Yunus Emre’nin camisi
Yusuf Yıldırım
Şehirlerin bir vitrin mekanları vardır. Kaleler, camiler, parklar,
medreseler, çeşmeler! Çağırırlar görkemleriyle güzellikleriyle kendilerine
gönül verenlerini. Bir de sakındıkları vardır! Kuytularda, görülmeyi fark
edilmeyi bekleyenlere ne demeli. Aramakla bulunmayan arayanların bulabileceği
yerdeler.
Yunus Emre Camii de kuytuya, sapaya düşenlerden. Şehrin göbeğindedir
de ayak altında değildir. Şehir mi ona sırtını dönmüş o mu şehre sırtını dönmüş
anlaşılmaz. Bulunmayı keşfedilmeyi bekler bir hal arz eder. “Kenz-i mahfiyem;
ben bir gizli hazineyim!” dercesine kıymetlisini beklercesine saklamış
kendisini.
Mekâna saygısızlık had safhayı aşmış.
Caminin çevresine sinir edici ne kadar çirkinlikler varsa
yerleştirilmiş. Saygısızca kabaca! Çirkinlik ve kabalık anıtları apartmanlar,
camiyi boğmak istercesine yükselmişler. Arabalar talana çıkmışçasına
çullanmışlar cami çevresine. Çöp kutuları aymazca hoyratça kıbleye sırıtıyor. Kurum
panoları, kutuları caminin önüne geçme yarışına girmiş.
Her şeye rağmen balçık çiçeği gibi Yunus Emre Camii. Güzelliğini
göstermek için varlığını korumak için zamana, insanlara ve cahilliğe meydan
okuyor.
Dışarıdan minareli, revaklı tek bir yapı gibi görünüyor. Ama burada
bir mescid, zikirhane ve türbe var. Ana girişi kuzey cephesinde orta revak
altındaki kapıdandır. Bir de batısında minareye bitişik zikirhane kapısı
vardır.
Camide Mimar Sinan izleri var!
Mescid ufacık, şirince. Her her bir ögesinde ayrı bir dil yüklü bir
taşında ayrı bir mesaj saklı; bakmasını bilene, görebilene. Sıradan bir
mimarisi yok. Kare planlı cami, sekiz yığma sütun üzerine bir kubbe
yerleştirilerek yapılmış. Mimar Sinan’ın sadece Selimiye’de uyguladığı sekiz sütun
üzerine kubbe yerleştirme tekniği günümüze kadar ne taklit edildi ne de
kopyalanabildi. Demek ki, Yunus Emre Camii’ne ya Mimar Sinan ya da kalfaları bir
el attı.
Mihrap ve pencereler Selçuklu!
Mihrapların içindeki silindirik boşluğun adı niş, nişin üstündeki
üçgensel ya da kemerimsi çukurun adı da kavsaradır. Kavsara içindeki prizmal
çıkıntılara mukarnas denilmektedir. Yunus Emre Camii genel mimarisiyle Osmanlı görünse
de mihrap ve pencereler Selçuklu üslubunda. Mihrap kavasarası dilimli! Oysa
Osmanlı mihrap kavsarası mukarnaslıdır. Yunus Emre Camii mihrabında mukarnas
yok. Oyma dilimler var. Bu da caminin 13.-14. yy özellikli olduğunu
göstermektedir! Yani Yunus Emre dönemi. Kavsara köşeliklerindeki rumi bezeme de
Selçuklu. Ama yazık ki mihrabın alt kısmında hiç özgünlük kalmamış. Hayırsever
halk 1944 tamiratında mihrap nişini mahvetmiş. Oradaki o güzelim askılı kandil,
burma sütunceler, çiçekli kabartmalar kazmayla koparılıp kürekle atılmış.
Yerine düpdüz beton sıvanmış.
Sayın hayırseverler! Tarihi camilere hele sanatlı işlenmiş taşlarına
sakın ilişmeyin. Betonu sıvamayın, plastiği yapıştırmayın, buralara. Bak çürük
dişinin yerine plastik malzeme yaptırıyor musun? Niye plastik zehir, doğal
değil. Onun yerine vücuduna en uygun olan porseleni taktırıyorsun. Ama aynı
hassasiyeti camide göstermiyorsun. Ne mimariden ne de sanattan anlıyorsunuz.
Anlayamıyorsunuz ne kadar anlatılsa da. Sadece yok ediyorsunuz… İlla Yunus
Emre’nin mezarından çıkıp gelip “Niçin benim yaptığımı bozuyorsunuz?” demesi mi
gerekiyor. Lütfen hassasiyet, lütfen saygı. Yunus’a saygı, kendine saygı,
kültürel mirasa saygı.
Caminin pencereleri de öyle bakıp geçmelik değil. Fazla ışık
alması için dıştan içe genişliyor. Üstelik üst kenarına estetik kemer verilmiş.
Kemere öyle bir şekil verilmiş ki sanırsın bir kubbe. O da dıştan içe
genişliyor. Yarım kubbemsi kemer tekniği Mısır’da Tolunoğulları, Konya’da
Selçuklular tarafından bol bol kullanılmış. Kemerli üst kenarlarıyla
pencereler, kubbeden gelen yuvarlaklığı duvarda devam ettiriyor gibi bir görsel
şölen vermektedir. Bu durum da buraya sıradan bir elin değmediğini; mimarın
nasıl bir estetik bir güzellik sahibi olduğunu göstermektedir. Bir de mihrabın
sağındaki pencerenin sol iç kenar yüzeyindeki kitabe parçası üzerindeki “indellahi’l-İslâm”
metni yazılı. Yazı Selçuklu gibi Karamanoğlu gibi. Bu yazının örnekler,
Karaman’da 1350’li yıllarda var.
Caminin sağında üç kalın kemerle ayrılmış bir bölüm daha var.
Diyeceksin ki, burası da cami. Burası cami değil ne kadar da namaz kılınsa ne
kadar da camiyle birleşik görünse. Bak burada kubbe yok. Düz damlı ve kemerler
arası sahnlı. Yani burası Selçuklu ve Karamanoğlu dönemi mimarisinde. Burası
Zikirhane. Yunus Emre Tekkesi’nin kışlık ya da kapalı tekkesi. Yunus Emre’nin
özgün divanı burada yüzyıllarca okundu, dinlendi, açıklandı. Ve Zikirhane’nin
her bir taşı, Yunusça ayinler, zikirler çağlıyor hala!.. Görene, bilene,
anlayana!
Zikirhane’nin batıdaki iki penceresi bir güneşe ve yanındaki yıldızlara
açılı! Tapduk’a Yunus Emre’ye! İlave bilgi, Selçuklularda ve
Karamanoğulları’nda hanedan üyeleri, ileri gelenlerin mezarları kendi
yaptırdıkları eserlerin ya bitişiğindeki türbeye ya da içerideki bir odaya
yapılırdı. Yunus’un türbesi de Zikirhane ile bitişik.
Türbenin girişi batısında. Ufacık kısacık bir kapıdan. İçeride hoş
bir koku! Her ne zaman gelsen bu kokuyu duyacaksın, alacaksın. Ne bir mistir o
koku ne de parfüm. Ne de başka bir bitki ya da esanstan. O koku Yunus’un
bahçesinden geliyor. İnanmayana gelsin bedava. Ve bir titreme alacak seni. O
titremeyi ne vücuttan hissedeceksin ne de kalpten. Ruhtan geliyor o titreme,
derinden. Derinden de derinden!
En başa yaslanmış Yunus! Tapduk’un sağına! Sonra oğlu İsmail ve
kızı da gelmişler. Bir tatlı huzur sarar seni. Çömeliveresiniz gelir hemen köşe
başına. Ve hiç kalkmak istemezsin. Bir sohbet başlamıştır, gönülden gönüle.
Hazirenin durumu içler acısı!
Caminin doğusundaki iç köşede mezarlar var. Ancak haziredeki
mezar taşlarının durumu sahipsizliğe ve aymazlığa doğrudan tanık. Taşlar
hoyratça sere serpe! Bir de aklı evveller mezar taşlarını zeminden bir metre
kadar yükseltmiş. Haziredeki en eski tarihli mezar taşı, 1944 tamiratında
hayırseverler tarafından son cemaat yerinin penceresine uzun kös yatırılarak
lento yapılmış. İster gül ister ağla. Bu mezar taşı 1382 tarihli. Baş taşı da
duvarın içine yerleştirilmiş. Şimdi soralım. Bu mezar taşı hadi Yunus Emre’nin
soyundan birine ait ise. Hadd bilmek ne yüce erdem! Ya işgüzarlığa ne demeli.
Hazirede tarihsiz de olsa biçim ve süsleme özelliklerine göre Yunus Emre dönemi
yani 1250-1350 aralığına ait mezar taşları da var. Bu mezar taşlarındaki
geometrik ve nesneli motifler 1350 sonrasında tarihte görülmez.
Örneksiz mekân, Yunus Emre Bahçesi
Türkiye’de dikkat edin Karaman’da değil Türkiye’de Yunus
Emre ile ilintili hiçbir yerde benzeri bir mekân yok. Yunus Emre Bahçesi
mimarisiyle eşsiz. Müdahale edilmemiş zemin eğimine göre verilen sekilerle
burası; localı bir sinema ya da tiyatro salonunu andırıyor. Ağaçlandırma ve
çiçeklendirmesi de nakış edasında bir hava katmış buraya. Güney batıdaki şiir
köşesi de Yunus Emre ile sohbet mekânı gibi. Ben olsam ziyaretçilerin
oturabileceği bir sıcaklığa dönüştürürüm burasını.
Dıştan yay gibi çevrelenen bahçenin neresine oturursan kalkasın
gelmez saatlerce. Gizemli bir huzur sarar ruhunu. Ve sen zamanda her an buraya
ait kılarsın kendini. Dinlendikçe hülya denizinde dalgalar seni alır götürür iklimden
iklime.
Ve bir düş perdesi açılır önüne!
Dalga dalga insanların aktığı bir Yunus Emre külliyesi
canlanıyor zihnimde. Müzesi, kütüphanesi, araştırma merkezi, imareti kurulmuş
bir Yunus Emre Külliyesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder