Yunus Emre’nin Hayatına Doğru ve Bilimsel Kaynaklar Üzerinden Bakış
Yusuf YILDIRIM*
Hakkındaki
belge bilgi sayısı sınırlı diye söylense de Yûnus Emre’nin hayatına dair
sanılandan çok daha fazla ezber bozucu kaynak bulunmaktadır. Hacı Bektaş Vilâyetnamesi,
Tezkiretü’l-Has gibi sadece menkıbe anlatan ikincil ve zayıf kaynaklardaki Yûnus
Emre bilgisinin doğruluğu ve güvenilirliği de ayrı bir sorundur. Yûnus Emre araştırmaları ne kadar doğru ve tutarlı kaynağa
dayandırılırsa o kadar muteberdir. O sebeple onun hayatına Osmanlı Arşivi
belgeleri, Yunus Emre Divanı gibi ana kaynaklar ile bu kaynaklarla
uyumlu ikincil kaynaklar üzerinden bakmak en doğru yaklaşım olacaktır.
Kökeni
Ömer Lütfi Barkan’ın, Osmanlı Arşivi Hicrî 924
Milâdî 1518 tarihli Konya Tapu Tahrir Defteri 0455’te sayfa 219 ve 220’den
alarak 1941 yılında yayınladığı Kolonizatör Türk Dervişleri[1]
makalesindeki Yûnus Emre belgesi[2]
bilginin ötesinde zengin sayılabilecek bir içerik[3] de
sunar.
Buna göre Yûnus Emre’yle akrabalık ya da cemaat
bağı olan İsmail Hacı[4],
cemaati ile beraber Horasan’dan Larende’ye gelerek şimdiki Yeşildere (İbrala)
köyü civarını yurt[5]
edinmiştir. Şeyh Hacı İsmail ve cemaati, burada bir zâviye kurmuştur[6].
Sonrasında oğlu Musa Paşa, onun oğlu Güvegi Çelebi de burada birer zâviye
kurmuştur[7].
Yunus Emre’nin de bu cemaatten olduğu belgede yazılıdır[8].
Belge Yûnus Emre’nin atalarının Karaman’a ne
zaman ve tam olarak nereden geldiğini söylemez. Karaman’da kesintisiz Türk
yerleşimi 1216 yılında[9]
başlar. Mevlânâ ve ailesinin de Karaman’a geliş tarihi 1222 yılıdır. Anadolu’ya
kitlesel göçlerin başladığı ve sürdüğü Cengiz Han dönemi ve sonrası olan 13. yy’dır.
Bu zaman diliminde Yûnus Emre’nin atalarının Karaman’a 13. yy ilk çeyreğinde
geldiği rahatça söylenebilir.
Doğumu
Yûnus Emre’nin
doğum ve ölüm tarihi 20. yy ilk yarısı boyunca araştırmacı ve ilim adamlarını
meşgul etti. Doğumuna dair kesin bir bilgi ya da kaynağa ulaşamamak, Fuat
Köprülü,[10] Burhan Toprak,[11] Abdülbaki Gölpınarlı,[12] Cahit Öztelli[13] gibi araştırmacıları hep yoruma dayalı değerlendirmeye zorladı. Adnan Erzi’nin “Yûnus
Emre’nin hayatı hakkında bir vesika”[14]
başlığıyla yayınlanan makalesi; gerçekten tarihi değiştiren bir buluş gibidir. O
makalede sözü edilen Mecmû’a’daki Yûnus Emre’nin doğum ve ölümüne
dair sadece üç satır olan Yûnus Emre kaydının metni[15]
şöyledir:
vefât-ı Yûnus Emre
sene 720
müddet-i ömr 82
Bu
bilgiler ışığında Yûnus Emre, Hicrî takvime göre 82, Milâdî takvime göre 80
yıllık bir ömür geçirmiştir. Doğum tarihi Hicrî 638 Milâdî 1240 yılıdır.
Mecmua’yı
farklı ve güvenilir kılan ise Yûnus Emre’nin doğum ve ölüm tarihine dair kesin
rakam vermesinin yanında Osmanlı padişahları, Sultan Veled gibi tarihi
kişiliklerin ölüm tarihlerini doğru vermesidir[16]. Mecmû’a’daki
bilgiler, itiraz gerektirmediği gibi Yûnus Emre’ye dair birincil kaynaklarla da
uyumludur. Bir kere Risâletü’n-Nushiyye’nin telif tarihi olan 1300[17]
yılına yakın bir tarihtir. Yûnus Emre’nin ölmeden 20 yıl önce yani 60 yaşında
eserlerini yazmış olması gayet makûldür.
Konya
Tapu Tahrir Defteri’nde geçtiği şekliyle Yûnus Emre’nin
Karamanoğlu İbrahim Bey’den arazi satın alması[18]
da Mecmû’a’daki bilgilerle örtüşür. Çünkü Karamanoğlu Bedreddin İbrahim
Bey’in beylik başına geçiş tarihi 1318’dir.
Ailesi
Tek
başına, gezgin bir tip olarak sunulan Yûnus Emre çevresinde ailesi yokmuşçasına
bir algı oluşmuştur. Ancak şiirlerinde ve arşiv belgelerinde ailesine temas
eden cümleler, kelimeler vardır.
Şiirlerinde Yûnus Emre’nin ailesi…
Divan’ında
Yûnus Emre’nin ailesine değinilen bir şiir vardır[19]. Bu
şiirin Fatih Nüshası’ndaki beytine göre Yûnus Emre’nin “çift ü helâl”[20]
yani iki eşi vardır. Aynı şiirin Nuru Osmaniye Nüshası’ndaki metnine göre,
Yûnus Emre’nin iki eşi yanında oğlu ve kızı da[21]
vardır. Burada bir sayı verilmediğinden Yûnus Emre’nin birden fazla erkek ve
kız çocuk sahibi olabileceği anlaşılabilir.
Yûnus Emre’nin babasının adı İsmail!
Yûnus
Emre’nin ailesine ait daha somut ve kesin bilgiler ise arşiv belgelerinde
kayıtlıdır. Buna göre de hem babasının hem de oğlunun adı kesinkes “İsmail”
olarak yazılıdır. İbrahim Hakkı Konyalı’nın yayımladığı “Vakf-ı Zâviye-i Yûnus Emre ibn-i İsmail el-meşhur bi Kirişçi Baba der
nefs-i
Larende”[22] başlıklı Yûnus Emre
Zâviyesi vakıf kaydında, Yûnus Emre; “Larende’de Kirişçi Baba adı ile şöhret
kazanmış İsmail oğlu Yûnus Emre” olarak künyelenmiştir. 1584 tarihli[23]
bu vakıf kaydı, Yûnus Emre’nin hem babasının kimliğine hem de mesleğine birinci
dereceden kaynaktır. Bu kayıt, çok açık biçimde gösteriyor ki Yûnus Emre’nin
babasının adı İsmail’dir.
Yûnus Emre’nin oğlunun adı İsmail!
Konya
Tapu Tahrir Defteri 0455’te verilen Yûnus Emre bilgisinde bir kez “evlâd”
bir kez de “oğul İsmail” bilgisi geçer. Defterin ilgili bölümünde Yûnus
Emre’nin Karamanoğlu İbrahim Bey’den arazi satın aldığı bu arazinin de ölümü
sonrası “evlâdı”na yani çocuklarına geçtiği yazılıdır[24]. “evlâd” kelimesi Arapçada çoğul olduğu için buradan
Yûnus Emre’nin birden çok çocuğu olduğu anlaşılmaktadır. Kaydın
devamında ise “İsma’îl bin Yûnus Emre” yani “Yûnus Emre oğlu İsmail”in
şehzâdeden[25] bazı yerler satın alıp
tapuladığı ve elinde belgesi olduğu yazılıdır[26].
Buradan anlaşılacağı üzere Yûnus Emre’nin ölümü sonrası vakıftaki mal varlığını
oğlu İsmail yönetmeye başlamıştır.
1584
tarihli Yûnus Emre Zâviyesi Vakfiyesi ile 1518 tarihli Konya Tapu Tahrir
Defteri Yûnus Emre kayıtları birbirini desteklemektedir. Öyle görünüyor ki,
Yûnus Emre babasının adını oğluna da vermiştir.
Eğitimi
Yunus
Emre’nin ümmi ya da okumuşluğu sorununu tartışmak artık yersiz. Divandaki
şiirlerinde özellikle tasavvuf, din, varoluş, yaratılış, psikoloji, tarih,
felsefe ve alt konularında sergilediği üstün bakışlardan Yûnus Emre’nin iyi bir
eğitim aldığı sonucuna varmak zor değildir. Şiirlerindeki Arapça ve Farsça söz
varlığı da onun iyi bir eğitimden geçtiğini göstermektedir. Yalınızca uzmanların
bilip kullandığı özel terim ve kavramları ustaca, bilinçlice kullanması Yûnus
Emre’nin yüksek bir eğitimden geçtiğini gösterir.
Asıl
tartışılması gereken ise Yûnus Emre’nin aldığı eğitim süresi, niteliği,
hocaları, nere/ler/de eğitim aldığı, mezuniyeti ve mezuniyeti sonrası durumu
gibi birçok alt konudur.
Birçok
şiirinde okuma, öğrenme, sebak (ders alma), talim (öğrenme), ilim, tâlib/talebe
gibi eğitime dair kavramları irdelemeli ve eleştirel işler. Eğitim
kurumlarından sadece medreseye[27]
şiirlerinde yer verir. Mektep ya da sıbyan mekteplerinden söz etmez. Eğitim
görevlilerinin belli başları olan müderris, hoca/hâce, âlim, danişmend Yûnus
Emre’nin şiirlerinde yer bulmuştur. Yûnus Emre müftü müderrisi ikileme
biçiminde söyler. Ders araç gereçlerinden kitap, defter ve kalemi de zaman
zaman şiirlerinde kullanmıştır. İlginçtir eğitime dair bu isim, kavram ve
terimler; çoğunlukla eğitim dışı konularda mecaz ya da simgesel işlevle daha
çok eleştiri amaçlı kullanıldığından, Yûnus Emre’nin eğitim hayatına fazla ışık
tutmaz.
Tüm
bunların dışında iki şiirinde eğitime dair yer verdiği sözler, onun eğitimin
hayatının bütünün açıklar gibidir. O şiirlerden ilkindeki “mescidde medresede
çok
çok
tâ’at
kılmışam”[28]
dizesi Yûnus Emre’nin eğitimine dair en fazla ipucu taşıyan en somut sözlerdir.
“Çok çok” biçiminde vurgulu söylemesinden Yunus Emre’nin çocukluğundan
yetişkinliğine uzun bir dönem eğitim hayatı olduğu anlaşılabilir. Çocukluğundan
eğitim hayatının başladığı da bir şiirinin mahlas beytindeki “tıflken hîç
nesneyi fehm itmedin”[29]
sözlerinde açıkça bellidir.
Yûnus Emre’nin eğitimine
dair diğer sorunlu alt konular da medrese eğitimini nerede aldığı, icâzet
alıp almadığı, icâzet aldı ise bir göreve atanıp atanmadığıdır.
Şiirlerinde ortaya koyduğu müftü, müderris ve eğitim eleştirisi; medrese
eğitimini yarım bıraktığı ya da medrese eğitimini tamamladı ise bile bu alanda
uzun süreli bir mesleki görev almadığı yorumunu yaptırmaktadır.
Mürşidi
Şiirlerinde,
kendisini etkileyen birçok tarihi kişilikten bahseder. Tapduk Emre, Saltuk Baba, Mevlânâ, Bayezid Bistâmî, Cüneyd Bağdâdî, Maruf-ı Kerhî, Şiblî, Hallâc-ı Mansûr, Ebu Müslim, bunlardan birkaçıdır. Bu kişilerden sadece Tapduk
Emre ve Sarı Saltuk’u[30] mürşidi
olarak belirtir. Fatih Nüshası’nda Tapduk ve Saltuk yanında bir de Barak[31] adı
geçer.
Barak Baba Yûnus Emre’nin mürşidi mi?
Asıl adı bilinmeyen Barak Baba[32],
kaynakların çoğuna göre Babaî hareketinin merkezlerinden Tokat yakınlarındaki
bir köyde doğdu. Anadolu’daki Babaî ilişkilerinden sonra İran’a giderek İlhanlı
Hükümdarı Gazan Han ve Olcaytu Han yanında itibar kazandı. Gîlânlılar’ın reisi
Topaç, Şii faaliyetleri içinde bulunan Barak Baba’yı müritleriyle beraber
öldürttü.[33] Barak Baba
öldürüldüğünde -1300’lerin başında- 40 yaşlarında idi.[34]
Yani Yûnus Emre’den 40 yaş kadar küçüktü. Barak Baba ve mürîdlerinin Kalenderiyye’ye mensup
Haydariyye tarikatından olduklarını ve XIV. yüzyılın başlarında henüz Şamanist
gelenekleri önemli ölçüde muhafaza ettiklerini rahatça söylemek mümkündür.[35]
En
eski nüshalardan Divân-ı Yûnus Emre Karaman Nüshası’nda ve Saltuknâme’de[36] Barak
Baba’nın adı geçmez. Saltuknâme müellifi, Barak Baba’dan
bahsetmeden Tapduk Emre’yi doğrudan Sarı Saltuk’un müridlerinden sayar[37].
Şu
durumda, 15.- 16. yy’da yazılan Fatih Nüshası’nda Barak Baba’nın adının
Yûnus Emre’ce değil de müstensih tarafından eklenmiş olması daha gerçekçi ve
daha doğru görülmelidir.
Sarı Saltuk Yûnus Emre ilişkisi ne kadar gerçek?
Bu
durumda Yûnus Emre’nin mürşidi Tapduk Emre ile Saltuk
Baba’dır[38]. Kaynaklardaki mevcut
bilgilere göre “mücâhid-gazi, gazi-derviş, alp-eren, mübarek zat, ermiş”
gibi sıfatlarla anılan Sarı Saltuk Sünnî, Alevî ve Bektaşî çevrelerince farklı
yönleriyle benimsenmiş önemli bir isimdir. Anadolu ve Rumeli’nin Türkleşip
İslâmlaşmasında etkin rol oynamasına rağmen bu yönü mitolojik kimliğinin
gölgesinde kalmıştır. Hayatından daha çok menâkıbnâme türündeki eserlerde
bahsedildiğinden tarihî kimliğini tesbit etmek güçtür[39].
Tarihî kaynaklara göre Sarı Saltuk, Dobruca’ya yerleşmesinden
vefatına kadar irşâd faaliyetlerini sürdürmek amacıyla çeşitli tekke ve
zâviyeler açmıştır. Dobruca’daki Sarı Saltuk, Kaligra’daki Sultan (Yılan)
Tekkesi, kendisinin bizzat açtığı ve faaliyette bulunduğu tekkeler olarak
bilinmektedir.[40] Sarı Saltuk’un
adına ölümünden sonra açılan tekkeler Babaeski’deki Eski Baba Tekkesi ile
Kütahya Şeyhlü’deki Sarı Selcük Tekkesi’dir. Sarı Saltuk, uğradığı yerlerde
önemli hizmetlerde bulunduğundan adına makam-türbeler oluşturulmuştur. Saltuknâme’ye göre
başlıcaları Kaliakra (Bulgaristan), Babadağı (Romanya), Blagay (Hersek), Ohri
(Makedonya), Kruya (Akçahisar/Arnavutluk), Rumeli Feneri (İstanbul), Babaeski
(Edirne), Bor (Niğde), Diyarbakır, Tunceli ve İznik gibi merkezlerde olmak
üzere Sarı Saltuk’un pek çok türbesi bulunmaktadır[41].
Sarı Saltuk, bir rivayete göre Hicrî 697 Milâdî 1297 yılında
70 yaşında başka bir rivâyete göre de 1317 yılında ölmüştür[42]. Yûnus
Emre’nin mürşidi olabilmesi için ondan daha büyük olması gerektiği varsayılırsa
Sarı Saltuk’un 697 yılında öldüğü görüşü daha doğru görülebilir. O zaman Sarı Saltuk
1227 doğumlu olup Yûnus Emre’den 13 yaş büyüktür.
Balkanlardaki İslamlaşma mücadelesi, birçok
tekke/zâviye kurması gibi durumlara bakınca Sarı Saltuk’un Yûnus Emre için
mürşit olması da uygun bir durumdur. Buradaki asıl sorun, Yûnus Emre, Sarı
Saltuk ile nasıl görüştüğü ya da iletişime geçtiğidir.
Yûnus Emre’de Tapduk Emre kurumsallığı!
Yûnus
Emre’nin mürşid silsilesi içinde Tapduk Emre öncelikli ve birincil kişidir. Yûnus
Emre’nin mürşidi ihtilafsız, şüphesiz Tapduk Emre’dir. Maalesef tarihi
kaynaklar, Tapduk Emre hakkında fazla bilgi vermez. Şu durumda isminden başka
kabul edilebilecek bilgi yoktur. Hatta Yûnus Emre, şiirlerinde bahsetmese ismi
de tarihin karanlığına gömülüp gidecektir. Saltuknâme’de geçtiği ve
Yûnus Emre’nin şiirlerinden anlaşılacağı üzere 13. yy’da yaşadığı ve bu
yüzyılın ikinci yarısında öldüğü kabul edilebilir[43].
Yûnus
Emre’nin şiirlerinde en çok adı geçen kişi Tapduk Emre’dir. Yûnus Emre birçok
kişinin adını saygı çerçevesinde ve örnek kişi niteliğinde söz ederken Tapduk
Emre’yi ululuk, sevgi, minnet, özlem ve vefayla defalarca dile getirir. Tapduk
Emre, kendisi için boşluğu doldurulamaz bir kişiliktir. Yûnus Emre, Tapduk
Emre’den sadece sıcak ifadelerle söz etmez. Ona yer verdiği şiirler
irdelendiğinde Tapduk Emre’nin Yûnus Emre’yi bir sistematik üzere aşamalı bir
plan dahilinde yetiştirdiği görülür.
Öncelikle
aşkın sultanı Tapduk Emre’dir. Aşk öyle bir bakışta öğrenilip bir görüşte
yaşanılacak bir şey değildir. Ondandır ki Yûnus Emre aşkı öğrenmek için
Tapduk’un kapısında bekleyen aşık adayı bir öğrencidir[44].
Yûnus Emre sonsuz mutluluğun kapılarını açacak anahtarın Tapduk Emre’de
olduğunu ima ile söyler. Yûnus için Tapduk Emre bir alim, bir şeyh, bir
velidir. Erdemlilik yolunda ona her şeyi öğretendir. Yûnus bu yolda ona boyun
eğmiştir[45]. Yûnus, Tapduk’a o kadar
düşkündür ki, kıyamet günü her insan kendi derdine düşerken Yûnus sadece Tapduk’u düşünecektir[46]. Daha
sonra, Tapduk rehberliğinde dünyevî olanlardan feragat
ettiğini öteki alemin kapısının açılmasından dolayı da Tapduk Emre’ye müteşekkir
olduğunu dile getirmiştir[47].
O artık Tapduk’un himmet ve himâyesinde bu dünyanın geçiciliğini ve boş oluşunu
kavramaktadır[48]. Bunun sonucunda da Tapduk ile mesafe kat edip manevi sırlara ermeye,
aşkın lezzetini tatmaya başladığını belirtir[49]. Artık
Yûnus Emre, mürşidi sayesinde manevi
yolculuklar yapmaktadır. Tüm gizli sırlar ona açılmıştır[50]. Yûnus
Tapduk eliyle sır alemlerini bir bir keşfetmektedir[51].
Nihâyet aşıklar katına çıkınca geçtiği aşamaların farkındadır ve Tapduk Emre’ye
ne kadar dua etse azdır[52]. Nihayet
Yûnus Emre, bekâbillâh seviyesine
ulaşmıştır. Allah için kendi canından ve gönlünden bile geçmiştir[53].
Mesleği
Yunus
Emre’nin mesleğine dair kaynaklarda üç görüş üç seçenek vardır. Toplumsal
bilinç altı Yûnus Emre’yi yoksul bir çiftçi, gariban bir köylü olarak görür. Halvetiler
müftü olarak bilirken hiç dillendirilmeyen bir mesleği daha vardır.
Çiftçi Yûnus
Yûnus
Emre’nin çiftçiliği konusu, Hacı Bektaş Vilâyetnâmesi’nde[54]
geçer. Bir kıtlık döneminde Yûnus Emre, bir yük alıç ile buğday vermesi için
Hacı Bektaş Veli’ye gider. Hacı Bektaş Veli de alıç karşılığında Yûnus Emre’ye
halifeleri aracılığıyla nefes vermeyi teklif eder. Yûnus Emre, buğdayı tercih
eder. Ancak köye dönüş yolunda ne kaybettiğini anlar ve geri varır. Ama Hacı
Bektaş, Yûnus’u Tapduk Emre’ye gönderir[55].
Bu
menkıbe, “metin, içerik tutarsızlık”, “zayıf kaynak oluşu” ve “Yûnus Emre’nin
düşünce ve öğretileriyle örtüşmemesi” gibi belli başlı özelliklerinden dolayı
güvensiz, şüpheli ve zayıf bir metindir. Öncelikle menkıbe kendi içinde
tutarsız ve çelişkilidir. Yûnus Emre, Hacı Bektaş Velî’yi ziyaret etmesine ve
önünde hiçbir engel olmamasına rağmen onunla doğrudan, yüz yüze, görüşemeyip
dervişleri aracılığıyla iletişim kurmaktadır. İkinci olarak Vilâyetnâme,
Hacı Bektaş Velî’den 340, Yûnus Emre’den 285 yıl kadar sonra ve üstelik derleme
yoluyla yazılmıştır. Yani Firdevs-i Tavlî’nin kendi döneminde halk ağzından
derlenmiş bir sözlü kültür çalışmasıdır. Bu yönüyle de teknik olarak Vilâyetnâme
ikincil kaynak bile değildir. Üçüncüsü ve çok önemlidir, menkıbenin
merkezinde yer alan -sözde saflığı, doğallığı temsil eden- “alıç”, Yûnus
Emre’nin hiçbir şiirinde geçmez. O zaman Yûnus Emre’yi Hacı Bektaş Velî ve
alıçla ilintileyerek yapılmış çalışmalar, gerçek ve doğru bir zemine
yerleştirilmediğinden bilimsel olmamaktadır. Dördüncü olarak Yûnus Emre,
şiirlerinde birçok peygamber, mutasavvıftan Hipokrat’a kadar birçok önemli
kişiliğe değinirken Hacı Bektaş Velî’den hiç ama hiçbir şekilde söz etmez.
Müftü Yûnus
Yûnus Emre’nin mesleğine dair ikinci bir görüş
de müftülüğüdür. Yûnus Emre’nin müftü olduğuna dair en önemli
kaynak ise İbrahim Has’ın Tezkiretü’l-Has’tır[56].
Halvetî Şabanîlerin önemli kişilerinden İbrahim Has’ın yazdığı Tezkiretü’l-Has’ta
iki adet Yûnus Emre menkıbesi[57]
vardır. Bu menkıbeleri İbrahim Has’ın Şeyh Üftâde’nin Vakı’at’ından[58]
aldığı belirtilmektedir.
İlk menkıbede[59]
Yûnus Emre zâhiri ilimde derin ve ileri bir müftü olarak tanıtılır.
İkinci menkıbede[60] Yûnus Emre yine Tapduk
Emre’nin dervişidir. Tapduk Emre’ye derviş olmadan önce müftü olduğundan yine
söz edilir. Bu menkıbede Yûnus Emre bir sakadır. Bu menkıbelerde üç önemli
sorun vardır. Öncelikle 1752 tarihli Tezkiretü’l-Has, Yûnus Emre’den çok
çok sonraları yazılmış zayıf bir kaynaktır. İkinci önemli özellik de menkıbenin
sonunda verilen Yûnus Emre’nin ve Tapduk Emre’nin Bursa’da yattığına dair -ne
geçmişte ne de bugün kabul görmeyen- bilgi, bu menkıbenin ne kadar zayıf,
gerçeklikten uzak ve bir kurgu olduğunu göstermektedir. Üçüncü önemli özellik
ise şiirlerinde Yûnus Emre’nin müftü olduğuna dair hiçbir iz, işaret
yoktur. Tersine Yunus Emre’nin müftü, müderris kimliğine ağır eleştirisi
vardır.
Kirişçi Yûnus Emre
Yûnus
Emre’nin kimsenin itiraz etmeyeceği bir mesleği olacak, o meslek bir şiirinde
geçecek, arşiv belgelerinde yazılı olacak bir de yer adı olarak bulunacak ama
hiç bilinmeyecek! O mesleğin adı tamı tamına kirişçilik!
Kirişçi Baba diye meşhur Yûnus Emre
Tapu
Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyûd-ı Kadîm Arşivi’ndeki Yûnus Emre Vakfiyesi’nin “Vakf-ı
Zâviye-i Yûnus Emre ibn-i İsmail el-meşhur bi Kirişçi Baba der nefs-i
Larende” biçimindeki vakıf kaydında[61]
Yûnus Emre; “Kirişçi Baba diye meşhur İsmail oğlu Yûnus Emre” olarak
tanımlanmıştır. Vakfiye metnine göre Yûnus Emre’nin bir lakabı vardır ve o
lakap ile çok tanındığı, “el-meşhur bi Kirişçi Baba (Kirişçi Baba
diye meşhur)” ifadelerinden anlaşılmaktadır. Bu vakfiye, hiçbir belgeye ya da
kaynağa ihtiyaç duyurmaksızın Yûnus Emre’nin mesleğinin “kirişçilik”
olduğunu tescillemektedir. Üstelik kendi zamanında ve çok sonrasında Yûnus Emre
Kirişçi Baba olarak ünlenmiştir. Yûnus Emre Camisi’nin bulunduğu mahalle, Karamanoğulları
döneminden günümüze Kirişçi Mahallesi/Kirişçi Baba Mahallesi olarak
gelmiştir.
Yunus Emre’nin kiriş şiiri
Osmanlı
Arşivi belgeleri onu kirişçi gösterirken Yûnus Emre, kendisini kirişçi olarak onaylıyor
mu? Çok ilginçtir, Yûnus Emre Kopuz ya da Kiriş adındaki
şiirinde[62] kendisini kirişçi olarak
dünyaya ilan eder. 13 beyit olan şiirin 1., 2., 3., 4., 6., 7. ve 13. beyitlerinde
kirişin yapımı ve kirişçilik mesleği çeşitli söz sanatları eşliğinde anlatılır.
Birinci
beyit:
iy
kopuzıla çeşte aslun nedürem işde
sana su’âl soraram eydivir bana üşde
Yûnus
Emre, kopuz ve çeşteye seslenerek onlara asıllarını sorar.
İkinci
beyit:
eydür ki aslum agaç koyun
kirişi bir kaç
gel ‘işretüm dinle geç ‘aklı koma beleşde
Bu
beyitte intak sanatıyla konuşturulan çeşte ve kopuz, asıllarının ağaç ve koyun
kirişi olduğunu söyler.
Kiriş, bazı sazlarda kullanılan,
hayvan bağırsağı veya sinirinden yapılmış tel, telli çalgı, ok yayının iki ucu arasına gerilen esnek bağ gibi temel anlamlara
gelmektedir[63].
Divânü Lügati’Türk’te “yay kirişi” anlamında yine “kiriş”[64] adıyla
geçer. Germek anlamında “ger-/ker-” köküyle[65]
bağlantılı olduğu sanılmaktadır. Bugün ameliyatlarda kullanılan catgüt ile
kiriş aynı şeydir.
Üçüncü
beyit:
eydürler bana harâm ben
ugrulık degülem
çünki aslum mismildür ne varmış kirişde
Burada halkın kirişi ve kirişçiyi ayıpladığı, hafife aldığı
anlatılmaktadır. Yunus Emre “eydürler bana” sözlerinde kinaye yaparak, hem
kirişi hem de kendisini ifade eder. Devamında halkın anlayışına itiraz edip
ince bağırsaktan yapılan kirişin temiz ve helal olduğunu açıklar. “çünki
aslum mismildür ne varmış kirişde” dizesinde Yûnus Emre hiçbir söz sanatı
kullanılmamıştır. Burası doğrudan bir anlatımdır, bir açıklama ve kesin bir
bilgidir. Dolayısıyla bu dizede Yûnus Emre, ayan beyan dosdoğruca kendisini “kirişçi”
ilan etmektedir.
Dördüncü beyit:
bana kiriş didiler ‘ışka
giriş didiler
benüm adum ‘ışk virdi ben durmazam kulmaşda
Yûnus Emre önceki beyitte söylediği gibi kirişçi
olduğunu perçinleyerek söylemektedir.
Altıncı beyit:
agaç deri dirildi kirişile
bir oldı
‘ışk denizine taldı bahâne yok bu işde
Yûnus Emre, hiçbir söz sanatına ihtiyaç
duymadan ağaçtan yapılan bir saza kiriş gerildiğini anlatıyor.
Yedinci beyit:
Mevlânâ sohbetinde sâzıla işret oldı
‘ârif ma‘nîye taldı çün biledür ferişte
Yûnus
Emre asıl sürprizi yedinci beyitte yapar. Önceki beyitte aşka, sevgiye
bağladığı sazı ve kirişi bu sefer bir aşk pîri Mevlâna ile ilişkilendirdi. Mevlânâ
aynı zamanda bir rebap düşkünüdür. Yunus Emre de “sazıla işret” ifadesiyle
dolaylı biçimde Mevlana’nın rebabında kendi yaptığı kirişin olduğunu ima
etmesidir. Buradan Yûnus Emre’nin
yaptığı kirişlerin çok kaliteli olduğu ve Mevlânâ’ca da özellikle tercih
edildiği yorumu yapılabilir.
Gezileri
Yûnus
Emre’nin en çok tanındığı yönü tabi ki, gezginliğidir. Eli değnekli omuzu heybeli sürekli
gezer Yûnus Emre tipi; sözlü kültürün de etkisiyle toplumsal hafızanın iyi ve
mülayim karakterine itirazsız oturmaktadır. Yunus Emre’nin gezilerine dair iki
önemli sorun; gezilerine başlama yaşı ile nerelere gezi yaptığıdır.
Kendi
iradesi ile gezilere çıkabilmesi için 20’li yaşların hemen öncesi ya da
başlarında olmalıdır. Ölüm tarihi 1273 olan Mevlana’yı sağlığında görmesinden
Yûnus Emre’nin en geç 30’lu yaşlarda
gezilere başladığı sonucu ortaya çıkmaktadır.
En
sık uğradığı şehir, Konya’dır. Bir şiirinde minareleriyle[66] bir
başka şiirinde de orada yatan iki önemli kişi ile ilişkili Konya’dan söz
eder[67]. Mevlânâ’dan
söz edip Konya’dan söz etmediği şiirlerde de Konya’ya geldiği ve onu
gördüğü kabul edilebilir[68].
Yûnus
Emre bir başka şiirinde ise yedi şehri[69] Kayseri,
Sivas, Tebrîz, Nahcivan, Maraş, Şiraz ve Bağdat’ı
gruplaması şaşırtıcı olsa doğaldır. Çünkü bu şehirler döneminin önemli ilim,
eğitim, ticaret ve kültür şehirleri olup Orta Anadolu’dan çıkınca Tebriz’e
ulaşmak için Sivas, Kayseri, Maraş, Nahcivan hattı en iyi güzergâhtır. Bu
hattın en altında ise günümüzün de çok önemli tarihi ve kültür şehirleri olan
Bağdat ve Şiraz bulunmaktadır. Yûnus Emre buraları nasıl gezdiğini; bir başka
şiirinde hem yolculuk yapma zamanı hem de yolculuk yönüne[70]
değinerek anlatır. Buna göre Yûnus Emre kış mevsimi gelince Rum (Anadolu)’a
gelip kışlamakta; bahar ve yaz aylarında geldiği yere geri göçmektedir. Bahar
ve yaz aylarında geri döndüğü bölgenin İran ve Azerbaycan olduğu genel kabul
görmüştür.
İki şiirinde Geyikli’nin Hasan’a[71]
samimice değinmesinden Anadolu’nun batısına uğrak verdiği görülmektedir. “Geyiklü
Baba bize bir kez nazar kılâldan” ifadesine göre de Geyikli Baba yani
Geyikli Hasan ile Bursa taraflarında görüşüp bir hayli vakit geçirdiği ve
onunla istişaresi olduğu söylenebilir.
Anadolu’da birçok makam ya da mezar yerinin
olmasından Anadolu’nun her yerini karış karış gezdiği günümüzde kabul gören
gerçektir.
Şiirlerinde bir kez sözünü ettiği Sarı Saltuk ya da Saltuk
Baba[72]
ile Yûnus Emre’nin görüşüp görüşmediği ayrı bir tartışma konusudur.
Şu durumda belli başlı
gezdiği şehirler; Konya, Bağdat, Şam, Kayseri, Maraş,
Sivas, Şiraz, Urum, Nahcivan, Tebriz’dir. Ayrıca adlarını söylemese de bu
şehirler arasında uğradığı, gördüğü büyüklü küçüklü yüzlerce yerleşim yeri
olmalıdır.
Buradan
çıkan bir diğer önemli sonuç da Yûnus Emre’nin amaçlı, düzenli ve zamanlı
geziler düzenlediğidir. Bu gezilerinde coğrafyayı, mekanları görmenin dışında
en önemli amaç, tasavvufî ve ilmî anlamda ilgili şehirlerin büyük insanlarını
tanımak, düşünce ve görüşlerinden istifâde etmektir. Ki bu sebepten birçok
mutasavvıf ve düşünürden söz eder.
Eserleri
Toplumsal
hafızada Karacaoğlan gibi doğaçlama, anlık, günlük şiir söyleyen bir Yunus Emre
algısı vardır. Gerçekte Yunus Emre, planlı, programlı, temalı şiirler söyleyip
iki kapak arasına almıştır.
Günümüzde
kabul gören anlayışa göre Yûnus Emre’nin Risâletü’n-Nushiyye ve Divân
olmak üzere iki önemli eseri olsa da her ikisi de tek kitaptadır. Mecmualardakiler
birlike 100’e yakın Yunus Emre Divanı nüshası içinde Risâletü’n-Nushiyye,
Divan’dan ayrı değildir. Tarihte Risâletü’n-Nushiyye ve Divan’ı
ilk ayıran kişi Evliya Çelebi’dir. Evliya Çelebi de Karaman ziyaretinde Yûnus
Emre’ye değinirken “… Turkîce ve tasavvufâne ebyât ve eş’âr
ile afakı meşhûr…”[73]
sözünde “ebyât (beyitler)” ile Risâletü’n-Nushiyye’yi, “eş’âr (şiirler)”
Divân’ı kastetmiştir. Fuat Köprülü’den itibaren Yûnus Emre’nin yazılı
eserleri Risâletü’n-Nushiyye ve Divân adıyla tanımlanmıştır[74].
Nüshalar,
yazıldıkları dönem, hat, kâğıt, şiir sayıları, şiir düzeni gibi özellikleriyle,
farklılıklar gösterir. Bu durumda, Yûnus Emre Divanı nüshalarından özgünü ve en
doğrusu sorunu önemli bir araştırma konusudur. Sağlamlık, tamlık, eskilik gibi
özellikler dikkate alındığında Yûnus Emre Divanları içinde Karaman Nüshası ile
Fatih Nüshası bir adım öne çıkar.
Tematik
bakıldığında Risâletü’n-Nushiyye, insanın hamlık dönemine karşılık
gelirken divan şiirleri olgunluk dönemini kapsar. Risâletü’n-Nushiyye
mesnevi türünde bir şiirdir. Başlangıcındaki 13 beyitten sonra üç sayfa kadar
nesir bölüm devam eder. Sonrasında oluşturulan destanlarla Risâletü’n-Nushiyye
600’e yakın beyittir.
Nüshadan
nüshaya fark etmekle beraber Divân’da da 250 kadar şiir bulunmaktadır.
Bu şiirlerin tamamı ilâhî diye adlandırılsa da nat, münacaat, kaside, gazide,
şathiye özelliği gösteren şiirler tespit edilmiştir.
Yaşlılığı
Yûnus Emre, nedense gerek menkıbelerde
gerek portrelerinde hep genç biri olarak betimlenir. Oysa 80 yıl yaşayan Yûnus
Emre, ömrünün son dörtte birinde yaşlıdır. Bir arşiv belgesi ve şiirleri
dışında, yaşlılığına dair hiçbir rivâyet yoktur. Dört şiirinde yaşlılığına
değindiği tespit edilmiştir.
iki kişi söyleşür Yûnus’ı görsem diyü
biri eydür ben gördüm bir ‘âşık kocayımış[75]
Yaşlılığında
artık çok tanınan ve önemli bir kişidir. Şiirleri aracılığı ile ünü her yere
yayılmıştır. Hem şiirleri hem de kendisi dilden dile de dolaşmaktadır. Bu
dönemde Yûnus Emre âşık koca lakabıyla nitelenmektedir. İnsanlar
onu tanımak ve onunla tanışmaya can atmaktadır.
‘Âşık Yûnus sözlerin muhâl diyü söylemez
ma‘nî yüzin gösterür bu şâ‘irler kocası[76]
Yaşlılığında
Yûnus Emre, hayatı, varlığı, gerçeği derinlemesine bilen erdemli bir insandır. Artık
onun için dil ile konuşmak, söz ile ifade boşunadır. Manaya gösteecek biçimde tavırlar
takınıp davranışlar gösteren biridir. Çünkü o, artık şairlerin büyüğü, sultanı
anlamında şairler kocası sıfatına uygun biridir.
niçeler eydür Yûnus’a kocaldun ‘ışkı kogıl
‘ışk bize yinile degdi henüz turvandadur[77]
Yûnus
Emre’de aşk, o kadar coşkulu ki insanlar ona “artık yaşlandın bırak bu
halleri!” demekte; o da onlara “aşkın her an bir tazelenme olduğunu ve onda
bir takvim ya da yıl, ay olmadığını, dolayısıyla aşkta eskime, yavaşlama bitme
olmayacağını” söylemektedir.
Yunus
Emre’nin yaşlılık dönemi, arşiv belgelerine girmiştir. Ölümüne yakın, Karamanoğulları Beyi
Bedreddin İbrahim Bey’den zaviyesine vakfetmek için arazi satın almıştır.
Ölümünden sonra mal varlığı oğlu İsmail’e geçmiş, oğlu İsmail de arazi satın
almaya devam etmiştir[78]. Karamanoğlu Beyi Bedreddin
İbrahim’in tahta geçiş tarihi 1318’dir. 1318 de Yunus Emre’nin son yıllarına denk
düşmektedir.
Ölümü
Doğumu
konusunda da değinildiği üzere Yunus Emre’nin ölüm tarihi üzerine yerli ve
yabancı birçok ilim adamı ve araştırmacı kafa yordu, birtakım tahminlerde
bulundu. Adnan Erzi’nin Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde bulduğu Mecmua’ya[79] dayanarak yayımladığı
makaledeki[80] not, bugün herkes
tarafından Yûnus Emre’nin ölüm tarihi olarak
uzlaşı ile kabul edilmiştir. O not şöyledir:
vefât-ı
Yûnus Emre
müddet-i
ömr 82
sene 720
Bu
bilgilere göre Yûnus Emre; Hicrî 638 Milâdî 1240
yılında doğmuş ve Hicrî 720 Milâdî 1320 yılında vefat etmiştir. Hicrî takvime
göre 82 yıl, Milâdî takvime göre 79 yıldan biraz fazla 80 yıla daha yakın yıl
bir ömür sürmüştür.
Mezarı
16
ve 17. yylarda yazılmış Vilâyetnâme ve Şâkâikü’n-Numaniye gibi
ikincil kaynaklarda geçen Yûnus Emre’nin mezar yerine dair bilgilerin maalesef
sahada karşılığı yoktur, ispata muhtaçtır. Daha açık söylenirse o kaynaklarda
verilen bilgiye göre söz konusu yerlerde bir Yûnus Emre mezarı, bir Yûnus Emre
türbesi, bir Yûnus Emre tekke ve camisi olmalıdır. Yine Yûnus Emre, Vilâyetnâme
ve Şâkâikü’n-Numaniye’nin işaret ettiği yerde yatıyorsa mutlaka orada
olduğuna dair bir söz, bir cümleden çok daha fazlası; olay, mekân, kişi
kayıtlarını içerir mezar taşı, tarihi eser, arşiv belgesi de vb. kaynaklar da
bulunmalıdır. Hepsi bir yana sözü geçen yerlerde Yûnus Emre’nin divanı da
yoktur. Dolayısıyla Vilâyetnâme ve Şâkâikü’n-Numaniye’deki Yûnus
Emre bilgileri, bir rivâyet yani söylenti ve duyuma dayalı içi boş cümledir.
Yûnus
Emre’nin mezar yeri konusunda tarihten iki büyük tanık vardır. 1672 yılında
Karaman’ı ziyaret eden Evliya Çelebi, Yûnus Emre’nin Karaman’da yattığına; şu
sözlerle tanıklık etmiştir[81].
“Ve Kirişçi Baba Camii’nde Yûnus Emrem Hazretleri merkadi, Türkîce tasavvufane ebyat
eş’ar ilâhîyat-ı meşhur-u afaktır.”
Şimdiye
kadar hiçbir araştırmacı, hiçbir yazarın ayrıntıları göremediği bu notta, Evliya
Çelebi’nin son derece bilinçlice seçip titizce kullandığı her bir kelime; yer,
kişi, kavram ve terim içerikli bilgilerdir[82].
Vilâyetname ve Şakaikü’ün-Numaniye’deki Yunus Emre bilgileri oturduk yerden
yazılmış iken Evliya Çelebi, bu notu bizzat yerinde görerek yazmıştır.
Yunus
Emre’nin tarihteki en büyük tanığı ise Osmanlı Devleti’dir. Osmanlı Devleti,
hükmü altına aldığı yerlerdeki tüm arazileri, vakıfları, mahalle biriminde tüm
şehirleri kayıtları altına almıştır. Yunus Emre’yi kaydettiği tek şehir ise
Karaman’dır[83]. Osmanlı Devleti’nin Karaman merkezli Yunus Emre kayıtları 1474
yılından itibaren başlar. Hepsi de Yunus Emre, Yunus Emre Camii, Zaviyesi ve
Türbesi ile ilgilidir.
Yine
vilayet salnamelerinden sadece Vilâyet-i Sâlnâme-i Konya, Yunus Emre’nin
mezar ve türbesine dair bilgi verir. Salname kayıtlar şu yönden çok önemlidir
ki, ilgili vilayetin tüm yerleşim birimlerindeki tüm önemli tarihi ve büyük
kişilerin yattığı yerin bilgisini mutlaka vermiştir.
Yunus
Emre, Karaman’daki sözlü kültür içinde de yaşamıştır. Durmuş Ali Gülcan,
özellikle 19. yy’da Karaman halkı arasında dolaşan Yûnus Emre’yle ilgili rüya,
hatıra ve menkıbe biçimindeki birçok sözlü kültür birikimini Yûnus Emre
kitabında toplamıştır[84].
1920’lerde Karaman’da öğretmenlik yapan Sapancalı Hasan Hüsnü de Karaman
halkının Yûnus Emre hakkındaki aktardığı rivayetleri 1922 yılında hazırladığı Karaman
Tarihi adlı defterde[85]
yazmıştır. Yine Süheyl Ünver, 1961 ve 1966 yıllarında geldiği Karaman’da Yûnus
Emre’yle ilgili mekân, sözlü kültür, belge tespitleri yapmış ve bunları
Karaman’a dair tuttuğu defterlerde kayıt altına almıştır[86].
Bu
noktada arşiv belgelerinde Karaman’da bir Yûnus Emre Zâviyesi geçecek,
Karaman’da bir Yûnus Emre Camii olacak, üstelik hazîresinde Yûnus Emre dönemi
mezar taşları olacak, bunların hepsi bir yana Yunus Emre’nin divanının en eski
nüshası da Karaman’da olacak ama Yûnus Emre bir başka yerde yatacak! Bu pek
mümkün görülmüyor. Yûnus Emre adına mezar, cami, vakıf, tekke, türbe, mezar ve
arşiv kayıtları olan tek şehir Karaman’dır. Belgelere bütüncül ve tarafsız
gözle bakınca Yûnus Emre ve mezarı konusundaki tartışmaların ne kadar gereksiz
ve yersiz olduğu görülmektedir.
Kaynaklar
Abdülbaki Gölpınarlı, Yunus
Emre Divanı, 1943
Adnan Erzi, “Yunus
Emre’nin hayatı hakkında bir vesika”, Belleten, C XIV, Ankara 1950,
s. 85-88
Ahmet Yaşar
Ocak, “Haydar Baba”, TDV İA, C 5, TDV Yayınları, İstanbul 1992, s. 61,62
Ayverdi, İlhan, “kiriş”, Kubbealtı
Lugatim, lugatim.com/s/kiri%C5%9F, 14/10/2020
Burhan Toprak, Yunus Emre
Divanı, 1933
Cahit Öztelli, Belgelerle
Yunus Emre, Karaman Turizm ve Tanıtma Derneği, İstanbul 1977
Durmuş Ali Gülcan, Yunus
Emre'nin Kökeni ve Yöresi, KGRT Yayınları
Ebülhayr Rûmî, Saltuknâme (Yay.
Fahir İz), Harvard 1975
Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi,
Mf. V, C 9, İstanbul 1935
Fuat Köprülü, Türk Edebiyatı’nda İlk
Mutasavvıflar, Ankara 1981
Hacı
Bektaş Veli, Manakıb-ı Hacı Bektaş Veli “Vilâyet- Nâme”, (Haz.)
Gölpınarlı, Abdülbaki, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1958
Hacı Bektaş Velî, Menâkıb-ı
Hacı Bektaş Velî, Haz. Esat Korkmaz, Can Yayınları, İstanbul, 2006
Haşim Şahin, “Tapduk Emre”, TDV
İA, C 40, TDV Yayınları, İstanbul 2011, s. 12-13
Hüdai Aziz Mahmud Efendi,
Vakı’at, Atıf Efendi Yazma Eser Kütüphanesi, No: 1518
İ. Hulusi Güngör, Devlet Arşivlerinde Yunus Emre ile
İlgili Belgelerin Ortaya Koyduğu Gerçekler, VIII Vakıf Haftası Kitabı,
Ankara 1991, s. 35-81
İbrahim Hakkı Konyalı, Karaman Tarihi, Baha Matbaası, İstanbul
1967
İbrahim Has, Tezikiretü’l-Has,
H 1165 (M 1752), Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmut Koleksiyonu 4541
Kaşgarlı Mahmûd, Divânü
Lügati’t-Türk Tercümesi I, Çev. Besim Atalay, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara 1985
Kaşgarlı Mahmûd, Divânü
Lügati’t-Türk Tercümesi II, Çev. Besim Atalay, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara 1985
Kaşgarlı Mahmûd, Divânü
Lügati’t-Türk Tercümesi III, Çev. Besim Atalay, Türk Dil Kurumu Yayınları,
Ankara 1985
Konya
Tapu Tahrir Defteri 0455, Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi,
1518, s. 219, 220
Machiel Kiel, “Sarı Saltuk”, TDV
İA, C 36, TDV Yayınları, İstanbul 2009, s. 157
Mecmua,
Beyazıt Yazma Eserler Kütüphanesi, No: 7912
Nişânyan, Sevan, “kiriş”, Nişanyan
Sözlük, https://www.nisanyansozluk.com/?k=kiri%C5%9F, 14/10/2020
Ömer Lütfi Barkan, Kolonizatör
Türk Dervişleri, Vakıflar Dergisi, S. 2, Ankara 1941
Sapancalı Hasan Hüsnü, Karaman Ahvâl-i
İctimâ’iye, Cografiye ve Târîhiyyesi Birinci Kitap, Süleymaniye Yazma
Eserler Kütüphanesi, İhsan Mahvi Koleksiyonu No: 76, Karaman 1922
Sedat Kardaş, Hacı Bektaş
Veli’nin Manzum Velayetnamesi, Grafiker Yayınları, Ankara 2018
Süheyl Ünver, Karaman
Defteri, 1966, Süleymaniye Kütüphanesi, Süheyl Ünver Bağışı No: 739
Süheyl Ünver, Konya ve
Karaman Defteri, 1961, Süleymaniye Kütüphanesi, Süheyl Ünver Bağışı No:
733
Şehabettin Tekindağ, Karaman,
İslâm Ansiklopedisi, 6. Cilt, Ankara 1977
TDK, “kiriş”, TDK Sözlükleri, https://sozluk.gov.tr/,
14/10/2020 https://www.nisanyansozluk.com/?k=kiri%C5%9F,
E.T. : 14/10/2020
Wikipedia, “Olcaytu”, Wikipedia, https://tr.wikipedia.org/wiki/Olcaytu, 16/09/2020, E.T.:
16/09/2020
Yunus
Emre, Divân-ı Yûnus Emre Bursa Nüshası, Bursa
İnebey Yazma Eserler Kütüphanesi No: 882
Yunus
Emre, Divân-ı Yûnus Emre Fatih Nüshası, Süleymaniye Kütüphanesi Fatih
Kitaplığı No: 3899
Yunus
Emre, Divan-ı Yûnus Emre Karaman Nüshası, Milli Kütüphane, MFA No:
A-4764
Yunus
Emre, Divân-ı Yûnus Emre Nuruosmaniye Nüshası Nuruosmaniye Kütüphanesi,
No: 4904
* yusufxyildirim@gmail.com,
ORCİD
0000-0001-7417-8459
[1] Ömer Lütfi Barkan, Kolonizatör Türk
Dervişleri, Vakıflar Dergisi, S. 2, Ankara 1941, s. 333
[2] Konya Tapu Tahrir Defteri 0455,
Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, 1518, s. 219, 220
[3] A.g.b. s. 219, 220
[4] İbrahim Hakkı Konyalı, Karaman Tarihi,
İstanbul 1967, s. 373’te yayınladığı Yunus Emre Zâviyesi vakfiyesine göre Yunus
Emre’nin babasının adı açık ve kesin biçimde İsmail’dir.
[5] Konya Tapu
Tahrir Defteri 0455, Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, 1518, s.
219
[6] A.g.b. s. 219
[7] A.g.b. s. 219
[8] A.g.b. s. 220
[9] Şehabettin Tekindağ, Karaman, İslâm
Ansiklopedisi, 6. Cilt, Ankara 1977, s. 310
[10] Fuad Köprülü, Türk
Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar, İstanbul 1976, s. 270-271
[11] Burhan Toprak, Yunus Emre Divanı, 1933,
s. 14
[12] Abdülbaki Gölpınarlı, Yunus Emre Divanı,
1943, s.384-386
[13] Cahit Öztelli, Belgelerle Yunus Emre,
Karaman Turizm ve Tanıtma Derneği, İstanbul 1977, s. 6
[14] Adnan Erzi, “Yunus Emre’nin hayatı hakkında
bir vesika”, Belleten, C XIV, Ankara 1950, s. 85-88
[15] Mecmua, Beyazıt Yazma Eserler
Kütüphanesi, No: 7912, s. 38b
[16] Mecmua, Beyazıt Yazma Eserler
Kütüphanesi, No: 7912, s. 37a-38b ve ilgili sayalar.
[17] Risâletü’n-Nushiyye’nin telif tarihi Karaman
Nüshası’nda Hicrî 700 Milâdî 1300, Fatih Nüshası’na göre göre Hicri 707
Milâdî 1307 yılıdır. Fatih Nüshası’na göre en az 200 yıl önce yazılmış olan
Karaman Nüshası’nın bilgileri bize göre daha muteberdir.
[18] Konya Tapu Tahrir Defteri 0455, Devlet
Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, 1518, s. 220
[19] Bakınız: Divân-ı Yûnus Emre Fatih Nüshası,
Süleymaniye Kütüphanesi Fatih Kitaplığı No: 3899, s. 145b; Divân-ı Yûnus
Emre Yahya Efendi Nüshası, Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmud Efendi, No:
3480; Divân-ı Yûnus Emre Nuruosmaniye Nüshası, Nuruosmaniye Kütüphanesi,
No: 4904, s. 171b,
[20] Divân-ı Yûnus Emre Fatih Nüshası,
Süleymaniye Kütüphanesi Fatih Kitaplığı No: 3899, s. 145b
[21] İlgili beyit:
bunda dahı virdün bize ogul u kız çift ü helâl
andan
dahı geçdi arzûm benüm âhum dîdâriçün
Divân-ı Yûnus Emre Nuruosmaniye Nüshası s. 171b
[22] İbrahim Hakkı Konyalı, Karaman Tarihi,
İstanbul 1967, s. 373
[23] Konyalı, a.g.e., s. 373; İ. Hulusi Güngör, Devlet
Arşivlerinde Yunus Emre ile İlgili Belgelerin Ortaya
Koyduğu Gerçekler, VIII Vakıf Haftası Kitabı, Ankara 1991, s.
35-81
[24] Konya Tapu Tahrir Defteri 0455, Devlet
Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, 1518, s. 220
İlgili bölüm metni şöyledir:
“ammâ Yirce nâm yeri bu cemâatden Yûnus Emre
Karaman oğlu İbrâhim Beg’den satun almış elinde mülknâmesi vardır Yûnus Emre
fevt olub evlâdına intikâl eylemişdir”
[25] Şehzâdenin kim olduğu belgede açıkça
söylenmemiş.
[26] A.g.e., s. 220
İlgili
bölüm metni şöyledir:
“… bunlardan gayrı Karacalar Kuyusu ve Deve
Kuyusu ve iki sulu kuyu bunlar İsma’îl bin Yûnus Emre şehzâdeden tapulayub alub
kendüye yurd eylemişdir elinde temessük vardır.”
[27] Karaman Nüshası, s. 105b, 120a; Fâtih
Nüshası, s. 84b, 93b, 135a, 170a; Yahya Efendi Nüshası, s. 30a, 57b,
63b; Nuruosmaniye Nüshası, s. 195b
[28] Karaman Nüshası, s. 105b; Fâtih Nüshası,
s. 135a; Yahya Efendi Nüshası, s. 57b; Nuruosmaniye Nüshası, s.
195b
[29] Divân-ı Yûnus Emre Bursa Nüshası, s.
28b
iy Yûnus Emre tıfl iken hîç nesneyi fehm itmedin
cümle ‘ulûmı keşf idüp bildürüp ögrenden nedür
[30] A.g.e.,
s. 54b
Yûnus Tabdug’ıla Saltuk’dan irmişdür nasîb
cûşa gelicek gönül ben nicesi
penhân olam
[31] Divân-ı Yûnus Emre Fatih Nüshası, s.
136b
Yûnus’a Tapdug u Saltug
u Barak’dandur nasîb
çün gönülden cûş kıldı ben
niçe pinhân alam
[32] Ahmet Yaşar Ocak,
“Haydar Baba”, TDV İA, C 5, TDV Yayınları, İstanbul 1992, s. 61,62
[33] A.g.m, s. 61,62
[34] “Olcaytu”, Wikipedia, https://tr.wikipedia.org/wiki/Olcaytu, 16/09/2020, E.T.:
16/09/2020
[35] Ahmet Yaşar Ocak,
a.g.m. s. 61,62
[36] Ebülhayr Rûmî, Saltuknâme (Yay.
Fahir İz), Harvard 1975, vr. 302a-304a
[37] Haşim Şahin, “Tapduk Emre”, TDV İA, C
40, TDV Yayınları, İstanbul 2011, s. 12-13
[38] Divân-ı Yûnus Emre Karaman Nüshası, s.
54b
[39] Machiel Kiel, “Sarı Saltuk”, TDV İA, C
36, TDV Yayınları, İstanbul 2009, s. 157
[40] A.g.m., s. 157-160
[41] A.g.m., s. 157-160
[42] A.g.m,, s. 157-160
[43] Daha fazla bilgi için: Haşim Şahin, “Tapduk
Emre”, TDV İA, C 40, TDV Yayınları, İstanbul 2011, s. 12-13
[44] Divân-ı
Yûnus Emre Karaman Nüshası, s. 107a
[45] Fatih
Nüshası, s. 68a, T. 8b; Nuruosmaniye Nüshası, s. 191b; Yahya
Efendi Nüshası, s. 28a
[46] Divân-ı
Yûnus Emre Karaman Nüshası, s. 91a
[47] A.g.e., s. 102a
[48] Fatih
Nüshası, s. 99b
[49] Divân-ı
Yûnus Emre Karaman Nüshası, 191a; Fatih Nüshası, s. 94a; Yahya
Efendi Nüshası, s. 42b
[50] A.g.e,
s. 67b
[51] Bursa
Nüshası, s. 27br
[52] Fatih
Nüshası, s. 86a , 134b; Yahya Efendi Nüshası, s. 64b; Nuruosmaniye
Nüshası, s. 180b
[53] Divân-ı
Yûnus Emre Karaman Nüshası, 203a, 205a
[54] Bakınız: Manakıb-ı Hacı Bektaş Veli “Vilâyet-
Nâme”, (Haz.) Abdülbaki Gölpınarlı, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1958, s. 48,
49; Hacı Bektaş Velî, Menâkıb-ı Hacı Bektaş Velî, Haz. Esat Korkmaz, Can
Yayınları, İstanbul, 2006, s. 93, 94; Sedat Kardaş, Hacı Bektaş Veli’nin
Manzum Velayetnamesi, Grafiker Yayınları, Ankara 2018, s. 92, 104, 105,
106, 376, 381
[55] Abdülbaki
Gölpınarlı’nın 1958 yılında hazırladığı Manakıb-ı Hacı Bektaş Veli “Vilâyet-
Nâme” adlı eser s. 48-49.
[56] İbrahim Has, Tezikiretü’l-Has, H 1165
(M 1752), Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmut Koleksiyonu 4541
[57] İbrahim Has, A.g.e., s. 38, 168
[58] Hüdai Aziz Mahmud Efendi, Vakı’at, Atıf Efendi
Yazma Eser Kütüphanesi, No: 1518
[59] İbrahim Has, A.g.e.,
s. 38-41
[60] İbrahim
Has, A.g.e., s. 168-170
[61] Konyalı, A.g.e., s. 373; İ. Hulusi Güngör, Devlet
Arşivlerinde Yunus Emre ile İlgili Belgelerin Ortaya
Koyduğu Gerçekler, VIII Vakıf Haftası Kitabı, Ankara 1991, s.
35-81
[62] Divân-ı Yûnus Emre
Fatih Nüshası, Süleymaniye Kütüphanesi Fatih Kitaplığı No: 3899, s. 167b
[63] Ayverdi, İlhan, “kiriş”, Kubbealtı Lugatim,
lugatim.com/s/kiri%C5%9F, 14/10/2020; “kiriş”, Türk Dil Kurumu
Sözlükleri, https://sozluk.gov.tr/,
14/10/2020 https://www.nisanyansozluk.com/?k=kiri%C5%9F,
E.T.: 14/10/2020
[64] Kaşgarlı Mahmûd, Divânü Lügati’t-Türk
Tercümesi I, Çev. Besim Atalay, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1985, s.
198, 370; II, s. 83; III, s. 215
[65] Nişânyan, Sevan, “kiriş”, Nişanyan Sözlük,
https://www.nisanyansozluk.com/?k=kiri%C5%9F, 14/10/2020
[66] Divân-ı
Yûnus Emre Karaman Nüshası, s. 112a
[67] A.g.e. s. 198a
[68] Divân-ı Yûnus Emre Karaman Nüshası, s.
189a
Mevlânâ Hüdâvendigâr bize nazar kılalı
Anun görklü nazarı gönlümüz aynasıdur
[69] Divân-ı Yûnus Emre Yahya Efendi Nüshası,
s. 78a
Kayseri Tebriz ü Sivas
Nahcuvan u Maraş Şiraz
gönül sana Bağdad yakın
‘alemlere divandasın
[70] A.g.e. s. 81b; Divân-ı
Yûnus Emre Fatih Nüshası, s. 160b
indük Rûm'ı kışladuk çok hayr u şer işledük
uş bahâr geldi girü göçdük el-hamdü li'llâh
[71] Divân-ı Yûnus Emre
Karaman Nüshası, s. 127b, 189a
[72] A.g.e., s. 54b
[73] Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi,
Mf. V, C 9, İstanbul 1935, s. 315
[74] Fuat Köprülü, Türk
Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar, Ankara 1981, s. 270-271
[75] Divân-ı Yûnus Emre Karaman Nüshası, s.
163a
[76] A.g.e., s. 58a
[77] Divân-ı Yûnus Emre Fatih Nüshası s.
165a
[78] Konya Tapu Tahrir
Defteri 0455, Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, 1518, s. 220
[79] Mecmua,
Beyazıt Yazma Eserler Kütüphanesi, No: 7912, s. 38b
[80] Erzi, a.g.m, s. 85-88
[81] Evliya
Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Mf. V, C 9, İstanbul 1935,
s. 315
[82] Yusuf
Yıldırım, Evliya Çelebi’nin Yunus Emre notunda
dikkatlerden kaçan ayrıntılar, www.dunyabizim.com, 03/01/2019, E.T.: 26/08/2021
[83]
Konya Tapu Tahrir Defteri
0455, Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, 1518, s. 219, 220;
Konyalı, a.g.e. s. 371-377
[84] Durmuş Ali Gülcan, Yunus Emre'nin Kökeni ve
Yöresi, KGRT Yayınları
[85]
Sapancalı
Hasan Hüsnü, Karaman Ahvâl-i İctimâ’iye, Cografiye ve Târîhiyyesi Birinci
Kitap, Karaman 1922, Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, İhsan Mahvi
Koleksiyonu No: 76, s. 48
[86] Süheyl Ünver, Konya ve Karaman
Defteri, 1961, Süleymaniye Kütüphanesi, Süheyl Ünver Bağışı No: 733; Süheyl
Ünver, Karaman Defteri, 1966, Süleymaniye Kütüphanesi, Süheyl Ünver
Bağışı No: 739
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder