01/05/2022

Kara Düşmüş Yirmi Lira - Öykü

 

Kara Düşmüş Yirmi Lira

Yusuf Yıldırım



İncecikten başlamıştı. Önce parçalı siyah lekeler halindeki yollar, yavaş yavaş beyaza tamamlandı. Hafif rüzgârlı soğuk havanın savurduğu kar taneleri, şiddetlice çarparken yüzü acıtıyordu. Rüzgâr gittikçe hızlanırken kar da lapa lapaya yoğunlaşma eğilimindeydi. Büyük kavşağı atlarken hızlı ve sürekli spiraller çizen kar taneleri, tipi havasına büründü.



Ara sokağın köşesine gelindiğinde bir ilginçlik de hazırda bekliyordu. İkiye katlanmış bir yirmi lira, yarısı kara karılı halde yerde duruyordu. Kuruluğuna bakılırsa birkaç dakika önce düşmüştü. Sahibi, kaybettiğini ya ertesi gün fark edecek ya da hiç aklına bile gelmeyecekti. Bir an bile tereddüt etmedi. Eğildi. İşaret ve orta parmağının uçlarına sıkıştırarak aldı. Cebine bile sokmadan yola devam etti.


Acaba ne yapmalı idi? Yirmi lirayı harcamayı aklının ucundan bile geçirmedi. Onu en uygun, en ihtiyaçlı kişiye ulaştırmak tamamlanması gereken başlıca sorumluluktu. İlk aklına gelen, ilerideki sitenin kapıcısı oldu. Uzaktan da olsa görmüştü. Kulağına gelenlere göre temizdi, saf yürekliydi, sadece işini yapardı. İyiliği, yardımı hak ediyordu. Ama onun ne de olsa düzenli bir maaşı vardı. Yirmi lirayı ne etsin ki? Yirmi lira da olsa daha ihtiyaçlı biri mutlaka vardır…


Komşunun ilkokula giden küçük oğlunu hatırlayıverdi! O, öğretmenine bu parayı verir, öğretmeni de ihtiyaçlı birisine verebileceği gibi sınıf için ortak harcamada kullanıp yirmi lirayı uygunca değerlendirebilirdi. O zaman komşunun oğluna emanet edip bu yirmi lirayı öğretmenine ulaştırmak en iyi seçenek görünüyordu.


Kar, göz açtırmayacak kadar yoğunlaştı, yer, pamuktan bir örtüye dönüştü. Üzerinde minik yığınlar oluşturan kar taneleri, ayakkabıyı, yavaştan ıslatmaya başladı.  Kısmen kayganlaşan yol, demiryolu üzerindeki kambur köprünün ucuyla kesişiyor daha doğrusu orada bitiyordu. Kar yağışından mıdır, taşıt ya da canlı, köprü üzerinde bir tek nesne yok.


Kaymamaya dikkat ederek köprünün yaya yolu tarafından giderken, yaklaşan bir arabanın sesi duyuldu. Gelen, elektrikle çalışan kasası göreceli uzun bir üç tekerlekli idi. Kasasındaki koyun kuzu tersi, serpilmişçesine dağınıktı. Kabini naylonla kapalı idi. Öyle görünüyordu ki, üç tekerlekli, küçük hayvan taşımak için kullanılıyordu. Aynı hizada iken istem dışı biçimde şoför ile göz göze gelindi. Bakımsız olduğu her halinden belli olan esmer mi esmer, sert yüzlü şoför yüreği bölercesine keskin bir bakış atarak geçti gitti.


Elli metre sonra üç tekerlekli yavaşladı ve köprünün tam kamburunda durmaz mı?


Ne diye durmuştu, üç tekerlekli? Olabilecek en kötü şey bu olsa gerekti. Bu soğukta, bu ıssızlıkta, bu tenhada niye durmuştu? Üç tekerleklinin sürücüsü bir de el kol hareketi yapmasın mı? Ne demek istiyordu? Bir şey anlatmak, bir yardım mı istiyordu? Git git, durma dercesine yirmi lirayı tutan el ile yapılan işareti, sürücü anlamadı. Bekliyordu ve ara ara başını çıkarıp yüreği delen o bakışı tekrar ediyordu.


Yan yana geldiler. Bu kez kömür karası o yüzden, bir çift göz ve inci inci dişler parlıyordu. Ne kadar mutlu idi, üç tekerleklinin sürücüsü! Gözlerindeki ışıltı, içindeki mutluluk kıpırtısına tanıklık ediyordu. Belli ki, birisine yardım edecek, bu karda bu soğukta onu evine ulaştıracak ve bir işe yarayacaktı. Bu zavallıcığın kalbi, gökyüzünü kaplayacak bir iyilik ve sevgi taşıyordu.

- Nereye gidiyorsun, götüreyim!

- Ev yakın, sen durma, git!

- Binmeyecek misin, seni götüreyim!       

- Benim evim! (İleride bir yere bakarak ve el ile göstererek.) Benim evim karşıda!...


İşte o anda! Tam o anda… Beklenmedik bir şey oldu. Yalan değil, gerçek bu! O evi işaret eden ve yirmi lirayı iki parmak ucuyla tutan el, esmer yüzlü sert bakışlı ve inci inci dişlerle gülen sürücüye istem dışı uzandı.


Sahi! Bin kez düşünülse, bin kez planlansa akla gelmez bir olay, gerçekleşmek üzereydi. Evet, evet, bu yirmi lirayı bu gariban koyun çobanı kadar kim hak ederdi?


Gariban çoban şaşkındı. Bir yandan paraya bakıyor diğer yandan yayanın bir an evvel arabasına binmesini bekliyordu.


Kararsızdı. Yirmi liraya baktı, kaldı. Almak istercesine hafif eğildi.

-Çoluk çocuğuna kullan e mi?

Bu sesi duyunca tereddütsüzce biraz da mahcubiyetle kendisine uzatılan parayı aldı. Hala şaşkındı. Gözleri yirmi liraya takılı, kalmıştı. Gökyüzünü kaplayacak kadar büyük yüreği, birisine yardım etmek isterken bir yardımla karşı karşıyaydı. Teşekkür etmek istiyor ama hem mahcup hem de şaşkındı. Ne yapacağını bilemedi.


O an, yapması gerekeni yaptı. Üç tekerlekliyi tekrar çalıştırdı ve uzaklaştı. Kar yağışı arasında bir nokta kadar küçülerek gözden kayboldu.

Öyküyü orjinal metni ile okumak için tıklayınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder