşk’ten Kızılay’a beş kilometreyi yürüyerek geldim. Yürüme bir şehri en iyi tanıma yöntemidir. İnsanların içine karışırsın. Kalabalıkta her birey belirsizleşir, kimliksizleşir. Kimse kimsenin umurunda da farkında da değildir. İstisnalar dışında çok tanınanlar için bile bu durum değişmez. Herkes kendi doğallığındadır. Pembe Köşk’ten Kızılay’a kadar olan hatta hep insan davranışlarını gözledim. Giyim kuşamlar, yürüyüşler, konuşmalar, davranışlar!.. Hepsini göz değdirmeden izledim, inceledim. Ve İstanbul havasını Ankara’da da hissettim. Artık başkent daha metropol!

Aklımın ucundan dahi geçmeyen bu yazıyı Ahmet Tek abinin önerisi üzerine kaleme aldım. Kendisine teşekkür ederim.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder