Yunus Emre’de
Yaratılışın Öyküsü
Yusuf
Yıldırım
Ol bâdişâh-ı kadìm dilerdi bir hikmet eyliyidi
Od u su
toprag yile kudretinden söyliyidi
Allah bir
başına iken!
Yer, gök bir yana kâinat yaratılmamıştı.
Zaman bile!
Meleklerin, şeytanın esamisi geçmezdi.
Öncesizlik
ve sonsuzluk sahibi Hak, kendi zamanının bir kesitinde “kenz-i mahfî”
yani gizli hazîne olmaktan çıkmaya karar verdi.
İlk oluşu bilinçte kararladı Hak. Bu kararlama eyleme dönüştü bir gevher/cevher
oluverdi. O ilk cevhere a‘yân-ı sâbite denildi. Bilinen
bilinmeyen tüm varlığın bilgisi, Allah nazarıyla bu cevhere yazıldı. Böylece
tüm zamanlarda tüm boyutlarda varlık alemleri oluşmaya başladı. O cevherden
Hak, alemlerin ilk özünü püskürttü. Yunus Emre bu olaya “Gevherden bug çıkardı bugından gök yaratdı” dedi. Bug,
alem/alemler idi.
Bu alemlerden birinde Hak, gök bezeğini kurdu. Göğü sayısız yıldızla
bezedi. Göğe dön buyurdu. Ay ve güneşe de göğün üstünde yüzün dedi. Suyu askıda
bıraktı. Üstüne yeri yarattı. Yer sürekli çalkalandı, kaynadı fokur fokur, bir
dem durmadı. Sonra bir yavaşlama geldi yere. Yüce yüce dağlardan Hak çöksüler
oluşturdu. Çöksülenen yer sakinleşti.
İşte bu noktada Azrail gökten indi ve bir avuç toprak kopardı gitti.
Aslında Azrail’den önce Cebrail ile Mikail toprak almaya gelmişti. Ama yeryüzü
onlara yüz vermemişti. Neden diye soranlara, “Bu topraktan bir âsî yaratılacak.
Ben Allah’a âsî olanla ortak olamam.” demişti. Ama Azrail yeryüzünü
dinlememiş; “Ben emir kuluyum, bu toprağı almadan gidersem emri yerine
getirmemiş olurum.” gerekçesiyle alıp götürmüştü toprağı. Hem de yeryüzünün
dört köşesinden bir çeşitleme yaparak!
Allah buyurdu, dört ferişte işe soyundu. Cebrail, Mikail, Azrail ve
İsrafil, Allah’ın bir takdirini bir kararını bir yazılımını gerçekleştirmek
üzere görevlendirilmişti. O takdirin, o yaratmanın adı Âdem idi. Allah’ın
yaratma işi, anâsır-ı erbaa ile gerçekleşecekti.
Anâsır-ı erbaa; dört unsur, dört element. Şu meşhûr ateş, hava, su ve
toprak işte. Yunus Emre’de bunların adı “od, yel, su, toprak” idi.
Bu iş nasıl olacaktı? Toprak ile su tamam! Ateş ile su nasıl bir arada olur
da nasıl bir kararda dururdu!.. Toprak ile havanın da bir kararı olmazdı ki.
Böyle bir uyum, insan aklı ile düşünülecek bir iş değildi. “Allah’ın
hikmetinden sual olunmaz.” da meraktan kurtulmak zor hani. O zaman
araştırmalar, inceleme geliştirmeler niye var. Tabi bir şeyler merak edilecek,
bir şeylerin cevabı bulunacak!..
Bismillâh buyurdı getürdüler
topragı
İkinci teslîm oldı hâzır oldı su dahı
Ferişteler işe toprak ile başladılar. Toprak öyle bir işlendi ki, mineral
ve atom boyutunda nitelendi. Su da katkı sağlamak üzere buyruk beklerdi…
Topragıla
suyı bünyâd eyledi
Ana Âdem dimegi ad eyledi
İşlemi bitmiş olan toprak su ile alacağı kıvamı bekler idi. Şimdi sıra suya
gelmişti. Su toprağa karıldı. Su ile toprak yoğruldu. “Ki o, yarattığı her
şeyi güzel yapan, insanı (Âdemi) yaratmaya da çamurdan başlayandır. Secde, 7” ayetinde
olduğu gibi insanı yaratma çamurla başladı işte.
O çamur, o balçık!..
Mü’minûn Suresi’nin
“Gerçek şu ki biz insanı çamurdan alınmış bir özden yaratıyoruz.” biçiminde 12.
ayeti dikkate şayandır.
Çamurdan
alınmış öze dikkat çekme var burada. Şöyle mi demek istiyor o ayet acaba?
Toprak ile
sudan DNA, gen ve hücre yapıldı.
Zaten
Allah’ın takdiri o kadar da basit olamazdı. Allah her ne yaratırsa üstün,
mutlak ve mükemmel ilmi ile yaratır. Allah ilminde yaratım; en ince, zerreden
bile çok çok küçük ayrıntı hesaplanmış ve kararlanmıştır. İnsan yaratımında da
mineraller, element atomları alınarak su molekülleri ile birleştirildi. Ortaya
genler, DNAlar, hücreler çıktı. Hepsi birleşti organları oluşturdu. Organlardan
ortaya bir cüsse çıktı. İşte Allah’ın buyruğu ile dört feriştenin yaptığı bu
idi.
Bitti mi?
Hayır!
Allah’ın mutlak ve mükemmel ilmi cüsse üzerinde işlemeye devam ediyordu.
Üçünci yil geldi depretmege anı
Andan oldı cism-i Âdem bil bunı
Yaratımda
üçüncü aşama!
Ortaya
çıkan cüsseye hava girdi. Hava, kuru balçığı depretti yani kımıldattı. Böylece
cisim ortaya çıktı. Ve Allah’ın Âdem’i, ilk insan şekillenmişti.
Burada
ince bir vurgulama ince bir belirtme var. Hava üflendi demiyor Yunus
Hazretleri! “Yel geldi onu depretmeğe”deki tasvir, doğrudan
düşünülemeyecek bir süreci işaret ediyor! Depretmek, hareket ettirmek,
kımıldatmaktır. Havanın insanı kımıldatma eylemi nasıl anlaşılmalı nasıl
yorumlanmalıdır? Bu eylem kendi içinde acaba hangi süreçleri saklıyor, buna da
dikkat etmek gerekiyor!..
Hava ile depremek
yani kımıldamak arasındaki doğrudan insan bağlantısı solunumdur. İnsan uyurken de
solunum yapar ve her solukta göğüs kabarması biçiminde bir kımıldama gerçekleşir.
“Yel depretmesi”yle; Âdem’in solunum sistemi çalıştırıldı demek istiyor,
Yunus Emre! Evet, Yunus Emre solunum sisteminden söz ediyor! Böylece ağız ve
burun yoluyla gelen hava akciğerleri doldurdu. Sadece beden kımıldaması değil
bu depreme! Akciğer yaratılışına uygun aldığı havayı kan yoluyla hücrelere
taşıdı. İçeride hücreler titreşti organlar da kıpraştı.
Âdem’in
cismi tamamlandı mı o zaman? Başka gerek ne ola ki?
Dördünci od geldi kızdurdı anı
Çünki kızdı cisme ulaşdı cânı
Dördüncü aşamada Âdem’in cismine ateş geldi. Ateş, cismi kızdırdı,
ısıttı. O artık cânın gireceği kıvamda idi. Bu ateşten köz mü başka bir kimyasal
olay mı anlaşılmalı? Fırın közü gibi bir ateş ile insan olmayacağına göre
burada Allah’ın hikmetini ve takdirini çok daha mükemmel anlamak ve bilimsel
boyutta düşünmek mi gerekiyor?
Ateş, yani yanma yani plazma! Maddenin dördüncü hali. Bir yanıcı
madde ile oksijenin etkileşimi eşittir yanma olayıdır. Nasıl ki her maddenin
kendine özgü erime, donma ve buharlaşma sıcaklığı var; bir de yanma sıcaklığı
var. Ve o ısıya gelen her maddenin oksijen ile teması eşittir ateş ve alevdir.
Bu tepkime aslında enerjinin açığa çıkması olayıdır. İçinde ısı ve ışık olan
enerji.
Vücutta bu olayın gerçekleşmesi imkân dahilinde mi imkân dahilinde
ise nasıldır? Evet imkân dahilinde hem de her defasında 100 trilyon kez!
Bilimdeki adıyla hücre solunumu bir ateşleme, enerji açığa çıkarma olayıdır. Hücreler,
kendilerine gelen besinleri parçalamak için ihtiyacı olan oksijeni akciğer ve
kan yoluyla havadan alır. Böylece sindirim yoluyla gelen besin parçacıkları ile
oksijen hücrede karşılaşırlar. Hücre içinde oksijen ile besin parçacığı
etkileşime girerek bir yakma yanma olayı gerçekleşir. Ortaya çıkan enerjinin
yarısını hücre besin parçalamada diğer yarısını da ısıda kullanır. Toplamdaki 100
trilyon hücrenin enerjisi böylece toplam vücut ısısını meydana getirmiş olur.
Tekrar Âdem’e döndüğümüzde Allah, onun vücudunda aslında bir enerji
üretim ve dağıtım sistemi kurmuştu. Bu sistem ateşlemeye dayalı idi. Ateşleme
sistemi hücreler düzeyinde kurulu idi. Bu ateşleme sistemi bedenin öz enerjisi
anlamına geliyordu. Ateş onu enerji ile donatmıştı! Böylece sonsuz döngüde vücudun
fizyolojik ve işgücü ihtiyacı olan enerjinin üretimi hücrelere yüklenmiş oldu. Kur’ân’da
pişmiş toprakla anlatılan, bu beden idi. Rahman Suresi ayet 14’te bu durum “O,
insanı ateşte pişirilmiş toprak kaplar gibi kurutulmuş çamurdan yarattı.” diye
dile getirildi. Hicr Suresi ayet 26’da ise durum biraz daha somutlaştırılarak “And
olsun biz insanı şekillenebilir özlü balçıktan, (şekil verilip) kurutulmuş
çamurdan yarattık.” biçiminde açıklandı.
Yunus, Adem’in yaratılışının tamamlanışını; “Dört ferişte yoğurdu bir peygamber eyledi.”
sözleriyle bir başka şiirinde topluca dile getirdi. Buradaki yoğurma, hamur
yoğurmadan kaynaklı bir benzetme idi. Asıl yoğurma kimyasal işlemlerle
fizyolojik işlevler oluşturma süreçleriydi.
Böylece ateş, hava, su, topraktan bir cüsse oluşturuldu. Cüsse
önce cisme sonra surete yani bedene dönüştü. Her şey Yüce Allah’ın kudret ve
kararı ile gerçekleşti. Beden, tüm uzuvlarıyla tamamlanmıştı. İçte beyin, kalp,
ciğer, mide vs; dışta baş, gövde, kol bacak, göz, kulak, burun ağız…
Beden tamam da Âdem tamamlanmış mıydı?
Eksik bir şeyler var mıydı?
Âdem ayağa kalkıp koşar, yürür ve bir
eylemde bulunabilir duruma gelmiş miydi? Kendini, Yaratan’ını tanıyor muydu?
Yoksa bir cesetten farksız mıydı?
Sûrete
cân girmege fermân olur
Pâdişâh emri ana dermân olur
Evet bir eksik kalmıştı. Son ama çok çok
önemli bir katkı verilecekti bedene! Beden fiziksel olarak her şeye
hazırdı. Ama beden mevcut durumuyla sadece bir donanım olup bir eylemde bulunup
iş üretemezdi. Çünkü duyulama, algılama, öğrenme, düşünme ve çıkarımda bulunma
gibi sistemleri çalışmıyordu. Elektriği verilmemiş ev gibiydi. Zihinsel
işlemler gerektiren bu süreçler, mantıksal bir düzenek ve muhakeme gücü
istiyordu. Daha açık ifade ile bedene kendisini yönetecek üst bir sistem
gerekliydi. Bedene bir sahip bulunmalıydı.
O sahibin adı “ruh” idi. Yunus ona “cân” dedi. Buyurdu câna Allah,
bedene gir diye! Allah’ın emri bir sözün bir isteğin ötesinde insan algoritmasının
son büyük aşamasıydı.
Sûreti
cân girdi pür-nûr eyledi
Sûret dahı cânı mesrûr eyledi
Can içeri
girdi, bedeni nurla doldurdu, apaydınlık etti. Bedenin içini ışıdı. Ruh, en küçük
yapı birimine; zerreye, zerrenin zerresine kadar bedene nüfuz etti. Ruh, en
küçük yapı birimini bile yönetecek biçimde bedene yerleşti.
Ruhun
bedene girişi havanın girişi gibi olamazdı. Havanın göreceliliği ruha
uygulanamazdı. Bu konuda bir ayrıntı verilmese de mevcut insan fizyolojisi bu
işlemin nasıl gerçekleştiğini açıklayacak durumda. Buna göre Hak, en küçük,
zerreden de zerrecik birimlerini yönetecek işletecek biçimde cânı bedene
yükledi. Çünkü Allah’ın emri böyleydi. Allah’ın emri, düz bir isteğin yerine
getirilmesi değil; bir dizi işlem gerektiren süreçleri olan bir karar, bir
planlama ve takdir üzereydi. Çünkü Allah üstün, mükemmel ve mutlak ilmi ile
Âdem’i atomdan bile küçük tanecikler düzeyinde tasarlamıştı. Allah’ın Âdem
yaratımı, DNA’dan bile daha küçük ayrıntıda düşünülmüştü. Vücuttaki hormonal
etkileşimler atom altı parçacıklar olan elektrolit düzeyinde gerçekleşiyordu. İşte
makro algoritmanın minik dizilimi böyleydi. Anlayana bu örnek yeterli idi.
Aslında Kur’ân’da ayrıntılara işaret
eden birçok ayet vardı!
“Sonra onu (Âdem'i) düzeltip tamamladı, içine ruhundan
üfürdü, sizin için kulaklar, gözler, gönüller yarattı.” sözleriyle Secde 9’da
Âdem’in cisminin hazırlanması ve ruhunun yerleştirilmesi anlatılmaktadır. Enam, 98 ayeti de “O
sizi bîr tek candan yaratandır.” sözleriyle benzer bir vurgu yaptı.
Beden için ruh ne ise ruh için de beden o demekti. Gereklilik eşit
derecede idi. Sürekli uçan, yeri yurdu olmayan cân için de beden; yeti ve
yeteneklerini gösterebileceği bir araç bir fırsat idi. Çünkü ruh bir sınama
üzere olduğunu biliyordu.
Hamd
ü şükr itdi didi iy Zü'l-Celâl
Bin benüm
bigi yaratsan ne muhâl
Âdem hem
hamdetti hem de şükretti. Dedi, Ey Ululuk Sahibi -Allah- benim gibi binlerce
yaratmak sana zor değildir.
Bu hamd ve şükür sıradan ve kuru bir
sözden ibaret değildi. Âdem kendi yaratımıyla ilgili tüm farkındalıklara
sahipti. O, ahsen-i takvîm üzere yaratıldığının yani bir estetik harîka
olduğunun bilincinde idi.
Âdem bedensel bir estetik üzere
tasarlanmıştı. Biçim, şekil, tasvir ya da resim anlamındaki sûret, şeklin
mükemmelliğine işaret ediyordu. İşlevsel bir beden üzerine kusursuz güzellik,
mükemmel bir mühendislikle düşünülerek yaratılmıştı. Çünkü Âdem, bugünkü terimle bir altın oran
üzere şekillenmişti. Bedensel tasarımındaki simetri, oran, ölçü, uyumluluk ve
bunların üzerine işlevsellik diğer hiçbir canlıya verilmemişti.
Şekilsel mükemmellikle içten biyolojik
mühendislik doğrudan ilgiliydi. Biyolojik anlamda organların biçimlendirilmesiyle
istif düzeni arasında sıkı bir ilişki vardı. Mesela kalp ile akciğerin
birlikteliği, mide, bağırsak, böbrek ve karaciğerin bir grup oluşturmasında
rastgelelik beklenemez. Düz mantıkla kalp ile beyinin daha yakın olması
beklenir. Ama Allah ilmi öyle işlemiyor
bedende. İnsanın ahsen-i takvimini çözmesi için bilimin önünde daha uzun bir
yol var.
Âdem ruhsal olarak da bir estetik
harîka idi. Akıl ve iman temelinde sayısız özelliklerle ruhun sahip olduğu değerler
diğer hiçbir varlıkta yoktu. Düşünme, yargılama, tasarlama ve yaratma gibi
birçok özellikleriyle insan diğer canlı ve yaratıklarda olmayan üstün yeti ve
yeteneklerle donatılmıştı.
Âdem’de farkındalık oluşturan bir
diğer durum; Allah’ın aynı işlevlerde ama farklı nitelik ve özelliklerde yani
birbirine benzemeyen sayısız insan yaratma kudretine sahip olması idi.
Ve Âdem Allah’a dua etti: Allah’ım
kudretinin, bilgeliğinin başı sonu yok. Yok iken var ettin. Toprak iken can
verdin. Benim benzerimden sayısızca yaratmak senin için ne uğraştır ne
zorluktur. Sen bir şeye ol dersen oluverir.
Özgün beyitler Risâletü’n-Nushiyye’nin
Karaman, Fatih ve Bursa nüshalarından seçilmiştir. Yunus Emre bundan sonra
anâsır-ı erbaanın Âdem’e getirdiği özellikleri/hasletleri anlatır.
Özgün metin için bakınız:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder