01/05/2019

Yunus Emre’nin camisi



Yunus Emre’nin camisi

Yusuf Yıldırım

Şehirlerin bir vitrin mekanları vardır. Kaleler, camiler, parklar, medreseler, çeşmeler! Çağırırlar görkemleriyle güzellikleriyle kendilerine gönül verenlerini. Bir de sakındıkları vardır! Kuytularda, görülmeyi fark edilmeyi bekleyenlere ne demeli. Aramakla bulunmayan arayanların bulabileceği yerdeler.

Yunus Emre Camii de kuytuya, sapaya düşenlerden. Şehrin göbeğindedir de ayak altında değildir. Şehir mi ona sırtını dönmüş o mu şehre sırtını dönmüş anlaşılmaz. Bulunmayı keşfedilmeyi bekler bir hal arz eder. “Kenz-i mahfiyem; ben bir gizli hazineyim!” dercesine kıymetlisini beklercesine saklamış kendisini.

Mekâna saygısızlık had safhayı aşmış.

Caminin çevresine sinir edici ne kadar çirkinlikler varsa yerleştirilmiş. Saygısızca kabaca! Çirkinlik ve kabalık anıtları apartmanlar, camiyi boğmak istercesine yükselmişler. Arabalar talana çıkmışçasına çullanmışlar cami çevresine. Çöp kutuları aymazca hoyratça kıbleye sırıtıyor. Kurum panoları, kutuları caminin önüne geçme yarışına girmiş.

Her şeye rağmen balçık çiçeği gibi Yunus Emre Camii. Güzelliğini göstermek için varlığını korumak için zamana, insanlara ve cahilliğe meydan okuyor.

Dışarıdan minareli, revaklı tek bir yapı gibi görünüyor. Ama burada bir mescid, zikirhane ve türbe var. Ana girişi kuzey cephesinde orta revak altındaki kapıdandır. Bir de batısında minareye bitişik zikirhane kapısı vardır.

Camide Mimar Sinan izleri var!

Mescid ufacık, şirince. Her her bir ögesinde ayrı bir dil yüklü bir taşında ayrı bir mesaj saklı; bakmasını bilene, görebilene. Sıradan bir mimarisi yok. Kare planlı cami, sekiz yığma sütun üzerine bir kubbe yerleştirilerek yapılmış. Mimar Sinan’ın sadece Selimiye’de uyguladığı sekiz sütun üzerine kubbe yerleştirme tekniği günümüze kadar ne taklit edildi ne de kopyalanabildi. Demek ki, Yunus Emre Camii’ne ya Mimar Sinan ya da kalfaları bir el attı.

Mihrap ve pencereler Selçuklu!

Mihrapların içindeki silindirik boşluğun adı niş, nişin üstündeki üçgensel ya da kemerimsi çukurun adı da kavsaradır. Kavsara içindeki prizmal çıkıntılara mukarnas denilmektedir. Yunus Emre Camii genel mimarisiyle Osmanlı görünse de mihrap ve pencereler Selçuklu üslubunda. Mihrap kavasarası dilimli! Oysa Osmanlı mihrap kavsarası mukarnaslıdır. Yunus Emre Camii mihrabında mukarnas yok. Oyma dilimler var. Bu da caminin 13.-14. yy özellikli olduğunu göstermektedir! Yani Yunus Emre dönemi. Kavsara köşeliklerindeki rumi bezeme de Selçuklu. Ama yazık ki mihrabın alt kısmında hiç özgünlük kalmamış. Hayırsever halk 1944 tamiratında mihrap nişini mahvetmiş. Oradaki o güzelim askılı kandil, burma sütunceler, çiçekli kabartmalar kazmayla koparılıp kürekle atılmış. Yerine düpdüz beton sıvanmış.

Sayın hayırseverler! Tarihi camilere hele sanatlı işlenmiş taşlarına sakın ilişmeyin. Betonu sıvamayın, plastiği yapıştırmayın, buralara. Bak çürük dişinin yerine plastik malzeme yaptırıyor musun? Niye plastik zehir, doğal değil. Onun yerine vücuduna en uygun olan porseleni taktırıyorsun. Ama aynı hassasiyeti camide göstermiyorsun. Ne mimariden ne de sanattan anlıyorsunuz. Anlayamıyorsunuz ne kadar anlatılsa da. Sadece yok ediyorsunuz… İlla Yunus Emre’nin mezarından çıkıp gelip “Niçin benim yaptığımı bozuyorsunuz?” demesi mi gerekiyor. Lütfen hassasiyet, lütfen saygı. Yunus’a saygı, kendine saygı, kültürel mirasa saygı.

Caminin pencereleri de öyle bakıp geçmelik değil. Fazla ışık alması için dıştan içe genişliyor. Üstelik üst kenarına estetik kemer verilmiş. Kemere öyle bir şekil verilmiş ki sanırsın bir kubbe. O da dıştan içe genişliyor. Yarım kubbemsi kemer tekniği Mısır’da Tolunoğulları, Konya’da Selçuklular tarafından bol bol kullanılmış. Kemerli üst kenarlarıyla pencereler, kubbeden gelen yuvarlaklığı duvarda devam ettiriyor gibi bir görsel şölen vermektedir. Bu durum da buraya sıradan bir elin değmediğini; mimarın nasıl bir estetik bir güzellik sahibi olduğunu göstermektedir. Bir de mihrabın sağındaki pencerenin sol iç kenar yüzeyindeki kitabe parçası üzerindeki “indellahi’l-İslâm” metni yazılı. Yazı Selçuklu gibi Karamanoğlu gibi. Bu yazının örnekler, Karaman’da 1350’li yıllarda var.

Caminin sağında üç kalın kemerle ayrılmış bir bölüm daha var. Diyeceksin ki, burası da cami. Burası cami değil ne kadar da namaz kılınsa ne kadar da camiyle birleşik görünse. Bak burada kubbe yok. Düz damlı ve kemerler arası sahnlı. Yani burası Selçuklu ve Karamanoğlu dönemi mimarisinde. Burası Zikirhane. Yunus Emre Tekkesi’nin kışlık ya da kapalı tekkesi. Yunus Emre’nin özgün divanı burada yüzyıllarca okundu, dinlendi, açıklandı. Ve Zikirhane’nin her bir taşı, Yunusça ayinler, zikirler çağlıyor hala!.. Görene, bilene, anlayana!

Zikirhane’nin batıdaki iki penceresi bir güneşe ve yanındaki yıldızlara açılı! Tapduk’a Yunus Emre’ye! İlave bilgi, Selçuklularda ve Karamanoğulları’nda hanedan üyeleri, ileri gelenlerin mezarları kendi yaptırdıkları eserlerin ya bitişiğindeki türbeye ya da içerideki bir odaya yapılırdı. Yunus’un türbesi de Zikirhane ile bitişik.

Türbenin girişi batısında. Ufacık kısacık bir kapıdan. İçeride hoş bir koku! Her ne zaman gelsen bu kokuyu duyacaksın, alacaksın. Ne bir mistir o koku ne de parfüm. Ne de başka bir bitki ya da esanstan. O koku Yunus’un bahçesinden geliyor. İnanmayana gelsin bedava. Ve bir titreme alacak seni. O titremeyi ne vücuttan hissedeceksin ne de kalpten. Ruhtan geliyor o titreme, derinden. Derinden de derinden!

En başa yaslanmış Yunus! Tapduk’un sağına! Sonra oğlu İsmail ve kızı da gelmişler. Bir tatlı huzur sarar seni. Çömeliveresiniz gelir hemen köşe başına. Ve hiç kalkmak istemezsin. Bir sohbet başlamıştır, gönülden gönüle.

Hazirenin durumu içler acısı!

Caminin doğusundaki iç köşede mezarlar var. Ancak haziredeki mezar taşlarının durumu sahipsizliğe ve aymazlığa doğrudan tanık. Taşlar hoyratça sere serpe! Bir de aklı evveller mezar taşlarını zeminden bir metre kadar yükseltmiş. Haziredeki en eski tarihli mezar taşı, 1944 tamiratında hayırseverler tarafından son cemaat yerinin penceresine uzun kös yatırılarak lento yapılmış. İster gül ister ağla. Bu mezar taşı 1382 tarihli. Baş taşı da duvarın içine yerleştirilmiş. Şimdi soralım. Bu mezar taşı hadi Yunus Emre’nin soyundan birine ait ise. Hadd bilmek ne yüce erdem! Ya işgüzarlığa ne demeli. Hazirede tarihsiz de olsa biçim ve süsleme özelliklerine göre Yunus Emre dönemi yani 1250-1350 aralığına ait mezar taşları da var. Bu mezar taşlarındaki geometrik ve nesneli motifler 1350 sonrasında tarihte görülmez.

Örneksiz mekân, Yunus Emre Bahçesi

Türkiye’de dikkat edin Karaman’da değil Türkiye’de Yunus Emre ile ilintili hiçbir yerde benzeri bir mekân yok. Yunus Emre Bahçesi mimarisiyle eşsiz. Müdahale edilmemiş zemin eğimine göre verilen sekilerle burası; localı bir sinema ya da tiyatro salonunu andırıyor. Ağaçlandırma ve çiçeklendirmesi de nakış edasında bir hava katmış buraya. Güney batıdaki şiir köşesi de Yunus Emre ile sohbet mekânı gibi. Ben olsam ziyaretçilerin oturabileceği bir sıcaklığa dönüştürürüm burasını.

Dıştan yay gibi çevrelenen bahçenin neresine oturursan kalkasın gelmez saatlerce. Gizemli bir huzur sarar ruhunu. Ve sen zamanda her an buraya ait kılarsın kendini. Dinlendikçe hülya denizinde dalgalar seni alır götürür iklimden iklime.

Ve bir düş perdesi açılır önüne!

Dalga dalga insanların aktığı bir Yunus Emre külliyesi canlanıyor zihnimde. Müzesi, kütüphanesi, araştırma merkezi, imareti kurulmuş bir Yunus Emre Külliyesi.





Özgün metne için aşağıya bakınız:

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder