01/05/2020

Yunus Emre’de Yaratılışın Öyküsü

 

Yunus Emre’de Yaratılışın Öyküsü

Yusuf Yıldırım

 

Ol bâdişâh-ı kadìm dilerdi bir hikmet eyliyidi

Od u su toprag yile kudretinden söyliyidi

Allah bir başına iken!

Yer, gök bir yana kâinat yaratılmamıştı.

Zaman bile!

Meleklerin, şeytanın esamisi geçmezdi.

Öncesizlik ve sonsuzluk sahibi Hak, kendi zamanının bir kesitinde “kenz-i mahfî” yani gizli hazîne olmaktan çıkmaya karar verdi.

İlk oluşu bilinçte kararladı Hak. Bu kararlama eyleme dönüştü bir gevher/cevher oluverdi. O ilk cevhere a‘yân-ı sâbite denildi. Bilinen bilinmeyen tüm varlığın bilgisi, Allah nazarıyla bu cevhere yazıldı. Böylece tüm zamanlarda tüm boyutlarda varlık alemleri oluşmaya başladı. O cevherden Hak, alemlerin ilk özünü püskürttü. Yunus Emre bu olaya Gevherden bug çıkardı bugından gök yaratdı” dedi. Bug, alem/alemler idi.

Bu alemlerden birinde Hak, gök bezeğini kurdu. Göğü sayısız yıldızla bezedi. Göğe dön buyurdu. Ay ve güneşe de göğün üstünde yüzün dedi. Suyu askıda bıraktı. Üstüne yeri yarattı. Yer sürekli çalkalandı, kaynadı fokur fokur, bir dem durmadı. Sonra bir yavaşlama geldi yere. Yüce yüce dağlardan Hak çöksüler oluşturdu. Çöksülenen yer sakinleşti.

İşte bu noktada Azrail gökten indi ve bir avuç toprak kopardı gitti. Aslında Azrail’den önce Cebrail ile Mikail toprak almaya gelmişti. Ama yeryüzü onlara yüz vermemişti. Neden diye soranlara, “Bu topraktan bir âsî yaratılacak. Ben Allah’a âsî olanla ortak olamam.” demişti. Ama Azrail yeryüzünü dinlememiş; “Ben emir kuluyum, bu toprağı almadan gidersem emri yerine getirmemiş olurum.” gerekçesiyle alıp götürmüştü toprağı. Hem de yeryüzünün dört köşesinden bir çeşitleme yaparak!

Allah buyurdu, dört ferişte işe soyundu. Cebrail, Mikail, Azrail ve İsrafil, Allah’ın bir takdirini bir kararını bir yazılımını gerçekleştirmek üzere görevlendirilmişti. O takdirin, o yaratmanın adı Âdem idi. Allah’ın yaratma işi, anâsır-ı erbaa ile gerçekleşecekti.

Anâsır-ı erbaa; dört unsur, dört element. Şu meşhûr ateş, hava, su ve toprak işte. Yunus Emre’de bunların adı “od, yel, su, toprak” idi.

Bu iş nasıl olacaktı? Toprak ile su tamam! Ateş ile su nasıl bir arada olur da nasıl bir kararda dururdu!.. Toprak ile havanın da bir kararı olmazdı ki. Böyle bir uyum, insan aklı ile düşünülecek bir iş değildi. “Allah’ın hikmetinden sual olunmaz.” da meraktan kurtulmak zor hani. O zaman araştırmalar, inceleme geliştirmeler niye var. Tabi bir şeyler merak edilecek, bir şeylerin cevabı bulunacak!..

 

Bismillâh buyurdı getürdüler topragı

İkinci teslîm oldı hâzır oldı su dahı

Ferişteler işe toprak ile başladılar. Toprak öyle bir işlendi ki, mineral ve atom boyutunda nitelendi. Su da katkı sağlamak üzere buyruk beklerdi…

 

Topragıla suyı bünyâd eyledi

Ana Âdem dimegi ad eyledi

İşlemi bitmiş olan toprak su ile alacağı kıvamı bekler idi. Şimdi sıra suya gelmişti. Su toprağa karıldı. Su ile toprak yoğruldu. “Ki o, yarattığı her şeyi güzel yapan, insanı (Âdemi) yaratmaya da çamurdan başlayandır. Secde, 7” ayetinde olduğu gibi insanı yaratma çamurla başladı işte.

O çamur, o balçık!..

Mü’minûn Suresi’nin “Gerçek şu ki biz insanı çamurdan alınmış bir özden yaratıyoruz.” biçiminde 12. ayeti dikkate şayandır.

Çamurdan alınmış öze dikkat çekme var burada. Şöyle mi demek istiyor o ayet acaba?

Toprak ile sudan DNA, gen ve hücre yapıldı.

Zaten Allah’ın takdiri o kadar da basit olamazdı. Allah her ne yaratırsa üstün, mutlak ve mükemmel ilmi ile yaratır. Allah ilminde yaratım; en ince, zerreden bile çok çok küçük ayrıntı hesaplanmış ve kararlanmıştır. İnsan yaratımında da mineraller, element atomları alınarak su molekülleri ile birleştirildi. Ortaya genler, DNAlar, hücreler çıktı. Hepsi birleşti organları oluşturdu. Organlardan ortaya bir cüsse çıktı. İşte Allah’ın buyruğu ile dört feriştenin yaptığı bu idi.

Bitti mi?

Hayır! Allah’ın mutlak ve mükemmel ilmi cüsse üzerinde işlemeye devam ediyordu.

 

Üçünci yil geldi depretmege anı

Andan oldı cism-i Âdem bil bunı

Yaratımda üçüncü aşama!

Ortaya çıkan cüsseye hava girdi. Hava, kuru balçığı depretti yani kımıldattı. Böylece cisim ortaya çıktı. Ve Allah’ın Âdem’i, ilk insan şekillenmişti.

Burada ince bir vurgulama ince bir belirtme var. Hava üflendi demiyor Yunus Hazretleri! “Yel geldi onu depretmeğe”deki tasvir, doğrudan düşünülemeyecek bir süreci işaret ediyor! Depretmek, hareket ettirmek, kımıldatmaktır. Havanın insanı kımıldatma eylemi nasıl anlaşılmalı nasıl yorumlanmalıdır? Bu eylem kendi içinde acaba hangi süreçleri saklıyor, buna da dikkat etmek gerekiyor!..

Hava ile depremek yani kımıldamak arasındaki doğrudan insan bağlantısı solunumdur. İnsan uyurken de solunum yapar ve her solukta göğüs kabarması biçiminde bir kımıldama gerçekleşir. “Yel depretmesi”yle; Âdem’in solunum sistemi çalıştırıldı demek istiyor, Yunus Emre! Evet, Yunus Emre solunum sisteminden söz ediyor! Böylece ağız ve burun yoluyla gelen hava akciğerleri doldurdu. Sadece beden kımıldaması değil bu depreme! Akciğer yaratılışına uygun aldığı havayı kan yoluyla hücrelere taşıdı. İçeride hücreler titreşti organlar da kıpraştı.

Âdem’in cismi tamamlandı mı o zaman? Başka gerek ne ola ki?

 

Dördünci od geldi kızdurdı anı

Çünki kızdı cisme ulaşdı cânı

Dördüncü aşamada Âdem’in cismine ateş geldi. Ateş, cismi kızdırdı, ısıttı. O artık cânın gireceği kıvamda idi. Bu ateşten köz mü başka bir kimyasal olay mı anlaşılmalı? Fırın közü gibi bir ateş ile insan olmayacağına göre burada Allah’ın hikmetini ve takdirini çok daha mükemmel anlamak ve bilimsel boyutta düşünmek mi gerekiyor?

Ateş, yani yanma yani plazma! Maddenin dördüncü hali. Bir yanıcı madde ile oksijenin etkileşimi eşittir yanma olayıdır. Nasıl ki her maddenin kendine özgü erime, donma ve buharlaşma sıcaklığı var; bir de yanma sıcaklığı var. Ve o ısıya gelen her maddenin oksijen ile teması eşittir ateş ve alevdir. Bu tepkime aslında enerjinin açığa çıkması olayıdır. İçinde ısı ve ışık olan enerji.

Vücutta bu olayın gerçekleşmesi imkân dahilinde mi imkân dahilinde ise nasıldır? Evet imkân dahilinde hem de her defasında 100 trilyon kez! Bilimdeki adıyla hücre solunumu bir ateşleme, enerji açığa çıkarma olayıdır. Hücreler, kendilerine gelen besinleri parçalamak için ihtiyacı olan oksijeni akciğer ve kan yoluyla havadan alır. Böylece sindirim yoluyla gelen besin parçacıkları ile oksijen hücrede karşılaşırlar. Hücre içinde oksijen ile besin parçacığı etkileşime girerek bir yakma yanma olayı gerçekleşir. Ortaya çıkan enerjinin yarısını hücre besin parçalamada diğer yarısını da ısıda kullanır. Toplamdaki 100 trilyon hücrenin enerjisi böylece toplam vücut ısısını meydana getirmiş olur.  

Tekrar Âdem’e döndüğümüzde Allah, onun vücudunda aslında bir enerji üretim ve dağıtım sistemi kurmuştu. Bu sistem ateşlemeye dayalı idi. Ateşleme sistemi hücreler düzeyinde kurulu idi. Bu ateşleme sistemi bedenin öz enerjisi anlamına geliyordu. Ateş onu enerji ile donatmıştı! Böylece sonsuz döngüde vücudun fizyolojik ve işgücü ihtiyacı olan enerjinin üretimi hücrelere yüklenmiş oldu. Kur’ân’da pişmiş toprakla anlatılan, bu beden idi. Rahman Suresi ayet 14’te bu durum “O, insanı ateşte pişirilmiş toprak kaplar gibi kurutulmuş çamurdan yarattı.” diye dile getirildi. Hicr Suresi ayet 26’da ise durum biraz daha somutlaştırılarak “And olsun biz insanı şekillenebilir özlü balçıktan, (şekil verilip) kurutulmuş çamurdan yarattık.” biçiminde açıklandı.

Yunus, Adem’in yaratılışının tamamlanışını; “Dört ferişte yoğurdu bir peygamber eyledi.” sözleriyle bir başka şiirinde topluca dile getirdi. Buradaki yoğurma, hamur yoğurmadan kaynaklı bir benzetme idi. Asıl yoğurma kimyasal işlemlerle fizyolojik işlevler oluşturma süreçleriydi.

Böylece ateş, hava, su, topraktan bir cüsse oluşturuldu. Cüsse önce cisme sonra surete yani bedene dönüştü. Her şey Yüce Allah’ın kudret ve kararı ile gerçekleşti. Beden, tüm uzuvlarıyla tamamlanmıştı. İçte beyin, kalp, ciğer, mide vs; dışta baş, gövde, kol bacak, göz, kulak, burun ağız…

Beden tamam da Âdem tamamlanmış mıydı? Eksik bir şeyler var mıydı?

Âdem ayağa kalkıp koşar, yürür ve bir eylemde bulunabilir duruma gelmiş miydi? Kendini, Yaratan’ını tanıyor muydu? Yoksa bir cesetten farksız mıydı?

 

Sûrete cân girmege fermân olur

Pâdişâh emri ana dermân olur

Evet bir eksik kalmıştı. Son ama çok çok önemli bir katkı verilecekti bedene! Beden fiziksel olarak her şeye hazırdı. Ama beden mevcut durumuyla sadece bir donanım olup bir eylemde bulunup iş üretemezdi. Çünkü duyulama, algılama, öğrenme, düşünme ve çıkarımda bulunma gibi sistemleri çalışmıyordu. Elektriği verilmemiş ev gibiydi. Zihinsel işlemler gerektiren bu süreçler, mantıksal bir düzenek ve muhakeme gücü istiyordu. Daha açık ifade ile bedene kendisini yönetecek üst bir sistem gerekliydi. Bedene bir sahip bulunmalıydı.

O sahibin adı “ruh” idi. Yunus ona “cân” dedi. Buyurdu câna Allah, bedene gir diye! Allah’ın emri bir sözün bir isteğin ötesinde insan algoritmasının son büyük aşamasıydı.

 

Sûreti cân girdi pür-nûr eyledi

Sûret dahı cânı mesrûr eyledi

Can içeri girdi, bedeni nurla doldurdu, apaydınlık etti. Bedenin içini ışıdı. Ruh, en küçük yapı birimine; zerreye, zerrenin zerresine kadar bedene nüfuz etti. Ruh, en küçük yapı birimini bile yönetecek biçimde bedene yerleşti.

Ruhun bedene girişi havanın girişi gibi olamazdı. Havanın göreceliliği ruha uygulanamazdı. Bu konuda bir ayrıntı verilmese de mevcut insan fizyolojisi bu işlemin nasıl gerçekleştiğini açıklayacak durumda. Buna göre Hak, en küçük, zerreden de zerrecik birimlerini yönetecek işletecek biçimde cânı bedene yükledi. Çünkü Allah’ın emri böyleydi. Allah’ın emri, düz bir isteğin yerine getirilmesi değil; bir dizi işlem gerektiren süreçleri olan bir karar, bir planlama ve takdir üzereydi. Çünkü Allah üstün, mükemmel ve mutlak ilmi ile Âdem’i atomdan bile küçük tanecikler düzeyinde tasarlamıştı. Allah’ın Âdem yaratımı, DNA’dan bile daha küçük ayrıntıda düşünülmüştü. Vücuttaki hormonal etkileşimler atom altı parçacıklar olan elektrolit düzeyinde gerçekleşiyordu. İşte makro algoritmanın minik dizilimi böyleydi. Anlayana bu örnek yeterli idi.

Aslında Kur’ân’da ayrıntılara işaret eden birçok ayet vardı!

Sonra onu (Âdem'i) düzeltip tamamladı, içine ruhundan üfürdü, sizin için kulaklar, gözler, gönüller yarattı.” sözleriyle Secde 9’da Âdem’in cisminin hazırlanması ve ruhunun yerleştirilmesi anlatılmaktadır. Enam, 98 ayeti de “O sizi bîr tek candan yaratandır.” sözleriyle benzer bir vurgu yaptı.

Beden için ruh ne ise ruh için de beden o demekti. Gereklilik eşit derecede idi. Sürekli uçan, yeri yurdu olmayan cân için de beden; yeti ve yeteneklerini gösterebileceği bir araç bir fırsat idi. Çünkü ruh bir sınama üzere olduğunu biliyordu.

 

Hamd ü şükr itdi didi iy Zü'l-Celâl

Bin benüm bigi yaratsan ne muhâl

Âdem hem hamdetti hem de şükretti. Dedi, Ey Ululuk Sahibi -Allah- benim gibi binlerce yaratmak sana zor değildir.

Bu hamd ve şükür sıradan ve kuru bir sözden ibaret değildi. Âdem kendi yaratımıyla ilgili tüm farkındalıklara sahipti. O, ahsen-i takvîm üzere yaratıldığının yani bir estetik harîka olduğunun bilincinde idi.

Âdem bedensel bir estetik üzere tasarlanmıştı. Biçim, şekil, tasvir ya da resim anlamındaki sûret, şeklin mükemmelliğine işaret ediyordu. İşlevsel bir beden üzerine kusursuz güzellik, mükemmel bir mühendislikle düşünülerek yaratılmıştı.  Çünkü Âdem, bugünkü terimle bir altın oran üzere şekillenmişti. Bedensel tasarımındaki simetri, oran, ölçü, uyumluluk ve bunların üzerine işlevsellik diğer hiçbir canlıya verilmemişti.

Şekilsel mükemmellikle içten biyolojik mühendislik doğrudan ilgiliydi. Biyolojik anlamda organların biçimlendirilmesiyle istif düzeni arasında sıkı bir ilişki vardı. Mesela kalp ile akciğerin birlikteliği, mide, bağırsak, böbrek ve karaciğerin bir grup oluşturmasında rastgelelik beklenemez. Düz mantıkla kalp ile beyinin daha yakın olması beklenir.  Ama Allah ilmi öyle işlemiyor bedende. İnsanın ahsen-i takvimini çözmesi için bilimin önünde daha uzun bir yol var.

Âdem ruhsal olarak da bir estetik harîka idi. Akıl ve iman temelinde sayısız özelliklerle ruhun sahip olduğu değerler diğer hiçbir varlıkta yoktu. Düşünme, yargılama, tasarlama ve yaratma gibi birçok özellikleriyle insan diğer canlı ve yaratıklarda olmayan üstün yeti ve yeteneklerle donatılmıştı.

Âdem’de farkındalık oluşturan bir diğer durum; Allah’ın aynı işlevlerde ama farklı nitelik ve özelliklerde yani birbirine benzemeyen sayısız insan yaratma kudretine sahip olması idi.  

Ve Âdem Allah’a dua etti: Allah’ım kudretinin, bilgeliğinin başı sonu yok. Yok iken var ettin. Toprak iken can verdin. Benim benzerimden sayısızca yaratmak senin için ne uğraştır ne zorluktur. Sen bir şeye ol dersen oluverir.

Özgün beyitler Risâletü’n-Nushiyye’nin Karaman, Fatih ve Bursa nüshalarından seçilmiştir. Yunus Emre bundan sonra anâsır-ı erbaanın Âdem’e getirdiği özellikleri/hasletleri anlatır.


Özgün metin için bakınız:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder